Fayka Arseven KİŞİ
Ekonomi ve Enerji eski Bakanı Özdil Nami, “Vizyon 2035 bizim projemizdi. Ancak şu anda hükümet bunu hayata geçirmek için samimi değil, popülist yaklaşımı var” açıklamasında bulundu.
“Vizyon 2035” açıklaması yapılırken, hükümetin kumarhanelerle ilgili düzenlemeyi gündeme getirmesini eleştiren Nami, “vizyon çalışmasıyla ilgili hükümetin aslında bir sahiplenme veya samimiyetinin olmadığını bana gösterdi. Bunun üzerinden bir puan alma çabası var. Ama bunları hayata geçirmekle ilgili bir samimiyet yok” dedi.
Nami, projenin önemine de dikkat çekerek, “Projeye iktidarıyla, muhalefetiyle, sivil toplum örgütleriyle herkesin katkı koyması gerekir. Proje ortaya çıktığında ülkemizin uzun vadeli sürdürülebilir ekonomik kalkınması oluşacak” ifadelerinde bulundu.
Bu hafta Eski Ekonomi ve Enerji Bakanı Özdil Nami ile ekonomiyi ve enerjiyi konuştuk.
“Vizyon 2035 çalışması bizim görevde olduğumuz dönemde başlatılan bir projedir. Şimdiki hükümetin bunu sahiplenip, ileriye götürüyor olmasını memnuniyet ile karşılıyorum. Çünkü projeye iktidarıyla, muhalefetiyle, sivil toplum örgütleriyle herkesin katkı koyması gerekir. Proje ortaya çıktığında ülkemizin uzun vadeli sürdürülebilir ekonomik kalkınmasını oluşturacak.”
- YENİDÜZEN: Ekonomi Bakanlığı’nca açıklanan ‘Vizyon 2035’ Projesi sizin döneminizde başlayan bir projeydi değil mi? Şimdi açıklanan, aynı proje mi? Nasıl bir çalışma yürütmüştünüz, proje ile ne hedefleniyordu?
- Özdil NAMİ: Vizyon 2035 çalışması bizim görevde olduğumuz dönemde başlatılan bir projedir. Şimdi ki hükümetin bunu sahiplenip, ileriye götürüyor olmasını memnuniyet ile karşılıyorum. Çünkü projeye iktidarıyla, muhalefetiyle, sivil toplum örgütleriyle herkesin katkı koyması gerekir. Proje ortaya çıktığında ülkemizin uzun vadeli sürdürülebilir ekonomik kalkınmasını oluşturacak.
Ekonomi, Enerji Bakanlığı görevine geldiğimde en önemli sorduğum sorulardan biri; KKTC’nin sürdürülebilir kalkınma ekonomik modelinin ne olduğu idi. Maalesef bununla ilgili herhangi bir çalışma yapılmadığını gördüm. Dünyaya baktığınızda ekonomisi gelişmiş, çok farklı yapıda ülkeler görürsünüz. Örneğin; gözünüzün önüne bir Hong Kong’u getirin bir de İsviçre görüntüsü getirin. İkisi de son derece zengin, gelişmiş yerler ancak modelleri son derece farklıdır. Benzer örnekleri çoğaltabiliriz. Örneğin Körfez ülkelerine giderseniz Umman’a giderseniz farklı, Katar’a giderseniz farklı bir görüntü ile karşılaşırsınız. Umman kültürel yapısını son derece muhafaza etmiş, mimarisini ona göre düzenlenmiş bir sakin zengin ülke. Katar’da ise sanki küçük Manhattan yaratıldı. Modern, yüksek binalar. İkisi de körfez ülkesi, ikisi de kalkınma yolunda önemli mesafeler kat etmiş. Dolayısıyla KKTC’nin de kalkınması gerekir. Kişi başına düşen milli gelirin artması gerekir bunu da nasıl bir vizyon ile yapacağına karar vermesi gerekir.
