Eğitime ‘şölen gibi’ başlamak hayali

Cenk Mutluyakalı

Öğretmenler hep birlikte “zeybekiko” oynayarak çocukları karşılıyor.
Müzik, ritim, enerji harika!
Öğrenciler tempo tutuyor ve ders yılı boyunca birlikte olacakları öğretmenlerinin adımlarını, danslarını, figürlerini izliyor.
Anne babalar bu özel anı fotoğraflıyor.

Okulun girişinde maskotlar var, çocuklara “merhaba” diyor, “evinize hoş geldiniz.”
Balonlarla süslenmiş her yer…
Öğretmenlerin dansından sonra müzik dinletisi, şarkılar…
Yeni bir ders yılına şölen havasında giriliyor adeta…

***

Elbette bir de “eğitim binası” var ortada…
İnşaat şantiyesi ya da konteyner kampı değil, okul…
Sınıfları, klimaları, bahçe düzenlemesi, kantini, laboratuvarları, oyun alanları ile çağımıza yaraşır bir eğitim kurumundan söz ediyoruz.

Sokratis Poullis’in paylaşımında görüyoruz tüm bunları, yanı başımızda, az ileride, adanın güneyinde...
Siz de öykünerek izlemişsiniz eminim, sosyal medyada…

Bir de sevgili Deniz’i (Birinci) okuyorum.
“Kızımın okuduğu Lefkoşa'nın güneyindeki devlet ilkokulu pazartesi açıldı. Normalde ikinci sınıflar üst katta olurmuş fakat okul müdürü kızımın gözcüklerindeki problemden dolayı onların sınıfını zemin kata aldı. Devletin atadığı gölge öğretmeni sabahları gelip kapıdan çocuğu teslim alıyor, gün boyunca gözü çocuğun üzerinde, her an yardımcı olabilmek için… Okuldan onu alana kadar da çocuğun yanında bekliyor.”

Özel okul değil bu!
Devlet okulu…

“Okullara kayıtlar Ocak ayının ilk haftasında gerçekleşiyor. Böylece 9 ay boyunca her türlü planlama yapılıyor, hangi çocuğun ne gibi özel gereksinimi varsa hepsi önceden biliniyor, binaların tadilatı vaktinden önce tamamlanıyor ve eğitim, öğrenci odaklı bir sistemle sorunsuz başlıyor.”

***

Kıbrıslı Rumlar, adadaki savaşın önemli oranda kaybedenidir.
Toprak, altyapı, mal, mülk yitirmiş, en az 150 bin kişi evlerinden, üretim alanlarından, işyerlerinden ayrılmak zorunda kalmıştır.

152 okul binası bırakmışlardır kuzeyde…
Üç değil, beş değil, on değil, 152.

O binaları kuzeydeki yönetim devralmıştır.
Malzemesi, teçhizatı, masası, sandalyesi, araç gereciyle birlikte…
Hazır!

Şimdi manzara ortada…

***

Elbette adanın güneyinde de mükemmel bir eğitim sisteminden söz edemeyiz.
Kıbrıs tarihi açısından tarafsız bir eğitim yoktur, barışçıl değildir içerik, din etkisi çoktur, laik bir eğitim sisteminden uzaktır kültür ve özellikle yabancılara yönelik eğitim programları yeterli değildir.
Hem deneyimlerimiz, hem de okuduklarımızdan biliyoruz bunları…

Yine de altyapı, organizasyon, adalet, eşitlik, standart ve değerler anlamında her alanda olduğu gibi eğitimde de kuzeyle güney arasında giderek büyüyen bir uçurum vardır.
Medeniyetle, geri kalmışlık ve mahrumiyet anlamında…

Uzaktan bakıyoruz, çok yakınımızdaki onca gelişmişliğe…


Karanlıktı, ödünç aldım gözlerini

“Ayak seslerini duyarım
Üstümden geçenlerin…”

***
“Gitme Biçimleri” diyerek bir solukta okuyacağınız şiirler yazdı, İbrahim Altay.
Üstelik de iki dilli…
Hem İngilizce, hem Türkçe…
Hani birisi yüzünüze dokunur eliyle, saçınızı sever; hani çok sevdiğiniz biriyle görüşürsünüz de ayaküstü bir sohbet yüzünüzü gülümsetir, tadı damağınızda kalır hani bir tatlının, kulağınızda yer eder bir tını, gün boyu hiç gitmez…
Böylesi şiirler...

