FEMİNİST ATÖLYE
info@feministatolye.com
Ekofeminizm kavramına ne kadar aşinasınız bilmiyoruz ama biz feministler için önemi büyük. Feminizm sadece kadının toplumdaki yeriyle ilgilenmiyor, aynı zamanda ekolojinin, ataerkil normlar üzerinden sömürülmesine de karşı çıkıyor. Doğanın erkek eliyle nasıl yok edildiğini yüzyıllardır izliyoruz. Zaman değişti, teknoloji gelişti ama değişmeyen tek şey; doğanın sürekli olarak tahribatı. Su kaynaklarını, yer altı zenginliklerini, dağları, ovaları, bayırları, ellerinden geldiğince de gökyüzünü tüketmeye çalışan bu zihniyet, kendisini her şeyin efendisi olarak görüyor. Tıpkı ailede kendini reis gören; kadını, çocukları yöneten erkek, doğaya da hükmetmek, doğadaki her şeyin reisi olmak istiyor. Hâl böyle olunca, ekofeministler doğanın sömürülmesine karşı doğayı korumak, gerektiği kadar kullanmak ve rant amacıyla kullanılmasını engellemek için ortaya çıkıyorlar. Bu anlamda, Ekofeminizm, 1970'li yılların sonlarında yeşil hareket ve feminist hareketin etkileşimi ile ortaya çıkan, doğanın ve kadının ezilmişliğini aynı anda sorgulamaya çalışan bir akımdır. François D’Eubonne, Ynestra King, Vandana Shiva gibi kuramcılar tarafından ortaya atılmıştır. Ekofeministlerin hemfikir olduğu temel varsayımlar şunlardır: 1)Kadınların ezilmesi ve doğanın sömürülmesi arasında önemli bağlantılar vardır. 2)Kadınların ve doğanın sömürülmesi bağlantılı olduğundan kadınlar yeşil hareket içinde aktif rol oynarlar. 3)Ataerkil sistemde kadın doğaya (ve özel alana), erkek ise kültüre (ve kamusal alana) yakın görülür. Doğa kültürden aşağı bir konumda tasavvur edildiği için, kadın da erkekten aşağı görülmüştür. 4)Feminist ve yeşil hareketler eşitlikçi, anti-hiyerarşik sistemleri savunurlar. Ekofeminizm emperyalizme, heteroseksüellik dayatmasına, militarizme ve kapitalizme karşı çıkar ve farklı ezilme biçimleriyle ilgilenir.(i)
Kıbrıs’ın Kuzeyinde uzun süredir doğanın rant sağlamak amacıyla nasıl katledildiğini her gün boy boy verilen emlak reklamlarından, etekleri oyulan dağlardan, akmayan derelerden ve soyu tükenen bitkilerden görüyoruz. Çevreyi korumak bir yana dursun, nasıl daha çok kazanç sağlarım amacıyla hareket eden bu zihniyetin bir eseri olarak, bugün suyun nasıl ticarileştirildiğini anlayabiliriz. Suyun ticarileştirilmesi yeni bir kavram olmamakla birlikte, günümüzde doğal su kaynaklarının özel mülkiyet altında yönetilmesi artık hat safhaya ulaşmıştır.
Su, bir insan hakkıdır. Nerede olursa olsun, her insanın temiz suya ücretsiz erişim hakkı vardır. Ancak, devletler bu hakkı yeterince garanti altına al(a)mıyorlar. Bir kamu kaynağı olarak görülmesi gereken su, özel sektörün çıkarları doğrultusunda ticarileştirilirken, toplumda yaşayan herkes bundan zarar görüyor. En çok da kadınlar.
Kadınların suyla olan ilişkisi erkeklerden daha çok ve daha yoğun. Çeşmeden akan su; ev işlerinde, bulaşıkta, çamaşırda, çocukların ve yaşlıların temizliğinde, kısacası günlük hayatın her anında kullanılıyor. Bu sebeple suyun hem kaliteli hem de ucuz olması kadınlar için oldukça önemli. Yani, kadınların su için mücadelesi ayrı bir öneme sahip. Örneğin Güney Afrika’da suyun özelleştirilmesine karşı mücadele veren kadınlardan Virginia Setshedi kadınların suya dair mücadelesi için şu sözleri söylüyor: "Kadınları harekete geçirmek önemli. Karar süreçlerinde, su yönetimine katılmalıyız. Kadınlar suya en yakın olan kişiler. Dolayısıyla suyu yönetebilirler. Eğer suyun özelleştirilmesine izin verirsek, sanki su yokmuş gibi yaşamaya alışacağız". Suyun kadınlar için önemini vurgulayan Virginia, kadınların suyla ilgili sağlık hizmetlerine, su temizliğine olan kişisel ihtiyacın erkeklerinkinden farklı olduğunu vurguluyor.(ii) Bu sebeple, suyun yönetimi hem politik hem de kültürel bir sorundur. Politiktir, çünkü kaynakların kimin tarafından, nasıl, ne zaman ve kime ne kadar dağıtılacağı siyasetin bir parçasıdır. Bu sebeple suyun özelleştirilmesi ataerkil siyasetin bir sonucudur. Kültüreldir, çünkü su ataerkil zihniyete dayanarak metalaştırılırken, aynı zamanda yönetiliyor. Yani suyu, yine erkek akıl yönetiyor.
