Hiç böyle düşünmemiştim!
- “Efendim” lafının hayatımızda böylesine bardaktan boşanırcasına yer ettiğini de fark etmemiştim.
Ulaş hoca (Gökçe) yazana kadar...
Aslında, eskiler de çok kullanır bu sözü, “Napan efendi” der birbirine...
Hatta karı kocalar bile...
Belki de ‘İngiliz sömürgesi’nden öyle...
***
“Özellikle restoranlarda müşterilere ‘Efendim’ diye hitap edilmesi hem söyleyeni, hem söylenileni ne kadar da aşağılayan bir ifade” diyor hoca...
Sonra da saptamasını yapıyor:
"Efendim” buraya Türkiye'den getirtilen, oradakii çalışma yaşamını iyi anlatan, çok ayıp bir laf...
Ve diyor ki:
“Kullanmayın, size karşı kullandırtmayın. Kendinizi ve başkalarını bu kadar aciz duruma düşürmeyin. Kimse kimsenin, sözde dahi olsa, efendisi olmasın, efendisi hissetmesin...”
***
“Efendim”in dilime pelesenk oluşu telefon görüşmeleri ile sınırlıdır.
Ama her gün, yüzlerce kez telefonu çalan birisi için bu önemli.
Siz nasıl yanıtlarsınız telefonu, bilemem...
Çoğunlukla “alo” deriz ya...
Bendeki sıra şu:
Telefon çalıyor...
Bakıyorum ve eğer kayıtlı numara ise açıyorum, kayıtlı değilse, yoğunluğa göre iş yerinden aramasını bekliyorum.
Cep telefonlar çıkalı, normal hatlar unutulmuş ya biraz da buna kızıyorum...
Neyse, kayıtlı bir numaraysa, açıyorum, “alo”nun ardından karşıdaki ses genelde ismimi söylüyor...
- Cenk!
- Efendim!
Şimdi bu ezberimi değiştirmek için duraklıyorum genelde...
Hatta bocalıyorum!
Ama fark ettim ki, harika bir kelimemiz var “merhaba” diye...
Nasıl da unutmuşuz...
“Efendim” deyişlerimiz çoğalırken, “merhaba”lar azalmış giderek, nedense...
***
Tamer Öncül’ün yine hitaplarımız üzerine yaptığı bir saptamayı not etmiştim...
Nefisti...
<<... Kıbrıslılar genelde “Nasılsın?” diye sormazlar; “Napan?” sorusu daha yaygındır… Ezeli boş vermişliğimiz ve hayatı Tİ’ye alan umarsızlığımızın simgesiydi “Napan; napayım; e napacan?” diyaloğumuz…
Giderek, toplumun yapısıyla bu diyalog da değişti…
“Nasılsın-napan?” sorusuna verilen en yaygın yanıt, “İdare ederik!” oldu… Binlerce yıldır hep başkaları tarafından idare edilmenin acısını çıkarmak içindi belki de bu yanıt…
“Artık, biz de İDARE ederik…” diyerek; umutsuzluğu, umuda döndürme çabasıydı belki de bu söylemin ardında yatan…
Oysa, herkes de biliyordu ki; ne İDARE bizdeydi; ne de İRADE…>>
***
Yani neymiş, efendiliği reddetmekle de bitmiyor mesele...
Vaziyeti “idare etmek”ten de caymak gerekiyor, “idare edilmekten” de !
--------------------
İki yüzlü adama göreydi ülkesi
İki parça
İki dili
İki mezarlığı iki kimliği iki bayrağı
iki futbol federasyonu
İki cumhurbaşkanı vardı
İki yüzlü adama göreydi ülkesi
Boktan
Ama analar
Güzel analarım benim, iki ayrı sınırda
Avuçlarında kupkuru mendiller
Kurumuş göz pınarlarından utanırlardı
Aydın Adamoğlu
--------------------
‘Kaza’ demeyiniz, ayıp oluyor.
Ve Tayvan örneği...
Trafikte peş peşe üç ölüm yaşandı, bir ay içinde, cinayet gibi!
Kendi yolunda ilerleyen Hüseyin, karşı şeritten gelen aracın altında kaldı; 14 yaşındaki Mehmet Topal trafikte dahi değildi, toprakta yürüyordu, yoldan çıkan bir araç canını aldı. 20 yaşındaki Berk Mısırlı karşı şeritten üzerine gelecek aracı bilemedi, hiç suçsuz, hiç kusursuz can verdi.
Şimdi tüm bunlara “kaza” demek, haksızlık değil mi?