Gittiği yerlerden gölgeler toplamış İbrahim Altay, sözcüklere dökmüş uzatmadan…
Uzun yıllardır yurt dışında yaşayan Kıbrıslı dostlardan biri…
Kitabın editörlüğünü de yine tanıdık bir isim, Fatoş Avcısoyu Ruso yapmış.
Işık Kitabevi de iyi ki basmış bu kitabı…

Anne sevgisi var şiirlerin çoğunda…
Bir de düşlerin yankısı.

***

Bu yazının başlığı da İbrahim Altay’ın dizeleri…
“Karanlıktı
Ödünç aldım gözlerini…”

Yaşadığımız günleri en iyi anlatan imgelerden biridir karanlık…
Gelecek kaygıları gibi…
İnsanların maskeli,  samimiyetten uzak, riyakar niyetleri gibi…
İçimizde sarmala dönüşen, büyüyen, çoğalan güvensizlik, umutsuzluk, belirsizlik gibi…

Karanlık ve kirlilik anlatıyor ada yarısının şimdiki zamanlarını…
Ödünç aldığımız gözlerle bakıyoruz birbirimize…

***

Yine de düşler var.
Yine de umutlar…
Hele de çocuklar için…
Gökyüzü var bakabildikleri…
Sınırsız, kaygısız, derin, uçsuz…
En güzel günler var, henüz yaşamadıkları…

“Saymakla meşguldü çocuklar.
Gökyüzü kaç yıldız.”


***

İyi ki şiir var.


Benden gayrı herkes kirli!

Son yıllarda hayatlarımızı kuşatan duygu hali, bireylerin ya da örgütlerin bir başkasını “suçlaması” üzerinden gelişiyor.
Böyle arınıyor çoğu insan…

Sokaklara, seçimlere, eylemlere, bildirilere, profillere, paylaşımlara sinmiş bir kokudur “benden gayrı herkes kirli” ruh hali!

Hele de kendi defosu, pozisyonu, kiri, ayıbı kabarık kimseler için suçlama, hedef gösterme, yaygara halleri iyice yükseliyor.

*  *  *

Bir “düzen” var ve suçluyoruz.
Suçlayanlar nedense kendini bu düzenin dışında bırakıyor.
Üstelik de bu düzenden kazanıyor, sahip olduklarını…

Ne kadar kirlilik, yalan, sığlık, sıradanlık, vasatlık, ilkellik, riyakarlık varsa bir başkasına havale ediliyor.

Suçluyoruz!
Hep de başkalarını…

“Bunların hepsi aynı” diyen arada aklanıyor.
“Benim partim yok” diyen kendini üstün bir yere konumluyor.
“Hepsi yalancı, hepsi kirlenmiş, hepsi çirkefe batmış” diyen kendini temizliyor.

*  *  *

Bir bataklık varsa birlikte batmadık mı?

Tüm diğerlerini suçlarken aynı düzenin, rejimin, statükonun, çirkefin içinde “tertemiz” kalmak nasıl mümkün olabilir

Toplumsal bir dönüşüm, sanırım, bu düzenin bir yerine iliştiğimizin, uyumlaştığımızın, yararlandığımızın itirafı ile başlayacaktır.

Hem “burada” olmak ama hem de “dışında” kalmak büyük bir yanılsamadır.
Yıllardır hem bu düzenin kıyısından köşesinden beslenmek, hem de salt ötekini suçlamak yüzsüzlüktür.

Elbette kimileri çok daha pis, iğrenç, aymazdır!
Kimileri daha az…

Ama değişmek ve değiştirmek için ortaklaşmamız, yardımlaşmamız, dayanışmamız gerektiği gerçeği değişmez.

*  *  *

Einstein, “Dünya yaşamak için tehlikeli bir yerse kötüler yüzünden değil, kötülüğe ses etmeyenler yüzünden” demişti

İşte o “kötülüğe” ses etmenin yolu, “siz kötüsünüz, biz iyi” demekten geçmiyor.

Birlikte ayağa kalkmak için önce rekabet, güç, kibir, ego gibi duygulardan arınmak gerekiyor.

Makama, maaşa, iktidara, hırsa, arsızlığa, itaate, yaranmaya, menfaate kurban ettiğimiz bu yurdu yeniden yaratmanın ön koşulu, mevcut kurulu düzenle ilişkilerimizi gözden geçirmekten geçiyor.

Önce kendi yüzümüzü yıkayarak, önce kendi ellerimizi…
Sonra göz göze gelerek karşılıklı…