Buna nüfus yapısını koruyan, sosyo-ekonomik yapısını muhafaza eden bir yapıyla mı gideceğiz, yoksa zeytin ağaçlarının yerine gökdelenler diken, sessiz, huzurlu şehirler yerine nüfus yoğunluğu olan, hummalı aktivitelerin olduğu şehirler mi yaratacağız? Tercih yapmadan kalkınmaya çalışırsanız eğer ne birini ne ötekini elde edersiniz. Tabiri caizse karmaşa ortaya çıkar ve ondan kimse mutlu olmaz. Bir temel hareket noktası ise ülkemizde sık sık hükümet değişiklikleri oluyor. Ekonomi politikalarında önemli zikzaklar ortaya çıkıyor. Bunları da engellemek için herkesin katkısıyla oluşan, herkesin paylaştığı bir vizyon oluşturmanız gerekir ki hükümet değişikliklerine rağmen ana hedef orada dursun ve ana hedefe doğru giden yolda rekabet olsun. Dolayısıyla biz bunları hayata geçirmek için elbette profesyonel yardım almamız gerektiğini de gördük. Bu konuda dünyada en iyi kurumlardan biri de Dünya Bankası’dır. Birçok çok gelişmekte olan ülkeye bu tip hizmetleri veren kuruluştur. Bizim de uzun yıllardan beridir işbirliğimiz devam ediyor. AB’den gereken fonları bulduk. Dünya Bankası ile konuştuk. Birlikte bu çalışmaları başlattık. Yerli bir çalışma oldu. Yani onların yaptığı bir şablonu alıp da uygulayalım olmadı. Bizim ülkemize has, doğru sorular nedir, hangi kısıtlar vardır, bunları birlikte oluşturduk ve son aşamasına kadar kurguladık. Son aşamaya gelindiğinde atölye çalışmasını yapacak olan uzmanlar ülkemize geldi. Sivil toplum örgütlerine davetiyeler gönderildi. Ancak çalışmanın yapılacağı gün hükümet düştü. Biz yeni gelen, görevi devralan arkadaşlarımıza bu çalışmanın önemini aktardık. Onlar da şimdi bunu ileriye götürüyorlar. Bu herkesin ortak bir çalışması olacak. O yüzden biz buna bir sahiplenme duygusuyla bakıyoruz. Hükümetin de bu çalışmayı bitirmesi için her türlü desteği vereceğiz. Bu çalışma bittikten sonra ki birkaç ay içerisinde bitebilir, önemli olan ondan sonra bu vizyona uygun yasal düzenin alınması, politikaların üretilmesi ve icraata geçilmesidir.
Fakat orada benim içim de çok ciddi endişeler var. Çünkü başta başbakan olmak üzere yeni hükümetin böyle bir anlayışta olmadığını görüyoruz. Bunun da en somut örneğini Meclis’te gördük. Hatırlanacağı üzere hükümet ülkedeki kumarhanelerle ilgili mevcut üst tavanı ortadan kaldırmaya yönelik düzenleme için ivedilik talebinde bulundu. Şimdi böyle bir adım az önce bahsettiğim anlayışla taban tabana zıt. Çünkü ülkelerin nasıl bir ülke olmak istediklerine, toplumsal katılımla karar verilmelidir. Bu çalışmayı yapmadan, ülkenin bütün çehresini, kökten ve geri dönülmez bir şekilde değiştirecek bir yasal düzenlemeyi meclise getirmeleri, bununla ilgili ivedilik talep etmeleri az önce bahsettiğim vizyon çalışması ile ilgili hükümette aslında niyet olmadığını gösterdi. Sanki böyle bir çalışmayı yapıyor gibi göstermek, bunun üzerinden bir puan alma çabası var. Ama bunu hayata geçirme noktasında bir samimiyet yok.
Halbuki arzu edilen bu vizyon çalışmasıyla ilgili bir samimiyet olması elbette vizyon çalışması bitene kadar ülkede yatırımlar duracak değil. Ülkede kumarhane sayısıyla ilgili bütün limitleri ortadan kaldıracak geri dönülemez şekilde ülkenin çehresini değiştirecek bir adım da atmamanız lazım.
“Her isteyenin, ülkenin her yerinde kumarhane açmasını sağlayacak, ‘şehir merkezleri hariç her yerde, yeter ki 5 yıldızlı 500 yataklı olsun’ demek ülkeyi baştan sona kumar turizmi ile ayakta duran bir ekonomiye dönüştürmek anlamı taşır. Sizin niyetiniz bu ise vizyon çalışması yapmanıza gerek yok.”
