Ekonomik Akıl ve Akılsızlık

Mertkan Hamit: Türkiye tarafından oluşturulup Kıbrıs'taki UBP iktidarının uygulamaya koyduğu paketlerin dayattığı yeni yapılanma, ekonomik ve politik alanda son derece ciddi bir kırılmayı temsil ediyor

 

Mertkan Hamit

mhamit@gmail.com

 

 

 

 

 

Türkiye tarafından oluşturulup Kıbrıs'taki UBP iktidarının uygulamaya koyduğu paketlerin dayattığı yeni yapılanma, ekonomik ve politik alanda son derece ciddi bir kırılmayı temsil ediyor. Siyasi partilerin, bağımsız oluşumların veya sendikaların temsil ettiği kitlelerin talepleri Kuzey Kıbrıs'ta 2004'ten sonraki dönemin politik ajandasının artık sadece Kıbrıs sorunuyla sınırlı olmadığını, mevcut siyasi ilişkilerin Kıbrıs sorunun ötesinde daha birçok konuyu içinde barındırdığının sinyallerini veriyor. Buna bağlı olarak neredeyse tüm örgütler 2004 yılından itibaren kendilerini yeniden konumlandırmak adına çeşitli tercihler yapıyor. Değişime yönelik birçok görüşün hakim olması ve değişime yönelik algıların farklılaşmış olması da sol açısından yukarıda belirtilen kırılmanın önemli bir halkasını oluşturuyor.

 

 

Politik spektrumun neresinde bulunuyorsa bulunsun politik partiler için değişim ve yeni koşullara yönelik pozisyon almak aslında şu an çok büyük bir kafa karışıklığını temsil ediyor. İlginç bir biçimde bu konuda var olan kafa karışıklığı sadece Kıbrıs’a özgü de değil. Teorik alanda da farklılaşmalar yoğun bir şekilde yaşanırken, İngiltere'de İşçi Partisi'nde Tony Blair döneminden sonra yaşanan dönüşüm, Yunanistan'da Sosyalist PASOK'un IMF reçetelerini uygulamak uğruna halkına şiddet uygulamayı ‘zaruri’ olarak kabul eden sözde gerçekçi sosyalizm anlayışı, Türkiye solunun en önemli akademisyenlerinden biri olarak kabul edilen Murat Belge'nin ve Türkiye Komünist Partisi eski başkanı Nabi Yağcı'nın yazdıklarından ve açıkladıklarından algıladığımız dönüşüm, sol siyasetteki kafa karışıklığını da gözler önüne sermektedir.

 

 

          Bu yazıdaki esas amaç, liberal ekonomiyi kurtuluş olarak gören anlayışı soldan eleştirmek yerine, dünyada en etkili ekonomistlerden biri olan Dani Rodrik'in ifadeleri doğrultusunda liberalizmin kendi içindeki çıkmazlarını ortaya koymaktır. Bu yazıyla liberalizmin içindeki açmazları liberal teoriyi temel alarak eleştirmeye çalışacağım. Böylelikle liberalizmi Kıbrıs’ta sürdürebilir ekonominin bir çözümü olarak düşünenlerin veya mevcut ekonomik durumun tedavi aracının Türkiye’nin IMF edasıyla dayattığı acı reçetelerin bir şekilde uygulamasıyla mümkün olduğuna inanların alternatif bir noktayı düşünmelerini sağlayabilmeyi umuyorum. Yazıda, Dani Rodrik'in görüşleri ile ilgili olarak hareket noktası Dani Rodrik'in 29 Ekim 2011 tarihinde dinleme şansı bulduğum London School of Economics'in ev sahipliği yaptığı seminer olacaktır[i]. 

