Dergah değil okul istiyoruz.
Tarikat değil eğitim!
Bir meselemiz daha var, hatırlayalım.
Ticaret değil eğitim istiyoruz.
Müşteri değil öğrenci!
***
İtaat ve kabile düzeninde gelecek görünmüyor.
Dünyanın özgürlükçü, modern, aydınlık ülkelerini örnek seçmeliyiz kendimize…
Hem insan haklarında, hem bilimde…
***
‘Eğitim Bakanlığı’nın denetim ve gözetimi altında olmak zorundadır, eğitim…
Değil!
Eğitim Bakanlığı, bir başka ülkenin denetim ve gözetimine girmiştir çünkü...
Kararlarını bu ülkenin değerlerine göre vermiyor.
İrade, demokrasi, çoğulculuk ortadan kalkmıştır.
“Hükümet” olarak takdim edilen grup dışarıdan gelen talimatları uygulayan, yasa dışılığı meşrulaştıran, ilhak siyasetinin koruyuculuğu üstlenen bir aygıta dönüşmüştür.
***
Öğrencilerin ve çocukların iki ayrı “mahalle”de istismarı var.
İlk grup çoğunlukla Türkiyeli göçmen ailelerin çocuklarını kapsıyor.
Yoksul, yoksun, ihtiyaçlı aileler bunlar…
Din ve inanç istismarıyla, camilere taşınıyor çocuklar, tarikatlara, dergâhlara…
Tehlikenin boyutu giderek büyüyor.
Bilimden, çağdaşlıktan, medeniyetten uzaklaşıyoruz; kaderci, teslimiyetçi, gerici bir yere sürükleniyoruz, cehalete ve sefalete…
***
Öğrencilerin ve çocukların iki ayrı istismarı var, demiştim…
İlki yoksul ve göçmen mahallelerde…
İkincisi varlıklı ve buralı…
Eğitimin piyasalaştırılması, ticarileştirilmesi, özelleştirilmesi ve metalaştırılması da ciddi bir tehdit…
Bakanlık buna da göz yumuyor.
Din istismarı “gericiler” tarafından yürütülürken, “piyasalaşma” yönündeki adımlarda sözüm ona “ilericilerin” de özne olması ayrıca dikkat çekiyor.
Eğitim Bakanlığı’nın denetim ve gözetimi dışında süreçler var yine ve yine yasa dışı…
Tek farkla, bu yasa dışılığa çok daha az itiraz yükseliyor.
***
Bir ülkenin dönüşümü eğitimle doğrudan ilgilidir.
Daha kaliteli, keyifli ve ileri bir yaşam istiyorsak, eğitimde her iki istismara karşı aynı kararlılıkla ayağa kalkmalıyız.
Çağdaş eğitim, bilim, sanat, felsefe ve üretimle dönüşeceğiz.
Bilimsel demokratik çağdaş eğitime sarılmalıyız.
Dinsel dayatmaları geri püskürtmeliyiz ve piyasacı yaklaşımlara karşı birbirimize yalan söylemeden iyileştirici, geliştirici, aydınlatmacı olmalıyız mutlaka…
“Olmaz” demeyiniz. “Bizim ülkemizde olmaz” dediğimiz ne varsa, oldu… “Bunu da gördük” diyen şaşkınlıklar çoğalttık ha bire… Sesimizi yükseltmeli ve hayat alanımızdaki gerici dayatmaları püskürtmeliyiz.
Bir ‘tam gün’ raporu: Özel eğitim okulları
Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası, özel eğitim okullarında tam gün eğitime yönelik bir değerlendirme ve ihtiyaç analizi hazırladı.
Sendikanın hazırladığı değerlendirme, yalnızca öğrenme zorluğu veya engeli yaşayan çocukların gittiği “özel okulları” kapsıyor... Buralarda tam güne geçildi. Öğretmenlere göre bu geçiş öğrencilere olumlu yansımadı. Hani “hiç de iyi olmadı” gibi bir itiraz var.
Raporda bina, altyapı, organizasyon, yardımcı personel, insan kaynağı ve iletişim anlamında ciddi sorunlar sıralanıyor. 20 sayfalık raporun 15 sayfası tam gün eğitimdeki olumsuzlukları, eksikleri, yetersizlikleri anlatıyor.
Türkiye’den gelen öğretmenlerin çoğunlukla özel okullara uyum sağlamadığı da belirtiliyor, raporda… Kıbrıs’ta onca işsiz öğretmen varken, neden dışarıdan eğitimci getiriliyor, anlamıyorum. Bu ayrı bir tartışma, elbette…
KTÖS Raporu’nda öneriler de var tabii…
Eğitim Bakanlığı’na düşen görev bu önerileri dikkate alarak eksiklikleri gidermek olmalıdır.
Bir de…
Öğretmenlerin yanı sıra öğrenciler ve ailelerin de değerlendirmesine ihtiyaç vardır.
Eğitimi sadece öğretmenlerin, sağlığı da yalnızca hekimlerin gözünden tartışarak, genelde eksik kalıyoruz. Öğrenci ve ailelerle de görüşülerek, tam gün deneyimine dair sonuçlar raporlanmalı, çözüm planları da kolektif bir anlayışla üretilmelidir.
***
Raporda birkaç ‘acı’ gerçek dikkatimi çekti.
Kıbrıs’ın kuzeyinde özel okul olarak kullanılan 7 binadan sadece 1’i bu amaçla tasarlanmış.
Demek ki önceliğimiz tam teşekküllü özel okulların yeniden inşa edilmesi olmalıdır.
Öğrencilerin farklı ihtiyaçlarını karşılamak, sosyal ve duygusal beklentilerini gidermek için hem iyi bir altyapıya, hem de ciddi insan kaynağına ihtiyaç var.
Çünkü bina yetmiyor, insan yoksa…
Hele özel eğitimde, öğretmenlerin yanı sıra farklı engel gruplarına göre uzmanlar da şart…
Soru şu: Tüm bunları hangi bütçeyle yapacağız?
Ne zaman ki “maaş bütçesi” yapmaktan vazgeçecek ve sahip olduğumuz kaynakları ihtiyaçlara göre planlayacağız, o zaman umutlanabiliriz.
Bir de…
Türkiye ya da Avrupa’dan mali yardım söz konusu olduğunda, kendi önceliklerimizi masaya koyabilmeliyiz.
“Yeni bir cami” dediği zaman…
“Bizim ihtiyacımız özel okul” diyebilmeliyiz örneğin…
***
Sendika emek verdi, bir rapor hazırladı, kimi itirazlar ortaya koydu, öneriler yaptı.
Bu çalışma dikkate alınmalı, genişletilmeli ve mutlaka çözüm odaklı çalışılmalıdır.
Başarabiliriz, yeter ki irade ve kararlılık olsun…