2010’da Cumhurbaşkanlığı görevini devraldığı gün, Derviş Eroğlu BM’ye bir mektup göndererek kaldığı yerden müzakerelere devam edeceğini bildirmişti.
Anastasiadis’in seçilmeden önce yürüttüğü kampanyada Downer belgesini yeterince sahiplenmemesi, Eroğlu’nun zaman zaman “Downer belgesini değil ama yakınlaşmaları kabul ederim” gibi izahı zor birtakım yaklaşımlar sergilemesi ve nihayetinde tarafların bir türlü özlü müzakerelere geçememesi Güney’deki başkanlık seçimlerinden sonra yaşanan sürece inancı zayıflatmış oldu.
Uzunca bir süre havanda su dövüldükten sonra 11 Şubat (2014) Ortak Açıklaması ile ivmelenmesi beklenen süreçte de yine Anastasiadis ve Eroğlu’nun bir türlü verimli / sonuç alıcı müzakere yapamadığına şahit olduk. Doğal krizi ve Anastasiadis’in masadan kalkması verimsizliğin tescili oldu.
Bu arada Ağustos ayında Eide BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi oldu.
Eide neredeyse 8 aydır başarı için müsait koşulların oluşması için Kıbrıs’a gidip geliyor.
Kıbrıslılara verdiği net mesajlarla gerçekçi bir sonuca ulaşmaya çalışıyor.
“Kıbrıslılar küçük şeylerle uğraşıp çözümün menfaatlerini kaçırıyor” deyişi, her şeyin söylendiği ve yıllar içinde tüketildiği Kıbrıs sorunu literatüründe yer bulmayı başardı.
Doğal gaz konusunda da hep çok net ve cesur konuştu.
“Doğal kaynakların laneti” tezini temaslarında ısrarla vurguladı.
Kıbrıslıların Türkiye gerçeğinden kaçamayacağını ancak Türkiye ile ilişkilerin türünü etkileyebileceğini dili döndüğünce açıklamaya çalıştı.
Statükoya güvenmememiz gerektiğini ortaya koyarak doğal gaz konusunun gündeme gelmesiyle birlikte mevcudun ya çok daha iyiye gideceği ya da çok daha kötü de olabileceği üzerinde durdu.
Doğal kaynaklarla ilgili uluslararası deneyimlerden örnekler verdi, kendi ülkesini bir başarı hikâyesi olarak aktardı.
6 Nisan itibariyle müzakerelerin yeniden başlayacağını duyurdu duyurmasına ancak hemen akabinde Güney’den duygusal tepkilerin mağduru oluverdi.
Münhasır ekonomik bölgeler literatürüne hâkimiyeti ve bu konudaki özgüvenli ifadeleri doğal gaz konusunda duygusal çıkışlardan medet uman Kıbrıslı Rumları kızdırdı. Hemen akabinde Yunanistan’daki Çipraş hükümetinin de Eide’ye uluslararası deniz hukukunu bilmediği şeklindeki sataşması dikkatlerden kaçmadı.
Siyasette duygusal çıkışlarla herhangi bir konuda olumlu netice elde edilemeyeceği genel geçer bir kuraldır.
Uluslararası alandaki doğrulardan hareketle Kıbrıs özelinde birtakım gerçekleri ortaya koyduğu için Eide’yi yerden yere vurmanın Kıbrıs sorununun çözümüne hiçbir katkı sağlamayacağı da çok açıktır.
Böylesi önü açık ama aynı zamanda engebeli olan bir yolu Kıbrıs Türk tarafı nasıl yürüyecektir?
19 Nisan öncesinde bizim bu soruya net bir cevabımız olmalıdır.
CTP’nin Sayın Eroğlu’ndan farklı olarak Downer belgesiyle ilgili hiçbir çekincesi yoktur.
Seçimden önce de sonra da Kıbrıs Rum tarafının duygusal çıkışlarını fırsata çevirmekten yana bir tutum içinde de olmayacağız.
“BM sürecini tüketerek bütün suçu Kıbrıslı Rumların omuzlarına yükleme” gibi bir politikayı hiçbir biçimde onaylamıyoruz ve onaylamayacağız da.
Biz tarafların bir an önce oturup ciddi ciddi müzakere yürütmelerini, tüm konuların medeni bir biçimde masada ele alınmasını ve Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların ortak bir gelecek tahayyülü ile hareket edebilmesini arzuluyoruz.
Bunun için de hep yapıcı ve girişken olduk, seçimden sonra da aynı yaklaşımla sürece katkımızı sürdüreceğiz.
Çünkü Kıbrıslı Türklerin hak ve menfaatlerini geliştirmenin yegâne yöntemi olarak bunu görmekteyiz.
Bu minvalde 6 Nisan’da başlayan Eide sürecini önemsiyoruz.
Eide’nin açıklamasında Cumhurbaşkanlığı seçimine yapılan atıf gözlerden kaçmamıştır.
Eide, “Kuzeydeki seçimden sonra görüşmelerin erken başlaması için herhangi bir engel görmüyorum" diyerek yeni süreci bir yönüyle seçimle ilişkilendirmiş oluyor.
Önümüzü görebilmemiz bakımından seçime çeyrek kala tüm adayların Eide süreci ile ilgili somut bir şeyler söylemesinde yarar vardır.