- YENİDÜZEN: Vizyon 2035 açıklanırken, kumarhanelerle ilgili düzenleme ivedi olan bir konu muydu?
- Özdil NAMİ: Bence değil. Hatalı bir yaklaşımdır. Yatırım yapmak isteyen, uluslararası marka nitelikli bazı yatırımcılar var ise bile 1-2 taneyi geçmez; kısa vadede onlarla ilgili özel bir uygulama özel bir karar alınabilirdi. Ama her isteyenin, ülkenin her yerinde kumarhane açmasını sağlayacak, ‘şehir merkezleri hariç her yerde, yeter ki 5 yıldızlı 500 yataklı olsun’ demek ülkeyi baştan sona kumar turizmi ile ayakta duran bir ekonomiye dönüştürmek anlamı taşır. Sizin niyetiniz bu ise vizyon çalışması yapmanıza gerek yok. Peki, siz bu vizyonunuzla ilgili şeffaf bir açıklamada bulundunuz mu? ‘böyle yapmak istiyorum, iktidara da bunun için talibim’ dediniz mi? Bununla ilgili halktan onay aldınız mı? Ki bunu getirip yapmaya çalışıyorsunuz? Bu tip kararlar ülkenin kaderini tayin eder. Bu hafife alınacak bir karar değil. Şahsi kanaatim de basın bunu yeterince ele almadı. Ama biz Meclis’te bununla ilgili her türlü mücadeleyi vereceğiz. O gün Genel Kurulu da terk ettik ama hükümet bildiğini okudu. ‘Muhalefetin talep ettiği değişiklikler komite aşamasında yapılır’ denildi. Bu tabi Başbakan’ın konuyu anlamadığını gösterdi. Çünkü bahsettiğimiz unsurlar komite aşamasında ele alınacak hususlar değildir. Örnek vermek gerekirse; bu tip yatırımların sayısında bir patlama olursa, burada oluşacak olan gerek güvenliğimizle ilgili ihtiyaçlar, gerekse yol gibi alt yapı ihtiyaçlarımız nedir? Burada çalışabilecek yerel personel tespit edildi mi? Bu tip yatırımlar ile ilgili bundan 30 yıl önce oluşturulmuş teşvik sistemi değişmeden bunların önü açılırsa bunun bütçeye yapacağı etkileri analiz edildi mi?
“CTP liderliğindeki 4’lü hükümet döneminde kendi kaynaklarımızla ayakta kalabilmek için bakanlık bakanlık çalışmıştık. Bütçemizin ihtiyaçları nedir, açığımız ne kadardır, hangi alanlara yönelirsek bu açık kapanır, bunun çok detaylı mikro temele inen çalışmalarını yapmıştık. Ortaya şunu çıkardık; Türkiye’den para gelmeden de aslında KKTC’nin kendi ekonomisini çevirecek kaynakları mevcut.”
Bu değerlendirmeleri bürokratların ilgili bakanlıklarda yapması gerekmez mi? Orada yapılacak bu çalışmaların sorumluluğunu bir komiteye atması, attıktan sonra o komiteden bütün bu analizlerin yapılmasını bekleyebilir miyiz? Mümkün değil. Bir meclis komitesi ülkenin hangi yolunda ne kadar trafik olur, o bölgelerde polis alt yapısı nedir, kara parayı engellemekle ilgili teknolojik durumumuz ne noktadadır? Orada oluşacak personel ihtiyacını karşılamak için üniversiteler veya meslek liselerinde yeterince program var mıdır? Tesislerde çalışacak insan profili nedir? Peki bizim genç nüfusumuza baktığımızda öyle bir potansiyelimiz var mıdır? Ya da kumarhanelerden para kazanılacak diye yatırım yapıldığında oraya başka yatırım yapma imkanı ortadan kalkınca bunun fırsat maliyeti ülkeye nedir? Bütün bunları bir meclis komitesinin araştırıp, yapmasını beklemek kadar yanlış bir şey olamaz. Bu Başbakan’ın işin gereğini anlamadığını gösteriyor, hem de Meclis komitelerinin çalışma düzeninden bir haber olduğunu gösteriyor. Böyle bir idare ile hükümet edilmesi, ülkenin geleceği açısından son derece endişe vericidir.
