Doğu Akdeniz Üniversitesi Eğitim Fakültesi sorumluluğunda “Temel Eğitim Program Geliştirme Projesi”i 21-22 Şubat’ta düzenlenen çalıştayla başladı. Onlarca akademisyen ve öğretmen on dört komisyonda “Nasıl bir insan istiyoruz?”, “Öğretme-öğrenme yaklaşımları ne olmalıdır?”, “Temel eğitimi tamamlayan bir öğrencide hangi özellikler olmalıdır?” ve “Mevcut durumun güçlü ve zayıf yönleri nelerdir?” sorularına yanıt aradılar.
Çalıştay başlamadan önce kaygılar vardı. KTÖS, DAÜ-SEN’nin davet edilmemesi ve AKP’nin eğitime müdahale ettiği kaygılarıyla çalıştaya katılmadı. Sendika başkanı Güven Varoğlu “Milli Eğitim Bakanlığı buraya kendine yakın gördüğü öğretmenleri çağıracak. Ve bu çalıştaydan sonra diyecekler ki; İşte bakınız Kıbrıslı Türk öğretmenler ve eğitim sendikaları bu insan modeline karar verdi. Aslında bu kendi kafalarındaki modeli bize dayatmak için hazırlanan bir tezgahtır. Sendikamız çalıştayı protesto ederek, çalıştaya katılmama kararı almıştır.” açıklamasını yaparak kaygılarını ifade etti.
Aslında ben de bu kaygıları taşıyordum. Ne var ki proje yürütücülerinden birinin Prof. Dr. Ahmet Pehlivan’ın olması kaygılarıma bir nebze su serpmişti. Daha sonra Prof Dr. Halil İbrahim Yalın’ın akademik kimliği önde tutan, bilimsel tutum ve yaklaşımları da iyice cesaret vermişti. Komisyonlara moderatör olarak DAÜ tarafından görevlendirilen hocaların çağdaş ve bilimsel bir düşünce anlayışına sahip olmaları da bu kuşkularımı iyice azaltmıştı.
Hemen belirtmek isterim ki DAÜ-SEN davet edilebilirdi. “Nasıl bir insan istiyoruz?” sorusuna DAÜ-SEN’in de elbette söyleyecek bir çift sözü vardı veya olmalıdır. Yanı sıra daha birçok sivil toplum öğrütü ve kişilerin de söz söyleme hakkı vardır. Çünkü tüm toplumu ilgilendiren bir sorudur. Umarım daha geniş ve farklı çevrelerden katılımları sağlayacak organizasyonlar ya da mekanizmalar oluşturulur.
Böylesi kaygılarla ve tartışmalarla başladı çalıştay. Amaç ve yöntemin ne olduğu konusunda yapılan açıklamalarla açılış yapıldı. Genelde cenaze ve düğün dahil her türlü törene katılmayı siyaset sanan politikacıların gösteri alanına dönüşürdü açılışlar. Anlasa da anlamasa da en ön sıralarda yer alıp, beylik sözler söylemekten geri kalmazlardı. Ancak bu kez böyle olmadı. Umarım bu güzellik farklı bir geleneğin de başlangıcı olur.
Çalıştaya DAÜ kanadı iyi hazırlandı ve yönetti. Aynısını Bakanlık için söyleyemeyeceğim. Eğitim Bakanlığı tarafından komisyonlara katılması için görevlendirilen öğretmenlere doğru dürüst bilgilendirme yapılmamış. Çalıştayın önemi ve amacı söylenmemiş... Sadece telefon açılarak “Yarın DAÜ’de çalıştay var katılın.” denmiş. İçlerinde değerli hocaların olmasına rağmen, büyük çoğunluğu Bakanlık yönetimine yakın homojen bir öğretmen yapısı oluşturuldu. Böylesi çalışmalara katılmış, alanında araştırmalar yapmış pek çok öğretmen dışarda bırakıldı. İlerki çalışmalarda özellikle komisyonlarda bunun düzeltilmesi gerekmektedir.
KTOEÖS’ün çalıştaya iyi hazırlandığı görüldü. Sendikanın öteden beri ileri sürdüğü görüş ve düşünceleri komisyonlarda iyi savunuldu ve kararlara yansıtıldı.
Siyasi partilerden CTP ve TDP katılırken, DP’nin temsilcisi var mıydı yok muydu belli bile değildi.TDP komisyonlara temsilci gönderemedi, CTP’nin ise yedi komisyonda temsilcisi vardı.
Gelelim komisyonların ürettiği kararlara. Elbette tüm komisyonlar önemliydi. Ne var ki yukarda belirttiğim kaygılar ve içinde bulunulan siyasi konjektür Kıbrıs Tarihi ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi komisyonlarını daha ön plana çıkarmaktaydı. “Nasıl bir insan istiyoruz?” sorusuna acaba ne yanıt verilecekti? Recep Tayip Erdoğan’ın savunduğu gibi “Dindar nesiller” mi, yoksa her türlü farklılığı saygıyla karşılayan, kişi hak ve özgürlüklerini gözeten nesiller mi yetiştirilecekti?
Kıbrıs Tarihi Komisyonu’nun moderatörlüğünü Dr. Bülent Kızılduman yapıyordu. Zor bir komisyonu başarılı yönetti. Tartışmalar olmakla birlikte alınan bazı kararlar şöyle:
• Genelde dünyada özelde ise adamızda barışın sağlanabilmesi için yapılan çalışmalarda, insanlığa saygılı yurttaşlık bilinci oluşmuş bireyleri yetiştirme ve uluslararası dayanışmanın geliştirilmesi sağlanmalıdır.