***
Cahit (Akın) hayatını Tayvan’da sürdüren Kıbrıslı bir girişimci…
Şimdi tatil için Kıbrıs’ta, onca trafik kazasını görünce, yaşadığı ülkenin deneyimlerini anlattı.
Trafik terörünü engellemek için şöyle bir uygulama varmış, Tayvan’da…
“Trafikte herhangi bir ihlal gören her yurttaş, bunu fotoğraflayarak oluşturulan özel bir sisteme elektronik posta ile gönderiyor.”
Nasılsa, herkesin elinde akıllı telefonlar var artık, her yerde...
Bu uygulama, bir anlamda “gönüllü trafik polisliği” gibi!
Bu “ihbarı” yapan kişi banka hesap numaralarını da sistemle paylaşıyor.
Polis, ihbarları değerlendiriyor, ancak ihbar sahibi hiçbir koşulda açıklanmıyor, sistem “gizlilik” esası üzerinden yürüyor!
Ve işin asıl “kritik” noktası.
Trafik ihlaline karşı kesilen “ceza”dan elde edilen gelirin yarısı, ihbar sahibinin hesabına yatırılıyor.
Böylece, daha fazla polise ihtiyaç duymadan, herkes adeta birbirini denetliyor.
Hatta pek çok insan, araçlarının önüne yerleştirdikleri küçük kamera kayıtlarını inceleyerek, bu işi “gelip kapısı”na çevirmiş.
Asıl kazanan trafik yol güvenliği olmuş, işin sonunda!
Cahit diyor ki, “İşte bu yüzden trafikte çok daha dikkatli olmak zorundasınız. Tüm gözler üzerinizde”
***
Böylesi bir uygulama bizim ülkemize de uyarlanabilir mi?
Hiç ihtimal vermem!
Biz yasa dışılığı sevmişiz, denetimsizliği, kriterlerden uzak bir hoyratlığı.
Her gün, ölmek pahasına!
--------------------
Olur olmaz!
Şimdi desem ki, “Bayrak Yasası var, uygulayınız” komik kalacak!
Hangi yasa uygulanıyor ki....
Peki, bu inşaat neresi dersiniz?
Hastane değil, askeri tesis de...
Ne Kaymakamlık, ne de Başbakanlık.
Otel inşaatı!
Hani şu meşhur, dört kat izinle yedi kat yükselen otel...
Anladınız mı Kıbrıs’ın kuzeyinde bayrağın sırrını...
“Milliyetçilik” yalanını anladınız mı daha iyi...
Nerede bayrak varsa ilgisiz alakasız, ısrarla gözünüzün içerisine soktukları...
Örtmek içindir...
İlla ki örtmek...
Bir yalanı...
Bir ayıbı...
Bir üç kağıdı...
Budur günümüzün masalı...
--------------------
haftanın notcukları
“İnsan başkasının yanlışını teraziye koymadan önce... Diğer kefeye kendini koymalı, NE KADAR DOĞRUYUM diye....”
(Özlem K. Soykan’ın sayfasında gördüm, çok doğru, paylaşmak istedim)
Engellenen dostum Besim’den geldi mesaj:
“Yarim Düğün Salonu
rampa yaptı, fakat eksik... Tebrik başında rampa var, tebrik bitiş sonunda malesef yok! Olur mu sence böyle birşey!”
“Tören provası nedeniyle bazı yollar trafiğe kapatılacak” anonsu da tarih olmalı, bir an önce...
Bir köşe yazarı başlık atmış, “KKTC yeniden dizayn edilecek” !
Edilmedik neresi kaldı?
“Bir şehrin kültürel haritasını çıkarmak, önce sokak adlarından başlar” dedi, araştırmacı dostum Bülent Fevzioğlu... Çok haklı... Peki, ne olacak tarihten sildiğimiz ve katlettiğimiz sokak, köy, kasaba adları!
Onursal’ın (Akdeniz) bu sorusunu, Türkiye’de, mesela bir yayında Erdoğan’a Yıldırım’a soracak biri yok mu?
<... Fettullah Gülen destekçileri (ki bunlar için artık terörist diyoruz) ve AKP destekçileri (kanal 7'de bol bol seyrettim), arasındaki farkı merak ediyorum. Atatürkçülük, laiklik, Kuran kursları konusundaki ayrılıkları ne? Dini olarak nerede ayrılıyorlar? Ayrışma tam nerede oldu? Bilen varısa cevaplasın...>
Hiçbir darbe ‘mangal’a engel olamaz, şeftali kebaba da... İyi pazarlar....