“Yaklaşım şu: ‘Türkiye ile oturduk, anavatanla anlaştık, onların bizden beklentilerini bu şekilde karşılıyoruz. Merak etmeyin para gelecek’. Bundan ibaret bir hükümet var.”
“Rakamlar var, vizyon yok”
- YENİDÜZEN: Siz hükümetin açıkladığı ‘Vizyon 2035’i yeterince sahiplenmediğini mi söylüyorsunuz? Hazır bulunmuş bir çalışmanın reklamı mı?
- Özdil Nami: Baktığınızda ekonomik anlamda önemli bir vizyonsuzluk olduğunu net bir şekilde görüyoruz. CTP liderliğindeki 4’lü hükümet döneminde kendi kaynaklarımızla ayakta kalabilmek için bakanlık bakanlık çalışmıştık. Bütçemizin ihtiyaçları nedir, açığımız ne kadardır, hangi alanlara yönelirsek bu açık kapanır, bunun çok detaylı mikro temele inen çalışmalarını yapmıştık. Ortaya şunu çıkardık; Türkiye’den para gelmeden de aslında KKTC’nin kendi ekonomisini çevirecek kaynakları mevcut. Önemli olan doğru politikalarla ekonomiyi kurgulamaktır. Doğru politikaların da iki temel noktası vardır. Bir; yatırımcının önünü ülkede sürdürülebilir yatırım yönünde açarsınız, işte bu vizyonunuzla da ilgilidir. Diğer taraftan da adil vergi politikasını hayata geçirerek, artan yatırımlardan devletin elde etmesi gereken geliri sağlarsınız yani kayıt dışılığı önlersiniz ve yine vergi politikaları ile sosyal adaleti de sağlarsınız. Yani zenginin daha da zengin olduğu fakirin ise sürekli geride kaldığı bir ortam yaratmazsınız. Zenginden alıp, fakirin eğitimine, sağlığına verdiğimiz, o insanların da ekonomiye kazandırıldığı merdiven basamaklarını yukarıya çıkmakta eşit fırsata sahip ülke yaratırsınız.
Böyle bir tartışmayı hükümette görmüyorum. Bu anlayışla ilgili tek bir açıklama dahi görmüyorum. Açıklamaların çoğu ‘Türkiye ile oturduk, anavatanla anlaştık, onların bizden beklentilerini bu şekilde karşılıyoruz. Merak etmeyin para gelecek’. Bundan ibaret bir hükümet var. Fakat rakamlara da baktığımızda Türkiye’den gelen paranın aslında bizim bütün ihtiyacımızın içerisinde küçük bir parça olduğunu ve kendi imkanlarımızla telafi edilebileceğini ve nihai tahlilde aslında enflasyon yoluyla bizden Türkiye’ye giden paranın iadesi olduğunu görüyoruz.
Başbakan’a, “bizden oraya giden paranın telafisi değil midir? TL’de ani bir devalüasyon nedeniyle bütçemizde yine bir açık oluşmayacak mı? Bu açık için tekrardan Türkiye’ye gidip para mı dileneceksiniz yoksa bu konuyu Türkiye ile oturup konuşuyor musunuz” dediğimizde bir cevap alamıyoruz. Yani biz hükümet dönemindeyken bir taraftan mikro bazda çalışmalar yaptık. Hangi sektörde kayıt dışılık çok fazladır üzerine gidelim? Hangi sektörlerde büyüme potansiyeli vardır, bunu tespit edelim. Vergi ve teşvik politikamızı radikal değiştirip, artık emekleme sürecinden çıkmış sektörlere değil, olanın üzerine ek gelebilecek sektörleri destekleyelim çalışmasını yaparken, makroyu da unutmadık Türkiye ile oturduk ve muhataplarımıza dedik ki; “TL’yi kullanıyoruz, gelgitler, bizim hatamız olmayan açıklarla bizdeki paranın size kaçıyor olması demektir. Bunu bize telafi edecek kalıcı bir sistem talep ediyoruz. Bu işin makro ayağı da olsun ki istikrarlı kalkınmaya gidebilelim. Bu çalışmaları bitiremeden sudan bir sebeple HP hükümetten çekilip yeni hükümeti kurma yoluna gitti. Bütün ekonomiyle ilgili kurgularını da “Türkiye ile protokol imzalayıp para getireceğiz” noktasına indirgedi. Böyle bir anlayışla kalkınan tek bir ülke yoktur. Bu ülke gerçek anlamda kalkınacaksa sürdürülebilir kalkınmadan ne anladığını net bir vizyon oluşturması lazım ondan sonra ona hizmet eden politikaların ve yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi lazım.