• Yakın tarihinde savaş görmüş ve acılarla yoğrulmuş adamızda yeniden bu tür bir savaşın yaşanmaması ve de barışın sağlanabilmesi için tarih öğretimine büyük bir görev düşmektedir.
• Tarih öğretiminin amacı insanlığa, çok kültürlülüğe saygının, empati kurmanın, yurttaşlık bilincinin geliştirilmesidir.
• Düşmanlık, küçümseme, ayrımcılık ifade eden ibarelere toplumsal cinsiyet olgusuna dikkat edilerek, çağdaş, bilimsel nitelikler taşıyan bir tarih kitabında bunlara yer verilmemelidir.
Nasıl bir insan istiyoruz? Sorusuna verilen yanıtlar ise şöyle:
• Barış, özgürlük, hoşgörü, iletişime açık olma, tolerans gibi özellikleri geliştirebilen,
• Farklı kaynak ve belgelerden bilgi elde edebilen ve sonuca gidebilen,
• Yorum ve fikir ile tarihsel gerçekler arasındaki farkı görebilen. Yorum ile gerçek arasındaki farkı ve önyargının bilgiyi nasıl tahrip ettiğini anlayabilen.
• Sebep, sonuç, benzerlik, farklılık, süreklilik ve kanıt gibi kavramları öğrenen,
• Önyargıları tespit edebilen ve yenebilen,
• Hoşgörü ve kimlik anlayışı temelinde her türlü farklılığa saygı duyan,
• Irkçılık ve ötekileştirmenin önüne geçerek insan hak ve özgürlüklerini ön planda tutabilen...
Bunlarla birlikte müfredatın ,öğretmen el kitabının olmaması; yardımcı materyallerin (harita, cd…) yetersiz olması; ders saatlerinin aktif öğrenme yöntemlerinin kullanılabilmesi için yeterli olmaması; sosyal ve kültürel hayatın olmaması; kişilerin başarılarının toplum ve tarihin akışına nasıl yön verdiğinin kullanılan kitaplarda yeterince yer verilmemesi eksiklik olarak görüldü.
CTP döneminde yazılan ve ilk kez tarih kitaplarında yer verilen “sosyal ve kültürel hayat” konuları, UBP hükümeti tarafından çıkartılmıştı. Düğünlerimiz, spor, müzik gibi... Komisyon büyük bir olgunluk ve sağduyu örneği ortaya koyarak itirazsız olarak bu konuların çıkarılmasını eksiklik olarak kabul etti. Yanı sıra “Irkçılık ve ötekileştirme” yerine “insan hak ve özgürlükleri” dedi. “Barışçı insan” dedi.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Komisyonu’nda üretilen kararlar da şöyle:
“Dinsel olguyu aklın süzgecinden geçiren, eleştirebilen ve sentezleyip kendi kararlarına kendisi varabilen,
Başkalarının inanç ve yaşayışlarına hoşgörü ile yaklaşabilen...
Dünya üzerindeki diğer dinlerin ve mezheplerin daha geniş yelpazede verilmesi, daha geniş ve zengin bir din olgusunun ve inanç anlayışının olmasına olanak sağlayacaktır. Bu bağlamda ise inanma ve yaşama özgürlüklerinin bilincine daha demokratik bir ortamda varılmış olunabilecektir.”
Kaygılıydık “Dindar nesil” çıkacak diye...
Farklılık, hoşgörü, inanma özgürlüğü ve demokratik ortamlar... çıktı. Ancak daha da önemli olan bu olumlulukların programlara ve içeriklere de yansıtılabilmesidir.
Meraktan İngilizce komisyonunun kararlarına da baktım. Moderatörlüğünü Yrd. Doç.Dr. Sıtkıye Kuter yapıyordu.
“İngilizceyi - okuma, yazma, konuşma ve dinleme becerilerinde - A1 (İlkokul) ve A2 seviyesinde (Ortaokul) iletişimsel kullanabilen öğrenciler yetiştirilmesi.
İngilizce’nin etkili olarak (Okuma, Yazma, Konuşma ve Dinleme) yaparak ve yaşayarak öğretilememesi (Kolej sınavının çoktan seçmeli değerlendirme yapısı) zayıf yönü olarak görüldü. Müfredat ve kitabın örtüşmemesi; kitabın mekanik olması ve öğrencilerin iletişimsel dil becerilerini geliştirmelerine olanak sağlamaması; kitabın öğrenciyi A2 seviyesine getirecek düzeyde olmadığı tesbitinde bulundu.
Eğitim Bakanlığı önce 2009’da dört beceriye dayalı programlar, öğretim yöntemlerini ve sınavları kaldırdı, seviyeyi düşürdü. Sonra da bir milyon TL ödeyerek seviyenin düştüğünü öğrendi. Sosyal ve kültürel tarihin çıkarılmasının hata olduğunu öğrendi. Dinsel eğitimin olmaması gerektiğini öğrendi. Akıl almaz bir durum.
Çalıştayın başında hakim olan kaygılar, proje DAÜ tarafından bilimsel temellerde sürdürüldüğü sürece ortadan kalkacağına inanıyorum.
Çalıştaydan çıkan kararlar aslında içinde bulunulan siyasal çalkantılara, dayatmalara da yanıt niteliği taşımaktadır. AK Parti hükümeti ile birlikte Eğitim Bakanlığı’nın Kıbrıslı Türklere İlahiyat Koleji’yle dayatmaya çalıştığı dinsel eğitim, “dindar nesiller” karşısında “inanç ve yaşam özgürlüğü için demokratik ortamlar” dendi. Irkçı yaklaşımlar yerine “barışçı insan” iseteriz dendi. Umarım Bakanlık bu mesajları iyi algılar ve değerlendirir.