Yıl 1975. Babam ilk kez bir araba almıştı. Altmış model Opel Rekord. Savaş görmüş geçirmiş bir toplumda arabanın sağlamlığı neye benzetebilirdi ki; “tank” gibiydi...
Diğer aileler gibi bizde kış geldimi ovaya ot toplamaya, yaz gelince de Lapta’ya denize giderdik. Sanki o dönemde Girne yokuşu daha dikti, Gine daha uzaktı...Yoksa bir an önce denize gitmek için sabırsızlandığımızdan mı nedir bize pek uzak gelirdi.
Hele Girne’den dönerken, yokuş daha dik yazın sıcağında su kaynatıp yolda kalmış arabaları görürdükçe “tankın” ne anlama geldiğini daha iyi anlamıştım.
Böyle bir dönemdi işte... Arabaya “tomohil” de dendiği büyükler sohbetinde ilk kez “gara duman atma” deyimini duymuştum. Meraktan çaltlayacaktım. Sordum soruşturdum, dillerinin döndüğünce anlatmaya çalıştılar; “egsoz, varellagi, yağ, gara duman...” dediler...
Ta ki bir gün denizden dönerken önümüzde bir arabanın yangın çıkmışcasına eksozundan kapkara duman atarak, “vuuuuu” diye ses demiyeyim gürültü çıkararak Girne yokuşunu çıkmaya çalıştığını görünceye kadar tam olarak anlayamamıştım. Araba duman atıyor, gürültü çıkarıyordu, ama gitmiyordu, yokuşu çıkamıyordu. Neredeyse durdu duracaktı. O dönemde yol tek şerit olduğundan trafiği tıkamış, arkasında uzun bir araba kuyruğu oluşturmuştu.
Acaba bizim araba nasıl duman atıyordu merakıyla hemen arka camdan baktım. Ne de olsa tanktı grimsi bir duman atıyordu.
***
Geçen hafta TC Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ülkemizi ziyaret etti. Bu ziyaret esnasında “karşılıklı olarak müfredatların uyumlu hale getirilmesi konusunda başlatılan çalışmaların sürdürüleceği”açıklamasını yaptı.
Doğruyu söylemek gerekirse çok kızmıştım.
Bekledim. Eğitim Bakanlığı’ndan açıklama gelir diye... Boşuna “tıs” yok. Yıllık bir milyon lira karşılığında DAÜ’de “Temel Eğitim Program Geliştirme” projesi başlatıldı. İki yıl sürecek. “Toplumsal yapımıza, kültürümüze, ihtiyaçlarımıza yanıt verebilecek bir program gelişltirme ve kitap yazım çalışması başlattık” denemez miydi. İnsan başlattığına sahip çıkmaz mıydı!? Hoş proje planlanandan geri kaldı, öğretmen ilgi göstermedi... Önümüzdeki ders yılına zor yetişir.
Önümüzdeki yılllarda eğitimimizi büyük sorunlar beklemektedir. Örneğin Türkiye Fen derslerini üçüncü sınıftan başlatıyor. Eğitim Bakanlığı Fen dersi öğretim programlarını ve kitaplarını Türkiye’den getiriyor. Ne diyecek? “Ben üçüncü sınıfta Fen dersi okutmayacağım mı diyecek!?” Diyemez. Çünkü üçüncü sınıfın konuları eksik kalacaktır. Yenisini de yerine koyamadığın için elin mahkum.
Hani derler ya “4+4+4 sistemine geçmeyeceğiz, size uymaz” inanmayın... Eğer kendi eğitim sisteminizi geliştirmezseniz, programlarınızı, kitaplarınızı geliştirmezseniz öyle bir uydururlar ki uymaya mahkum olursunuz. Adı benzemese bile, içeriği aynen benzetilir.
Türkiye Eğitim Bakanı Nabi Avcı buraya geliyor, sanki burada bir idare yokmuş gibi Eğitim Bakanlığı yokmuş gibi açıklamalar yapıyor. “4+4+4 size uymaz” diyor. Bize uyup, uymadığını bırakın da biz söyleyelim. Daha sonra hak veriyorum Nabi Avcı’ya çünkü buradaki bakanlık uyup, uymadığının bile farkında değil. Söz söyleyecek durumda bile değil...
Ardından açıklamalar birbirini izliyor. FATİH projesini de uygulayacağız, taplet de göndereceğiz, akıllı tahta da göndereceğiz, programları da uyumlaştıracağız, okul da yapacağız, öğretmen de göndereceğiz, kitap da, defter de... Eğer hakkın bir ölçüsü varsa “yerden göğe” kadar hakklılar.
Neden mi?
Türkiye baktı gördü buradaki bakanlık “gara duman atıyor” yokuşu çıkamıyor. Su gaynatmış yol kenarına çekmiş. Eğitim çağın gerisine gidiyor. Ne yapsın yani...
Üstelik buradakiler “Biz yapamıyoruk, siz yapın.” durumuna düşmüşlerse, ne beklersiniz...
2009’dan bu yana eğitimde ne yapıldı? Ne?
Bir kitap yazıldı, bir prgram ortaya kondu, yeni bir okul yapıldı, teknolojik donanımda iyileştirme yapıldı... Ne yapıldı? Hiç. Bir SBS getirdiler onuda yüzlerine gözlerine bulaştırdılar, sonra da kaldırdılar.
Her şeyi hazır beklediler.
Türkiye’de kitabıyla, programıyla, projesiyle, akıllı tahtasıyla, tapletiyle, öğretmeniyle, bürokratıyla gelir ve yapar. Çünkü sen yapmıyorsun. Yokuşu çıkamıyorsun, kara duman atmaya başladın. Tank gibi olacaksın kardeşim, tank... Öyle kara kara dumanlar atmayacaksın... Geceni gündüzüne katıp çalışacaksın, üreteceksin, hazıra konmayacaksın. Eğer birileri senin yapman gereken işi yapıyorsa, bunun bir bedeli var demektir. Bu bedeli de ödemen istenecektir. Ama bedeli yöneticiler değil, toplum ödeyecek gibi görünüyor.
Bir yandan bu gelişmeler yaşanırken, öte yandan da toplumun önüne Hala Sultan İlahiyat Koleji adıyla yeni bir eğitim modeli konuyor.
Vizyonsuzluk, tutarsızlık, umursuzluk aldı başını gidiyor...
Eğitimin gidişatı iyi değil, nereye gideceği, nereye götürülmek istendiği kaygı vericidir.
“Nasıl bir eğitim istiyoruz?” sorusuna yanıt verecek olana yegane güç Kıbrıs Türk toplumudur. Topluma ait ve anayasal bir hak olan eğitimin ne şekilde olacağı hiçbir bakanın iki dudağı arasından çıkan sözlere, ya da zihniyetinin arkasında gizlediği niyetlerine göre şekillenemez.