Bakıyorum Turizm Bakanı çıkıyor ülkedeki turist sayısını “1 milyondan 2 milyona çıkaracağız” diye hedef koyuyor. Ben de soruyorum “bu ülkede 2 milyon turisti ağırlayacak alt yapımız, çevresel faktörlerimiz, suyumuzdan tarımsal alanlara kadar var mıdır? Bu turistleri ağırlamak için kaç bin çalışana ihtiyacımız vardır? Bu çalışanları KKTC vatandaşlarından temin etmek mümkün mü? Mümkün değilse ülkemize kaç yabancı işçi gelecek? Bu işçileri nerede barındıracaksınız? Bunların sosyal yapımıza etkisi ne olacak?”
Eğitim sektörüne bakıyorsunuz yine basite indirgendi; ‘Öğrenci sayımızı 200 bine çıkaracağız.’ Şehirlerimiz öğrencilerin getirdiği değişimle baş edemez oldu. Kendi ülkemize yabancılaşmaya başladık. Şehirlerimizin güvenliğini sorgulamaya başladık. Çevresel atıklar, kirlilik, aldı başını gidiyor. Hiç bunlar hesap edilmeden sadece rakamsal bazda bir şişmeyi ekonomik kalkınma olarak gören bir anlayış.
Peki 2 milyon turist, 200 bin öğrenci yaptınız, üniversite sayısını 40’a yükselttiniz bir kalabalık oluşturdunuz, çevreye etkilerinden bahsettik şimdi enerjiye bakalım. Böyle bir yoğunluğun enerji tüketimini nasıl çözeceksiniz? Ne yapacaksınız, bunu oluşturdunuz mu? O artan enerji ihtiyacını yenilenebilir enerji ile mi çözeceksiniz, Türkiye’den doğal gaz mı getireceksiniz? Yoksa dizel jeneratör yapımına devam mı edeceksiniz? Bunlarla ile herhangi bir kurgu, somut öneri hükümet tarafından paylaşıldığını gören var mı? Yapılacak ondan sonra problemler çıkacak ondan sonra derme çatma çözümler bulunacak ve ülke daha da yaşanmaz hale gelecek.
“Kablo ile ilgili Ekonomi ve Enerji Bakanı Taçoy dedi ki; ‘Ocak’ta bunun ihalesine çıkıyorum’. Bu mümkün değil. Türkiye ile uzlaşı sağlamadan, Türkiye’ye kabloyu bir yere bağlar mısınız diyeceksiniz?”
“Türkiye ile uzlaşı sağlamadan ihaleye nasıl çıkacaksınız?”
