Yirmiyedi Nisan’da yapılacak beş+bir’li Cenevre görüşmesinin amacının ‘tarafları tekrar dinlemek’ olmadığı çok açık.
BM’nin bu anlamda meraktan yanıp tutuştuğu söylenemez.
Tarafların yaptığı onlarca açıklama ve özel temsilci Lute’un çeşitli zamanlarda liderlerle ve temsilcileriyle gerçekleştirdiği görüşmelerden sonra elde ettiği bilgiler, kimlerin hangi noktada durduğunu anlamakta yeterli olmalıdır.
KıbrıslıRum tarafının söylemeye çalıştığı da pek merak konusu olamaz.
BM parametreleri, Crans Montana ve Berlin’e atıfta bulunan KıbrıslıRum tarafı şimdilik merak edilecek bir davranış sergilemiyor.
Ama KıbrıslıTürk tarafı ve Türkiye’nin tutumunu merak edebiliriz.
Bunun nedeni de bir süreden beri gündeme getirilen ‘egemen eşitlik’ temelinde çözüm yaklaşımıdır.
Kıbrıs sorununa yaklaşımın ‘artık eskisi gibi olmayacağını’ ilan eden Türkiye ve KıbrıslıTürk tarafının bu tutumuyla eskiye ciddi derecede dönüş yaptığı bellidir.
KKTC’nın ilanı ve daha sonra çeşitli dönemlerde ifade edilen ‘konfederal çözüm’, egemen eşitlik talebinin ta kendisidir.
Yani ‘KKTC temelinde çözüm,’ ‘iki ayrı demokrasi ve iki ayrı egemen devletin tanınması’ ya da ‘egemen eşitlik’ taleplerinin birbirinden farkı yoktur.
O zaman, bu ‘egemen eşitlik’ söylemi niçin icat edildi ve ne işe yarayacaktır?
Bilindiği gibi, Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili tezleri 1950’li yılların sonunda, Soğuk Savaş koşullarında oluştu.
O zaman, Türkiye’nin hiç istemediği çözüm şekli, KıbrıslıRumların çoğunluğunun ve Yunanistan’ın uğrunda herşeyi göze aldıkları Enosis, yani Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesiydi.
En çok arzu edilen çözüm şekli ise adanın Türkiye’nin yönetimine verilmesiydi.
Türkiye, ayni zamanda, adanın, kendilerini anavatan ilan eden Yunanistan ve Türkiye arasında fiziki olarak paylaştırılması (Taksim) yaklaşımını da kabul edilebilir çözüm modeli olarak benimsemişti.
Eğer bu iki seçenek mümkün değilse, bağımsız bir Kıbrıs devletine razı olunacaktı!
O dönemin siyasal koşulları altında ne Enosis ya da adanın Türkiye’ye verilmesi ne de Taksim yaklaşımları uluslararası toplumdan destek görmedi.
Bu nedenle gerek Enosis duygusuyla yatıp-kalkan KıbrıslıRumlar’ın gerekse Taksim’in gerçekleşebileceğine inanıp yollara düşen KıbrıslıTürkler’in liderleri bağımsız bir Kıbrıs devletinin yaratılmasında uzlaşmak durumunda kaldılar.
Ama gerek Enosis gerekse Taksim önderlerinin hefesleri kursaklarındaydı!
Bu nedenle, anayasası gereği iki toplumlu olan Kıbrıs Cumhuriyeti, cami avlusuna terk edilen bir çocuk kadar korumasızdı!
Enosis ve Taksim arzularına karşı bu korumasız çocuğa ilk sahip çıkanlar, yani ortak egemenlik fikrini benimseyenler, bu tutumlarının bedelini canları pahasına ödeyen KıbrıslıTürk aydınlardı.
Parantez içinde yazmam gerekirse, bugün, Birleşik Federal Kıbrıs modelini sahiplenen KıbrıslıTürkler, bu ‘ortak egemenlik’ mirasını benimseyenlerdir.
Şimdi Türkiye’nin ve elbette Kıbrıs’ın kuzeyinde bir grubun öne sürmeye çalıştığı ‘egemen eşitlik’ talebine dönelim.
Aynen 1950’li yılların sonunda olduğu gibi ve 1983 yılında KKTC’nin ilanıyla yapılan denemeyle ilişkili olarak, bugün ‘egemen eşitlik’, yani iki ayrı devlet talep edilmektedir.
Annan planı tartışmaları sırasında ortak egemenliği kabul eden Türkiye böyle bir ray değişikliğine niçin başvurmuştur?
Bu sorunun yanıtını, müzakere süreçlerindeki gelişmelere bakarak anlamak mümkün değildir.
