“Biz, bütün dünyanın iktisat öğrencileri, itham ediyoruz:
Siz neoklasik iktisat hocaları ve mezun ettiğiniz öğrenciler, devasa bir sahtekarlığı ebedileştirdiniz.
Saf, katışıksız bir bilimle, bir formül bilimiyle ve bilimsel yasalarla çalıştığınızı iddia ediyorsunuz ama sizinki bir sosyal bilim. Ve bir sosyal bilimin bütün kırılganlığına ve belirsizliğine sahip… Yani, olmadığınız bir şeyi olduğunuzu iddia ediyorsunuz.
Siz bürolarınızda saklanırken, jargonunuzla kendinizi korurken gerçek dünyada ormanlar yok oluyor, türler tükeniyor, insan hayatları mahvoluyor, kayboluyor. Sizi gezegenin sakinlerini büyük bir ihmalkarlık içinde yönetmekle itham ediyoruz.
Ekonomik kalkınma ölçütünüz olan gayrisafi yurtiçi hasılanın en baştan beri aslen kusurlu ve yetersiz olduğunu biliyorsunuz. Ancak yine de onun küresel bir standart, her gün her nevi medya tarafından beyan edilmesine cevaz veriyorsunuz. Sizi insani ve çevresel sağlık pahasına, ekonomik gelişme illüzyonunu sorumsuzca desteklemekle itham ediyoruz.
Çok büyük bir fenalık yaptınız, ama miadınız doluyor. İktisat devrimi, tarihteki bütün devrimler gibi umut ve kararlılıkla başlamış bulunuyor. Paradigma çatışmalarımız olacak, hakikat anlarımız olacak ve bunların her birinden yeni bir iktisat doğacak. Açık, bütünlüklü, insan ölçekli…
Bütün kampuslarda siz ihtiyar keçileri iktidardan indireceğiz. Sonra da müteakip aylarda ve yıllarda kıyamet makinesinin yeniden programlanma çalışmalarına başlayacağız.”
***
Ajanda-2018’in bu yılki konusu ‘yalan’…
Yukarıda aktardığım ‘manifesto’ oradan alıntı…
İçinde yaşadığımız dönemin ‘ekonomik doğruları’nı, aslında ‘ekonomik yalanları’nı yüzümüze çarpıyor.
Aslına bakarsanız bir ‘şok’ gerekli bugünün insanına…
Bu yüzden bu tür çıkışlar ‘sivri’ gibi görünse de önemli.
‘Marjinalliği’ artık çok da itici, gereksiz bulmuyorum.
Aksine, gün geçtikçe ‘merkez’de olmak, ‘ana akım’lar içinde yer almak çok da akıl işi gibi gelmiyor.
Örgütlülük, kurumsallık, ilkelilik, tutarlılık önemli…
Lakin çok iyi örgütlü, çok tutarlı, çok kurumsal, çok da ilkeli yapıların da ‘ezbere’ gittiği malum…
Kralın ‘çıplak’ olduğunu görüyor olsak da, zihnimize –belki bilinçaltımıza- kazınmış kimi yalanları, yanılsamaları ‘gerçekmiş’ gibi kabul ediyoruz.
Buna ‘yalanın meşrulaştırılması’ da demek mümkün.
***
Metni kaleme alanlar ‘Bas kıçına tekmeyi manifestosu’ başlığını tercih etmişler.
Gerçekten de öyle lazım!
Kapitalist dünyanın ve onu sürekli yeniden üreten mekanizmaların bize dayattığı ne kadar ‘yalan’la iç içe yaşıyoruz, bir düşünün.
‘Sağlık’ bunlardan biri mesela… Hangi ilacın aslında sağlığımıza iyi geldiğini, hangilerinin gereksiz, hatta zararlı olduğunu biliyor muyuz?
Kilo vermek, güzelleşmek, kas yapmak tıbbın konusu mu, yoksa ekonominin mi?
Peki ya eğitim? Sözümona ‘temel insan hakkı’ ve de Anayasal haklar arasında yer alan öğrenmek eğitimin mi, yoksa ekonominin mi konusu günümüzde?
Buna benzer yüzlerce soru var sorulması gereken.
İsyan edilecek o kadar ‘yalan’ var ki ‘doğru’ diye kabullendiğimiz.
Tekmeyi basmak şart…
Neresine gelirse artık!..