- YENİDÜZEN: Eski enerji bakanı olarak ‘enerjide’ şu anki hükümetin politikası hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Özdil NAMİ: Enerjide politikası olduğunu söyleyebilmek için az önce bahsettiğim unsurlarla ilgili somut açıklamaları olmasını beklerim. Biz görevdeyken Türkiye ile enterkonnekte kablonun olup olmayacağını netleştirmek için tarihte eşi benzeri görülmemiş temaslar da bulunduk. Brüksel’e gittik görüşmeler yaptık, Türkiye’deki yetkililerle aldığımız bilgileri paylaştık. ‘Net bir şekilde mevcut şartlar altında bizim AB ile olan ilişkilerimiz hassastır. Bu projeyi ile ilgili iradeyi şimdi ortaya koyacak değiliz’ dediler. Bunu da bu noktaya getirmemiz 1 yılı aldı. O zaman alternatiflere bakalım. Doğal gaz. Bir baktık 500 milyon dolarlık bir yatırım gerekir. Nakliyesi, depolaması pahalı… Yeni bir liman ihtiyacı doğacak. Buraya getirdikten sonra dağıtımı ile ilgili ciddi yatırım gereken bir proje. O da zaman alacak. Şimdi ki hükümetin kablo ile ilgili söylediği yeni bir şey yok. TC Enerji Bakan geldi, kablo ile ilgili tek bir açıklama yok. Kablo ile ilgili Ekonomi ve Enerji Bakanı Taçoy dedi ki; ‘Ocak’ta bunun ihalesine çıkıyorum’. Bu mümkün değil. Türkiye ile uzlaşı sağlamadan Türkiye’ye kabloyu bir yere bağlar mısınız diyeceksiniz? Dolayısıyla kablo ile ilgili ciddi bir açılım yok. Doğal gazla ilgili de bizim yaptığımızın ötesinde bir çalışma yok. Yenilebilir enerji kapasitemizi artırmak için biz bizim dönemde ilk bilimsel çalışmayı yaptırdık Dünya Bankası’na. Onunla ilgili de herhangi bir açıklama yok. Biz ne yapmıştık? Madem Türkiye’den kablo gelmesi mevzu bahis değil, doğal gaz da çok büyük yatırım ve zaman istiyor ve bunları artık netleştirdik o zaman KIB-TEK’e yeni jeneratör alımıyla ilgili uluslararası ihaleye çıkalım dedik. O süreçte bizim için sancılı olmuştu. Çünkü bildiğiniz gibi bazı çıkar grupları var. Çok baskı yapıldı. Biz bunlara karşı direndik ve neticede bütün çalışmalar tamamlandıktan ve alternatiflerin de durumu netleştirdikten sonra rekabete açık, uluslararası ihale şartnamesini bitirip Merkezi İhale Komisyonu’na gönderdik. 50 ay çok uzun bir süre değil. Artık hükümette olanların bununla ilgili net planlamaları ortaya koyması gerekir. Ama bunlarla ilgili bir şey duymadık. Bir tek EL-SEN ile yaptıkları 45 günlük bir protokol vardı, ne oldu, nedir durum bir bilgimiz yok. Tek uğraştıkları KIB-TEK yönetiminden elaman alıp, eleman atamak. Halbuki yapılması gereken çok ciddi işler var. Ama yaprak kımıldamıyor.
Elektrikle ilgili başka bir mesele var. Biliyorsunuz elektrik fiyatları nizamname ile düzenlenir. Biz bu nizamnamelere harfiyen uyduk. Dolayısıyla yaptığımız her fiyat düzenlemesi hukuka uygun bir şekilde yapıldı. Hükümet olarak önemli devalüasyonlara tabi olduk. Bunun da maliyetlere ciddi etkiler olduğu dönemler oldu. Bazı kısımlarını yansıttık, çok aşırıya gittiğinde de yansıtıp enflasyonu aşırı tetiklemek yerine bunu hükümete yansıttık. KIB-TEK tüketiciden değil, devletten alacaklı hale geldi. Planımız KIB-TEK’in devletten alacağını Türkiye ile geçmiş dönemde imzalanan protokolün gereği nakitler geldiğinde ödemekti. Ama gelmedi ve KIB-TEK halen daha devletten alacaklıdır. Neticede nizamnameye uygun düzenlemeler yapıldı. Şuan için bu yapılmıyor. Fiyat ayarlamaları yapılmıyor. Oysa nizamname gereği yapılması gerekirdi. Dolar düştü, petrol fiyatları da düştü. Ancak enflasyon nedeniyle sabit bedel arttı. Dolayısıyla fiyat ayarlaması yapılması gerekirdi. Bu yapılmayınca KIB-TEK’e zarar yazılıyor. Şuan 50 milyon kadar zarar oluştu, nizamnamenin gereği yapılmadığı için.
- YENİDÜZEN: KIB-TEK konusunda sizin tutumunuz neydi?
