Bu toplumun şu anda içinde bulunduğu çıkmazın sorumlularından birinin de üniversite sektörü olduğunu düşünenlerdenim. Elbette ki kurulmuş olan kaliteli bölümlere ve çok değerli bilim adamlarına asla lafım olamaz. Herkesi üniversite mezunu yapmaya soyunan bu toplum ve eğitimden sorumlu olanlar kalitesiz eğitim veren kurumları denetleyemedi maalesef. Ülke şartlarının kaldıramayacağı bölümlerin açılmasını yine popülist politikalarla engelleyemedi. Öğrenciyi sırf dolar olarak gören üniversite sahipleri gelen herhangi bir diplomayı yeterlilik kabul etti. Popülizm ve para ülkedeki “kaliteli eğitim, bilgili insan ve planlı geleceğin” önüne geçti. Sonuçta Sarayönü’nü boyuna, her yıl biraz daha fazla dolduran sekreter avukatlar ve Türkçe bilmeyen edebiyat hocaları ile işinin ehli olmayan binlerce mezun verdik.
İşini iyi yapamayan insan kendi ile barışık olamaz, sürekli bir iç çatışma yaşar; kendini yetersiz hisseder, huzursuz ve mutsuz olur. Aslında çocuklarımızı üniversite mezunu yapayım derken, çoğu zaman mutsuz insanlar yetiştirdik.
İyi hizmet alamayan toplum da aynen bireyler gibi tatminsiz, güvensiz ve sonuçta mutsuz olur.
Kendi ellerimizle tatminsiz meslek sahipleri ve mutsuz bir toplum yarattık.
İyi de durum böyle diye üniversiteleri mi kapatacağız? Elbette ki değil. Üniversitelerimizin hepsi iyisi ve kötüsüyle bu ülkenin bağrından çıkmış kurumlardır. Ülke için büyük bir iş potansiyeli ve ekonomik katkı merkezleridirler. Her yıl üniversitelerimize yapılacak kayıt sayısını yüreğimiz çarparak izliyoruz.
Öğrendik ki bu yıl da 16 bin 393 kontenjandan sadece 5 bin 63 tanesi doldu. Neredeyse üçte biri… Peki ama ne yapmalı?
Öncelikle kaliteyi artırmak zorundayız; hem kendi öğrencilerimizin daha kaliteli bir eğitim alması ve daha kaliteli bir toplum yaratabilmek, hem de Türkiye ve diğer ülkelerdeki eğitim kurumları ile rekabet edebilmek için…
Üniversiteler, yurt dışındaki tanıtım kampanyalarına ağırlık vermek; vakit ve bütçe ayırmak zorundadırlar. Bilmek zorundayız ki artık TC üniversiteleri ile rekabet edebilmemiz çok zor. Afrika ülkeleri, Orta Doğu, Türki Cumhuriyetleri ve diğer 3. dünya ülkelerine de Türkiye’nin yanı sıra yoğun tanıtım kampanyaları yapmak zorundayız.
Dünya çapındaki uluslararası uygunluk kriterlerini yerine getirmek ve “AKREDİTASYONLAR”ı almak için uğraşmak zorundayız. Değişik meslek bölümlerinin alacağı bu akreditasyonlar, üniversitelerimizin dünya çapındaki standardizasyonunu sağlayacaktır.
Başarılı öğrencilere burs imkanları yaratarak, Kuzey Kıbrıs’ta eğitimi cazip hale getirmeliyiz.
Bugüne kadar birçok konuda olduğu gibi üniversite sektöründe de çok hatalar yapmış olabiliriz ama zaman ağlayıp dövünme zamanı değil. Elimizdekileri daha kaliteli, daha dünyalı ve lokal çevresi ile uyumlu hale getirebiliriz. Amaç yeni üniversiteler ve bölümler açmak yerine olanlara sahip çıkmak ve geliştirmek olmalı…
Yoksa koca bir çöplük haline gelen ülkemizin bir de “eğitim çöplüğü” haline gelmesi kaçınılmaz olur.
ÖSYM sonuçlarına göre genel öğrenci yerleştirme dağılımı gösteren tablo:
Bu sonuçlara göre KKTC üniversiteleri ÖSYM’den %1 oranında öğrenci alabildi. Doğu Akdeniz Üniversitesi özelinde ise durum şöyle: Açılan 4128 kontenjandan sadece 1456 kişisi doldurulabildi. Yani DAÜ bu yıl kontenjanlarını ÖSYM sonuçlarından sonra %35.27 oranında doldurabildi.
Panayırlar diyarı KKTC…
Öte yandan gerçekten içerikli birkaç festivalde de tam bir kültür buluşması yaşanıyor. Ülke ve kültür tanıtımında bulunamayacak fırsatlar ayağımıza geliyor. Girne festivalinde bir gece İngiltere Birmingham’dan efsane topluluk UB40, bir başka gece Girne sokaklarında Almanya Bremen’den sokak şarkıcıları, Türkiye’den çok kaliteli Tiyatro oyunları ve müzik sanatçıları ve de yine aynı günlerde Boğaziçi Pulya Festivali’nde dünyanın değişik yerlerinden gelen birbirinden değerli karikatür sanatçıları… İşte kültürlerin buluşması ve bir ülkenin ve toplumun tanıtımı böyle yapılır diye düşünüyorum.
ŞİİR
Boş Zaman
Nedir bu hayat, bu dert, bu çaba
Eğer yoksa zamanın şöyle durup bakmaya?
Yoksa eğer bakmaya arasından dalların
Dinlenmeye hakkın, hakkı kadar koyunların.
Ormanlar içinden geçerken şöyle durup bakmaya
Sincapların fıstıklarını saklamasını toprağa.
Zamanın yoksa görmeğe yıldızlar dolu nehirleri
Güpegündüz pırıldayan, ecelerin gökleri gibi.
Yoksa zamanın eğer güzeli seyretmeğe
Onun ayaklarını raksında görmeğe.
Zamanın yoksa eğer onun gözlerde başlayan
Gülümseyişini görmeye, dudaklarına yayılan.
Nedir bu hayat, bu dert, bu çaba
Yoksa eğer zamanın şöyle durup bakmaya?
W.H. Davies