Yani Crans Montana’da çöken müzakere süreci, egemen eşitlik talebinin arkasındaki neden olamaz.
Bu nedeni anlayabilmek için, Türkiye’nin 2010’lu yılların başında yani AKP’nin, dış politika açısından anlamlı olan ikinci döneminde değişen yönelimlerine odaklanmamız gerekir.
Kısaca ifade etmek gerekirse, Türkiye, yakın zamana kadar uluslararası sistemdeki dalgalanmaları ve bölgesel gelişmeleri, topyekün bir çalkalanma ve yeni bir düzenin habercisi olarak görmeye başlamış ve bunun sonucunda yeni arayışlara yönelmiştir.
Kıbrıs sorunu bağlamında ortaya atılan ‘egemen eşitlik’ talebi bu arayışların bir parçasıdır.
Yeni osmanlıcı eğilimler, Batı ile araya mesafe koyarak Batı kurumlarından uzaklaşılması, bölgesel sorunların çözümünde Rusya ve diğer otoritaryan devletlerle işbirliği yapılması, üyesi bulunduğu NATO’yu Türkiye’nin toprak bütünlüğü için bir tehdit olarak algılaması ve S400 meselesinde olduğu gibi Batı karşıtı ittifakların Türkiye için faydalı olduğunun düşünülerek buna uygun hareket edilmesi, bu arayışın ürünüdür.
Kıbrıs’a dönersek, bu arayışın tetiklediği ve eskiye ait olduğu su götürmez bir gerçeklik olarak karşımızda duran ‘egemen eşitlik’ talebi daha ne kadar sürdürülecektir?
Acaba, Cenevre görüşmeleri sırasında Türkiye ve KıbrıslıTürk tarafı ‘egemen eşitlik olmazsa, çözüm de olmaz’ mı diyecek, yoksa, bu konu sonradan görüşülmek üzere şimdilik tartışma dışında mı bırakılacak?
Bu tamamen Türkiye’ye bağlıdır.
Eğer, İran’ın yedekte beklediği, Hamas’ın hayranlıkla izlediği ve bazı İslam ya da Türki devletlerin göz kırpabileceği bir Türkiye-Rusya ittifakı ile bölgesel dengelerin kalıcı olarak Türkiye’nin lehine değiştirebileceğine, Doğu Akdeniz’de sınırlarını Yeşil Hat’a kadar yayabileceğine inanmaya devam edecekse, Türkiye, bu egemen eşitliği önkoşul olarak sunarak Cenevre görüşmelerini başarısızlığa mahkum edecektir.
Böyle bir yaklaşımın sürdürülmesi yerine, daha farklı bir durumla da karşı karşıya kalınması mümkündür.
Cenevre görüşmeleri sonrasında yapılacak ve içinde aşağıdakine benzer bir ifadenin de yer alacağı şöyle bir açıklamaya ne dersiniz?:
‘Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı olarak, Kıbrıslı Türklerin egemen eşitliğine vurgu yaparak gayrıresmi Cenevre görüşmelerinde yapıcı bir tutum takındık.’
Böylece, bu ‘egemen eşitlik’ meselesi Federal Kıbrıs devletinin ortaya çıkış yöntemiyle ilişkilendirilip, tartışılması ileri bir zamana ertelenecektir.
Üzerinde uzlaşmaya varılmış Birleşik Federal Kıbrıs Devleti’nin nasıl vücut bulabileceği konusunu Cenevre toplantısının sonrasında yazmak için şimdilik erteliyorum.
Ama geride sayın Tatar’ın ‘Kıbrıslı Rumlar ne kadar egemense Kıbrıslı Türkler de o kadar egemendir’ biçiminde yaptığı açıklamayla dolaylı olarak sorduğu soruya bir yanıt bulmak kalıyor.
Oldukça basit bir soru olduğunu kabul etmemiz gerekir!
Ve Cenevre’de bu soruya yanıt verebilecek çok sayıda kişi olacaktır.
Ama yanıtı şimdiden vermekte herhangi bir sakınca yoktur:
Kıbrıslı Türklerin federal organlara ve karar alma süreçlerine katılma haklarını şimdilik bir kenara bırakabiliriz.
“Birleşik Federal Kıbrıs’ta KıbrıslıRum federe/toplum/oluşturucu/kurucu devleti ne kadar egemen olacaksa, KıbrıslıTürk federe/toplum/oluşturucu/kurucu devleti de o kadar egemen olacaktır.”
Böyle bir yanıttan kimlerin memnun olacağı pek bilinmez ama, bu ‘egemen eşitlik’ söyleminde yol sadece buraya kadardır.