- Özdil NAMİ: KIB-TEK ile ilgili sorumluluk Ekonomi ve Enerji Bakanlığı’ndadır. Dolayısıyla mevcut yapıda KIB-TEK’in hükümetten bağımsız bir şekilde çalışması imkansız, düşünülemez. Neticede pahalılık olduğunda halka hesap veren KIB-TEK müdürü değil ilgili bakan, başbakandır. Mevcut durumda bağımsız özerk bir yapı olması mümkün değil. Tam bağımsız özerk bir yapıya geçilecekse eğer o zaman orayı ne denetleyecek? Onun denetimi iki ayaklı olur. Bir; rekabet yoluyla iki; bağımsız denetleyici kuruluşlarla olur. Bunun her ikisinin de güneyde devrede olduğunu görürsünüz. Üretim bacağını rekabete açmanız gerekir, bu devlet kuruluşunu özelleştirme anlamı taşımaz. Devlet kuruluşunu rekabet edecek noktaya hazır hale getirirsiniz yani güçlü, ucuza elektrik üreten bir kuruluş haline getirirsiniz ve ondan sonra başka firmaların da özellikle yenilenebilir enerji türlerini ülkeye getirerek, enerji üretmesini sağlarsınız. Mevcut alt yapı devletin kalabilir ve hem devletin hem de özelin elektrik kurumlarını kullanarak tüketiciye elektrik satarsınız. Herkesin adil rekabet içerisinde olduğu fiyatları da yüksek tutmadıklarını da belirleyen bağımsız bir denetleyici kuruluş olur. Ülkenin buna yönelmesi gerekir. Bunun için önümüzdeki süreç müsait.
Çünkü biz görevdeyken söylenenin aksine enerji tüketimimizde de bir fırlama yoktur. ‘ Karanlıkta kalacağız, jeneratörler alınmazsa elektriksiz kalacağız’ diye söyleyenlerin yanlış söylediği net bir şekilde ortaya çıktı. Bizim analizlerimizin doğru olduğu görüldü. Geçen yılla bu yılı karşılaştırdığımız da binde birlik bir artış var. Her yıl yüzde 5 artıyor söylemleri yanlış. Ama bir yatırım gerekecek. Özel sektöründe üretim bacağında kademeli bir şekilde ilk başta yenilenebilir enerji arzıyla sektöre girmesini sağlayan düzenlemelere hükümetin geçmesi gerekir. Onun için böyle bir modelin içerisine giderseniz o sistemin içerisinde yer alan tüm kuruluşlar kendine bir çeki düzen zaten verir. Kimsenin kimseyle kavga etmesine gerek kalmaz. İşin doğası gereği rekabette hayatta kalabilmek için her kurum verimli bir şekilde çalışmaya başlar zaten.
“Ama kumarhanelerle ilgili düzenlemeyi gündeme getirmek, vizyon çalışmasıyla ilgili hükümetin samimiyetinin olmadığını bana gösterdi.”
- YENİDÜZEN: Son olarak ne söylemek istersiniz?
- Özdil NAMİ: İstanbul’da TÜSİAD ev sahipliğinde çok önemli bir konferans düzenleniyor. Türkiye’nin geleceği ilgili, ‘sürdürülebilir ekonomik modele geçiş nasıl sağlanır?’ Umarım ülkemizde de bu anlayış hakim olur. Hükümet olayları popüliste indirgeme yaklaşımından vazgeçer. Çünkü bunun en somut örneğini hep birlikte geçtiğimiz hafta Meclis’te yaşadık. Kumarhane konusundaki ivedilikle ilgili... Böyle bir adım daha önce bahsettiğim anlayışla taban tabana zıt. Çünkü ülkelerin nasıl bir ülke olmak istediklerine toplumsal katılımla karar verilmesi gerekir ve yatırımları bu karardan sora hayata geçirmesi gerekir. Bunu yapmadan ülkenin bütün geleceğini kökten ve geri dönülemez şekilde değiştirecek yasal düzenlemeyi meclise getirmeleri, ivedilik talep etmeleri, vizyon çalışmasıyla ilgili hükümete aslında bir sahiplenme veya samimiyetinin olmadığını bana gösterdi. Sanki böyle bir çalışmayı yapıyor gözükmek ile ilgili popülist bir yaklaşım var. Bunun üzerinden bir puan alma çabası var. Ama bunları hayata geçirmekle ilgili bir samimiyet yok. Halbuki arzu edilen bu vizyon çalışması ile ilgili bir samimiyet olması elbette.