Kuzey Kıbrıs ekonomisinde en büyük olumsuzluk geleceğin belirsizliğidir. Bunun başlıca nedeni olarak Kıbrıs sorunu görülüyor, durumu daha da kötüleştiren başka nedenler de var ama asıl neden siyasetin ekonomik aklı ile ilgilidir.
Kuzey Kıbrıs siyaseti coğrafyasının ekonomisinin kötü yönetmiştir. Para birimi olarak istikrarsız TL kullanmak bir sorundur ancak onun etkilerini azaltabilecek ekonomik önlemler almak olasıdır, eğer siyaset ekonomik aklı kullanabiliyorsa ve bir de Türkiye’ye karşı onurlu duruşa sahipse…
Türkiye, yabancı paralar karşısında TL’nin erimesini tetikleyen nedenleri önleyemedi. Normal koşullarda TL’nin değer kaybetmesi, Türk ürünlerinin iç pazarda pahalılık nedeniyle arz fazlalığı oluşturması, ihraç pazarlarında da rekabet edebilirliğinin artması sonucunu yaratacaktı ve örneğin, Kasım – Nisan ayları döneminde yapılan yıllık turizm bağlantılarının patlaması da sürpriz olmayacaktı. Ancak, Türkiye’nin bu dönemdeki iç dinamikleri mal ve hizmet ürünlerine dış pazar ilgisini desteklememektedir, dahası kösteklemektedir. Dolayısıyla ve aslında her koşulda, öncelikle iç pazar faaliyetlerinin tetiklenmesi ve canlı tutulması gerekiyor.
Türkiye hükümeti uygulamaya koyduğu bazı programlarla bunu yapmaya çalışıyor, örneğin inşaat sektöründe pazar faaliyetlerini kışkırtıyor. TL’nin enflasyonunu artıracak olan Kamu Kesimi Borçlanma Gereksinimi hacmini de daraltmak için Varlık Fonu mekanizmasını ve bu mekanizmanın kaynaklarını zenginleştirmeyi deniyorlar. Bu fon eğer ekonomik akılla değil de siyasi tercihlerle kullanılırsa, fon ve fona kaynak yaratan tüm unsurlar çökecek; Kamu Kesimi Borçlanma Gereksinimi hacmi ve onun etkilediği enflasyon çok daha yüksek olacaktır. Bunu zaman gösterecek… Ama oralarda ekonomi yönetimi en azından faal, kaderci değil…
Kuzey Kıbrıs ise “Dur bakalım ne olacak?!” hallerinde… Hükümet durumu kader gibi seyrediyor, sorun kaynağı olarak da üzerinde hiçbir şey yapamayacağını söylediği TL’yi gösteriyor. Evet, bu konuda hiçbir şey yapamaz ama yapabilecek olan Türkiye hükümeti dahi başka önlemlerle ekonomiyi yönlendirmeye çalışıyor. Dolayısıyla Kuzey Kıbrıs hükümetinin de yapabilecekleri vardır ve Türkiye’nin yaptığı gibi pazar faaliyetlerini canlı tutup hareketlendirecek ekonomik önlemler alabilmelidir. Bunun için iki önemli adım atılabilir, birincisi yatırım iklimi yaratmak, ikincisi de pazar faaliyetlerinin esas unsuru olan tüketicinin alım gücünü en azından korumak ve mümkün olduğu kadar yükseltmek…
Yatırım iklimi için önce siyasetin günü-birlik olmayan, günü kurtarmaya çalışmayan istikrarlı ve güven duyulan ekonomik kararlar alması gerekiyor. Bu da hükümetin, muhalefetin ve ilgili meslek kuruluşlarının da katkı ve katılımcılığıyla alacağı kararlar ve yapacağı uygulamalarla olasıdır. Yatırım iklimini gerçekleştirmek için uygun kredilendirme kaçınılmazdır, mal ve hizmet üretiminin girdilerinde finansman maliyetinin düşürülmesi de ürün fiyatlarının en azından yükselmemesine yardımcı olacağı için tüketicinin satın-alma gücü en azından korunmuş olacaktır. Finans sektörünün düşük maliyetli kredilendirme yapabilmesi için de Merkez Bankası’nın kaynakları ve enstrümanları kullanılabilmelidir.
Pazar faaliyetlerinde anında etki – tepki, finansmanı en erken sürede mal ve hizmet ürününe dönüştürebilen esnaf ve zanaatkar sektöründe görülebilir. Bu sektör, küçük kredilerle pazarın taleplerine en yaygın mal ve hizmet üreten çok sayıda aktörden oluşmakta, özel sektör istihdamının da yoğun olarak sağlamaktadır. Dolayısıyla, ekonomik sorunlara acil – kısa – orta vadede çözümlemeler için hükümet esnaf ve zanaatkar iş kollarının mal ve hizmet üretiminde artan faaliyette olmasına destek verebilmelidir.
Hükümet kur sabitlemesi ile de üretim girdilerinin maliyetini düşürebileceği gibi, tüketicinin satın-alma gücüne de destek verebilecektir. Dövizin değer artışı, milyon dolarlarla ifade edilen günlük ithalatta, devletin kur farklarından kaynaklanan gelirlerinde önemli ve hatta mevcut bütçede öngörmediği kadar artış sağlamaktadır. Lüks tüketim ürünleri haricindeki ürünlerde kur sabitlemek pazarda fiyat artışını önleyebilir, lüks tüketim mallarının gümrük gelirlerinden kur artışlarından sağlanan kaynakla da bu uygulama desteklenebilir. Bu önlemler gibi daha birçok önlem almak da olasıdır.
Ancak, şu anda yaşanan ekonomik bunalımda hükümetin çaresiz durması, ekonomik akıl yoksunluğundan başka bir nedenle olamaz. Türkiye’den ek kaynak istemek, TL’nin değer kaybından dolayı bir hak gibi görülebilir ama ekonomiyi yönetmek yerine kolaycılığa kaçmak ve hastalıklı ekonomik yapının devamı demek olacaktır; Türkiye’ye mali esaretin ‘beslemeleri’ olarak nitelenmek de cabası…
Konunun asıl kahredici tarafı, onlarca yıldan beri, yabancı para birimleri karşısında değer kaybeden TL’nin Kuzey Kıbrıs ekonomisinde yaşattığı olumsuzluklarını asgariye indirmek için tonlarca fikir üretilmiş olmasına rağmen, hükümetlerin programlarına girmiş, uygulama takvimlerinin bile yapılmış olmasına rağmen hükümetlerde uygulayacak ekonomik akıl, beceri, istek olmaması… Şu an da değişen bir şey yok; çare olacak fikir çok ama uygulayacak, uygulayabilecek yetenekte siyaset yok… Bu konuları hala daha yazıp çizmek anlatmak temcit pilavı gibi oldu ama siyaset kaşığını kırmış…
Bu siyasi akıl düzeyi ile çözüm olsa kaç yazar… Bir de bu siyasetten Kuzey Kıbrıs ekonomisini çözüme hazırlaması istenmez mi ve hazırlamıyor diye de eleştirilmez mi?!...