Editörün notu

9 Kasım savaşın, bölünmüşlüğün dünyadaki en önemli sembollerinden Berlin Duvarı’nın yıkılışının 30. yıldönümü.

Renata Salecl’ın “Öznelerin cehpe hattındaki kıyımı seyrederken veya şiddet uygularken artık hiç kaygı duymayacağı bir toplum ne tür bir toplum olurdu?” sorusunun cevabını düşünmek her zaman ürkütücüdür. İnsanlık, tarih boyunca bu sorunun eşiğinde yürüdü. O eşikten geçip dipsiz bir uçuruma yuvarlanmamışsak; sağduyu, vicdan, sevgi gibi kavramların halen hüküm sürebildiği bir iklime aşina insanların varlığı sayesindedir.

Ekim ayı, Kıbrıs Türk toplumu olarak kendimizi, savaşı ve barışı nasıl yorumladığımız,  nelerle yüzleşebildiğimiz, neleri görmezden geldiğimiz, önceliklerimiz, sonralıklarımızla kendimize boy aynasından bakabileceğimiz bir alan sundu bize. Suçlamalar, hakaretler, minnetler, büyük sözler, ultra çıkışlar, yumuşak inişler uçuştu Mesarya’nın toplanmayı bekleyen saman balyaları arasında.  

Gelelim Kasım notlarına…

9 Kasım savaşın, bölünmüşlüğün dünyadaki en önemli sembollerinden Berlin Duvarı’nın yıkılışının 30. yıldönümü. 30 yıla rağmen, Almanya’da bir zamanın Doğu Berlin’ine hâlâ ayak basmamış bir zamanın Batı Berlinlileriyle karşılaşınca birden ürküyor insan. Bu utanç duvarı yıkılmış olsa da, dünyanın pek çok yerinde başka başka duvarlar inşa ediliyor kafalara. Şimdi yeryüzünün tek bölünmüş başkenti unvanını elinde bulunduran Lefkoşa’yı bu yalnızlığından, makus kaderinden kurtarmak için gözler, Kasım sonu Berlin’de yapılacak görüşmelerde. Umutlanmalı mıyız? Şüphesiz, evet. Barış ve çözüm yolunda atılacak her onurlu adım için, evet.

25 Kasım, Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü. Yeryüzünde bir cinsin diğerine uyguladığı baskı ve şiddet nedeniyle özel bir gün ayırıyor olmanın; hayatı güzellikleriyle yaşayabilmek dururken kadınları savunma ve mücadele cephesinde kendini var etmek zorunda bırakmanın utancı, ataerkiyi savunanların başını önüne eğmesine yetmiyorsa hâlâ, her kadın bir direniş anıtıdır elbet. Salt fiziksel değil, psikolojik, maddi, toplumsal, dinsel pek çok türüne maruz kaldığımız bu şiddeti bize reva görenler, bizi öldürenler yabancımız değil; çokluk en yakınlarımız, en sevdiklerimiz, kocalarımız, sevgililerimiz, babalarımız, erkek kardeşlerimiz, oğullarımız, iş arkadaşlarımız, komşularımız…  

20 Kasım Dünya Çocuk Hakları günü. Hani şu geleceğimizi emanet etmeyi planladığımız… Bir birey olarak değil, emir eri gibi yetiştirmeye çalıştığımız… Parklarını, bahçelerini, ormanlarını, dağlarını, sahillerini ellerinden alıp yerine apartmanlar, villalar, delikler, oyuklar, dikenli teller, kumarhaneler bıraktığımız… Büyük bir heves ve aymazlıkla geleceğini mahvettiğimiz çocuklarımızı Nazım Hikmet’ten bir alıntıyla yüreklendirelim:

“çocuklar dünyayı alacak elimizden / ölümsüz ağaçlar dikecekler”

İyi okumalar…

Emel Kaya 

 

Dergiler Haberleri