Tüm bu çerçeveden bakıldığı zaman, suyun yönetimini ve işletilmesini belediyelerden alıp, bir şirkete verecek herhangi bir anlaşmanın kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Dünya’daki örnekler incelendiğinde, suyu özelleştiren ülkelerin zaman içerisinde yeniden kamulaştırdığı anlaşılıyor. Görülen o ki, biz de benzer yollardan geçeceğiz. Yine her konuda olduğu gibi Amerika’yı yeniden keşfetmek zorunda kalacak ve patriyarkal kapitalizmin dayattığı neoliberal politikalar neticesinde oluşan tahribatı yaşadıktan sonra, suyu kamulaştırmak için mücadele edeceğiz.
(i) http://www.feministatolye.org/index.php/morbolge/sozluk/92-ekofeminizm
(ii)http://bianet.org/bianet/insan-haklari/113311-kadin-orgutleri-su-mucadelesini-gundemlerine-almali
-----------------------------------------------------------------------------
Cadı Süpürgesi
8 Mart hazırlıkları süresince, erkek egemen davranışları ile feministlerin üzerinde tahakküm kurmaya çalışan ve bu doğrultuda sergilenen erkeklik piyesinde başrolü kimselere kaptırmayan pek muhterem maçoları, cadı tırnaklarımızla selamlıyor ve her daim olduğu gibi süpürüyoruz. Bir sonraki görüşmemize değin unutmamanız gereken bir gerçeği de süpürgemizin ucuna iliştiriyoruz. Merak etmeyin, bunu defalarca dile getirdik. Kısacası, ne olduğunu biliyorsunuz. Biz Ortaçağ’dan beri yakmaya çalışıp da yakamadığınız cadıların torunlarıyız, baş belasıyız. Her gün yeniden inşa ettiğiniz erkek iktidarınızı, bıkıp usanmadan yıkmaya devam edeceğiz. Bizden söylemesi…
----------------------------------------------------------------------------------
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Platformu 8 Mart Eylemi ve Talepleri
Feminist Atölye olarak bileşenleri arasında yer aldığımız Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Platformu 8 Mart günü, talepleri ile birlikte Lefkoşa’da coşkulu bir eylem gerçekleştirdi. Biz de sayfamız aracılığıyla hem Platformun taleplerini hem de eylem fotoğraflarından birkaçını sizinle paylaşıyoruz.
• Kadınların güvencesiz ve sendikasız çalışma şartları altında sömürülmesini engelleyecek yasal ve kurumsal düzenlemelerin yapılması,
• Ebeveyn izninin hem özel hem de kamu sektöründe bir an önce yürürlüğe koyulması,
• Kadın kooperatifçiliğinin teşvik edilmesi ve toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme politikalarının devlet politikası haline gelmesi,
• Bedava kreşlerin açılması ve yaşlı bakım evleri/ huzur evlerinin çoğaltılması,
• Tek ebeveynli çocuklar ve bekâr anneler için gerekli olan sosyal yardımların iyileştirilmesi,
• Seks köleliği ve insan ticaretinin sonlandırılması için gerekli mekanizmaların derhal oluşturulması,
• Eğitim müfredatlarının toplumsal cinsiyet eşitliği gözetilerek yeniden düzenlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği derslerinin müfredatlara dâhil edilmesi,
• Aile Yasası’nda ifade edilen Adli Yardım tüzüğünün derhal çıkarılıp uygulamaya koyulması,
• TOCED’in hemen yürürlüğe girmesi ve TOCED Yasası’nda belirtilen Sığınma Evi, Alo İmdat Hattı, Şiddete Müdahale Birimlerinin bir an önce hizmet vermeye başlaması,
• Kadın dostu belediyecilik anlayışının yerel yönetimlerde bir an önce yürürlüğe girmesi,
• Toplumsal Cinsiyet bakışının müzakere masasına yansıtılması ve yeni kurulacak Federal Devletin yasa ve kurumlarının toplumsal cinsiyet bakışını içeren bir şekilde düzenlenmesi.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Platformu:
KTÖS, Feminist Atölye, Feminist Öğretmen İnisiyatifi, YKP-fem, Kuir Kıbrıs, Envision Diversity, Mesarya Kadınları İnisiyatifi, Kıbrıs Dem Genç Kadın, CTP Kadın Örgütü, TDP Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu, BKP Kadın Meclisi, Kıbrıs Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Mülteci Hakları Derneği, MAGEM, MAKAMER, DAÜ SEN, DAÜ Bir Sen, Kıbrıs Türk Tabipleri Odası, Tabipler Birliği, Kıbrıslı Türk İnsan Hakları Vakfı, KTAMS, Doğu ve Güneydoğulular Kültür Derneği, Lefkoşa Emekçi İnisiyatifi.