Mertkan Hamit
mhamit@gmail.com
Çaresizliğin Kabulü
Kuzey Kıbrıs’ta son yıllarda tam bir belirsizlik hakim. Geçtiğimiz genel seçimde tek başına hükümet olmayı başaran Ulusal Birlik Partisi’nin iç hesaplaşmalarının sonlanmamış olması, iktidarın geleceğe yönelik politika üretme konusunda oldukça zayıf bir konumda olduğunu gösteriyor. Mecliste sıklıkla nisabın sağlanamamasından ötürü gündeme dair herhangi bir politika üretilememesi toplumun genelinde de geleceğe yönelik kaygıları da arttırıyor.
Eş zamanlı olarak ne muhalefet partilerinin, ne de meclis dışındaki siyasi oluşumların elle tutulur bir öneriyi ortaya koyamamış olması, siyasete olan güveni azaltmaktadır. Medyada alternatif üretilmeden yazılan köşe yazılarında sıklıkla siyasete olan güvenin azaldığına dair söylemler yer almakta ve duruma dair kanıksamayı güçlendirmektedir.
Tüm bunlar önümüzdeki dönemde oluşacak olan hükümete veya siyasi iradeyi denetlemesi bekleyen toplumsal muhalefete olan güvenilirliğe yansımakta ve bunun tümden altını oymaktadır. Siyasi sisteme olan güvensizlik, insanların hayatlarında çaresizliği içselleştirmelerine sebep olmaktadır.
Çaresizliğin Ekonomideki Tezahürü
Özellikle ekonomi konusuna bakacak olursak iki ana söylemin son derece etkili olduğunu iddia edebiliriz. Bunlardan biri KKTC’nin siyasi statüsünden hareketle ‘bu memlekette ekonomi yoktur’ biçimindedir. Kendine özgü redçi ve muhalif bir doğası olan bu söylem günün sonunda herhangi bir çözüm yolu üretmediği için başta vurgulanan çaresizliğin içselleştirilme durumunu da kuvvetlendirmektedir.
Benzeri bir diğer söylem ise 1989’da Sovyetlerin çöküşüne vurgu yapmaktadır. Sovyetlerin çöküşünden sonra sosyalist bir ekonomi modelinin yaratılamadığı belirtilirken, ekonomiyi siyasetten ayırarak düşünmek gerektiği iddia edilmektedir. Ekonomi suni bir biçimde ideolojisizleştirilerek bir yönetişim ilişkisi olarak ortaya koymaktadır.
Ekonominin ancak yaygın neoliberal yöntemler dahilinde yönetilebileceğini savunan bu anlayış, sosyalist bir ekonomik modelin oluşmadığından ötürü kapitalist yöntemlerin uygulamanın kaçınılmaz olduğunu iddia etmektedir. Günümüzün moda tabiriyle ekonomide teknokratik çözümlerle yaşanan krizin aşılacağı iddia edilmektedir. Oysa ki teknokratik bir yönetim talep etmek, siyasi irade oluşmadan neoliberal uygulamaları topluma empoze etmekten başka bir şey değildir.
Ne ‘ekonomi yoktur’ diyerek konuyu ötelemek ne de ‘çözüm neoliberal sisteme yamanmaktır’ diyerek sorgusuz sualsiz kabullenmek solun sahiplenebileceği çözüm yöntemlerini ortaya koyamaz. Bu iki yaklaşımın söylemsel olarak yinelenmesi ve bu ikilemin ötesine geçilememesi en başta iddia edilen çaresizliğin kabülü durumunun kökleşmesine sebep olmaktadır.
Çaresizliğin kabülünün üstesinden gelinmesi için alternatif ve tutarlı bir politikanın temel hareket noktalarının ortaya konulması gerekmektedir. Gerçek şu ki, dünyaya siyah beyaz ikilemine benzer bir kapitalizm/sosyalizm ikileminden bakmak bizi bu noktaya hapseder. O yüzden ortaya bir alternatif koyabilmek için öncelikle bu ikilemlere dayalı düşünce yapısının ötesinde düşünebilmek, yeni bir algısal boyut yaratmak önemlidir.
Büyük anlatıların herşeyin birbirinin devamıymış gibi ortaya koyması ve diyalektiğin sonsuz bir süreç olarak algılanması Marksizm’in de en büyük hastalıklarındandır. Bugün yaşadığımız algısal sorunsalın ötesinde bir söylem kurgulayamaş olmamızın sebeplerinden biri de geleneksel Marksist teoride barınmaktadır. Marksizmin tarihi düzlemsel bir süreç gibi algılaması, barındırdığı kopuşların sürecin genelindeki hareket noktaları şeklinde görmesine neden olur. Bunun akabinde de sorunlara büyük anlatılar ekseninde anlaşılma durumunu kuvvetlendirir.
Oysa tarihteki kopuşlar, örneğin devrimler, kendine özgü şartları ve koşulları barındırır. Devrimler özelden geneli etkilerken, Marx’ın evrenselleştirilerek anlaşılması koşulların genelden özeli belirleyebileceğine dair bir yanılsama yaratır. Bu da solun genele dair söylemlerle, özele dair politikalar önermekte başarısız olma ihtimalini güçlendirir. Marx’ın merkezini Kapital’in oluşturduğu ve evrensel bir doğru ortaya koymayı hedeflediği çalışmaları, bugün bütünsel bir söylem oluşturularak hareket edilmesi gerektiğine dair bir kanıksamaya sebep olur. Oysa kendini kapitalizm karşısında oluşturan sol, kapitalizmin çıkar merkezli politikalarının hızla değişkenlik göstermesine karşı bütünsel politikalar oluşturmakta zorlanır. Bu noktada sol alternatifi büyük bir anlatının ekseninde Kıbrıs’a uygulamak yerine, sistemin dayatmış olduğu acımasız yöntemlere karşı koşullara göre bir direniş olarak oluşturmak daha etkili bir yöntem olabilir. Bu noktada sorulması gereken soru “Kime ve Neye karşı Sol Alternatif?” biçiminde olmalıdır.
Karşı Sol Alternatif
Bu noktada sol, büyük anlatıların ötesinde adaleti merkeze alan, genelden değil bölgesel ihtiyaç ve taleplere yönelik politikaları oluşturmanın yolunu bulmalıdır. Ancak böyle bir duruş başta belirtilmiş olan içselleştirilmiş çaresizliğin ötesine geçebilir. Marksizmin kutsanmasının ötesine geçen fakat merkezine emek ve insanı alan politikaların belli bir tutarlılıkla uygulanması, toplumun taleplerine paralel ve toplumsal tabana uyumlu sol alternatifin temelini oluşturabilir.
Karşı sol alternatif için ekonomik politika üretmek için yapılması gereken konulara göre belli tavırlar üretmekle mümkündür. Sol’un yıllarca birçok konuyu çözümden sonraya ertelemiş olması, 2004 yılı sonrasında tökezlemesinin en büyük sebebi olmuştu.
Bugün ise çözümün yanında mücadele etmesi gerektiği alanı vesayete karşı bir mücadeleye eklemesi ciddi bir noktadır. Buna rağmen vesayetle mücadele konusunda iki önemli soru işareti vardır. Birincisi solun vesayete karşı mücadele ederken ne derece kararlı olduğunun sınavını henüz vermemiştir. Bir diğer ve daha önemli olan problem ise vesayete karşı mücadelenin çözümünün sadece kapitalizme yumuşak bir geçiş olarak algılanması problemidir. Solu vesayete karşı mücadelede özel yapan, vesayete karşı bir duruş sergilerken adalet, eşitlik ve özgürlük gibi temel ilkelere gölge düşürmeden bunu yapma sorumluluğuna sahip olmasıdır.
Bu noktadan hareketle solun ekonomide bir alternatif yaratması için, sadece vesayete karşı olduğu iddiası ile hareket etmesi yeterli olmaz. Bunu akılda tutarak, politika noktasında ele alınması gereken ve bu doğrultuda net bir pozisyon belirlenmesi gereken 10 ana noktanın olduğuna inanıyorum.
Bunlar şu şekilde sıralanabilir:
1) Bir kurum olarak devlet
2) Piyasa ekonomisi
3) Üretim ve tüketim ilişkileri
4) Kamu sektörü
5) Özel Sektör
6) Emek
7) Özelleştirme
8) Kalkınma
9) Denetlenebilirlik
10) Ticaret ve dışa dönüklük
Tüm bu noktaların birbiri ile etkileşim halinde olduğu bir gerçek. Aynı zamanda burada belirtilmemiş olan fakat bu noktalarla da bağlantılı çeşitli başlıkları da eklemek mümkün. Bunu az önce sıraladığım konuları teker teker ele alacağım serinin dahilinde bir esneme payı olarak görüyorum.
Buna rağmen alternatif bir yönteme dair bu arayış, daha kapsamlı politik bir duruş oluşturmak için, büyük anlatıların ötesinde, kapitalizme karşı direnebilmek için belli başlı noktalarda tutarlı bir argüman oluşturmayı hedeflemiştir.
Bu seri, tutarlı, kabullebilinir ve uygulanabilir yaklaşımların, kabullenilmiş ve içselleştirilmiş olan çaresizlik hissine karşı alternatif bir duruş oluşturabilme potansiyelini barındırdığını iddia eder. Bununla beraber kitleleri temsil ederek hareket etmeyi amaçlayan sola ekonomi üzerinde fikirler sunacak olan bu serinin, kapitalizme karşı bir güç oluşturarak da belli politikaların oluşturulmasının mümkün olduğunun altını çizer.