 

 

         Yazının bütünlüğü açısından ilk önce yazar hakkında kısa bir bilgi vermek faydalı olacak. Türkiye doğumlu Yahudi asıllı bir akademisyen olan Dani Rodrik şu an Harvard Üniversitesi J. F. Kennedy School’da Uluslararası Politik-Ekonomi Profesörü; düşüncelerini ‘ekonomiye alışılmadık bir yaklaşım’ olarak tanımlıyor.[ii] Ekonomi ve finans alanında yapılan araştırmaların ve araştırmacıların göstergesi olan IDEAS’ın listesine göre, şu an dünya ekonomisine düşünceleriyle yön veren en etkili 50 ekonomistten biri.[iii] Liberal bir ekonomist olmasına rağmen Rodrik, kendi bulunduğu noktadan neo-liberalizm ile ilgili doğru bildiğimiz birçok konuyu eleştiriyor. Bu açıdan bakıldığında, Kıbrıs’ta son zamanlardaki tartışmalarda yaşanan piyasacı ve piyasa karşıtı ikilemine bence Dani Rodrik’in düşünceleri yeni bir boyut getirebilir.

 

 

         Dani Rodrik, yukarıda belirtilen seminerinde gelişmiş Batı/Kuzey ülkeleri ile daha az gelişmiş Doğu/Güney ülkeleri arasındaki ekonomik açığın nasıl kapatılabileceği sorusuna yanıt arıyor. Dani Rodrik’e göre hiçbir koşul olmaksızın bir biçimde ülkeler arası var olan ekonomik farklılıkların kapatılması mümkün. Başka bir deyişle IMF reçeteleri ülkeler arası ekonomik farklılıkların üstesinden gelinmesinde mutlaka başarılı olacak bir tedavi yöntemi değil, aynı şekilde özelleştirmeler veya makro-ekonomik dengeler de ekonomik kalkınmayı garanti etmiyor. Yani Dani Rodrik’e göre bütçe açıklarının durumu ne olursa olsun, bunlardan bağımsız olarak bazı ekonomik aktiviteler kalkınmanın sürdürebilir bir şekilde genişlemesini mümkün kılabilir ve bu aktiviteler geleneksel liberal ekonomik literatürden ciddi bir biçimde farklılaşıyor. Rodrik, ülkelerin kalkınmalarının hızını katlayabilmeleri için gerekli olan ekonomik aktiviteleri incelemeden önce üretken emeğin önemini ortaya koyuyor. Buna ek olarak, üretken emeğin verimli olarak var olabileceği ekonomik sektörün imalat sektörü olduğunu, imalat sektöründeki yoğun ekonomik aktivitelerin sürekliliğinin sağlanmasıyla kalkınmanın da sürdürebilir olacağını iddia ediyor.

 

 

Rodrik, pozisyonunu desteklemek amacıyla derin bir biçimde Tayland ve Arjantin ekonomilerini inceliyor. Tayland ekonomisinin, tipik bir Asya ekonomisi olarak, tarımda çalışan insanların emeğinin imalat sanayisine yönlendirilmesiyle daha üretken bir hale geldiğini, bunun da ciddi bir biçimde kalkınmayı tetikleyerek diğer ülkelerle arasındaki ekonomik uçurumun kapatılmasını sağladığını iddia ederken; Arjantin’de ise, tam tersi bir biçimde, imalat sanayisinde çalışanların emeğinin gelişen bankacılık ve servis sektörü gibi alanlarda yoğunlaşmasının ve sanayi faaliyetlerinin azalmasının ülkenin kalkınmasını yavaşlattığını belirtiyor. Dani Rodrik, Arjantin’de kalkınma hızının azalarak diğer ülkelerle ekonomik performansın düşmesinin ana sebebini en başta sözü edilen işgücünün mümkün olan en verimli biçimde istihdam edilememiş olmasından doğduğunu belirtiyor. Arjantin’de imalat sektörünün yıllar içerisinde göreceli olarak daha az verimli olan servis ve bankacılık sektörleriyle yer değiştirmesi, Rodrik’e göre, koşulsuz olarak gerçekleştirilmesi mümkün olan ekonomik yakınsamanın altını oymaktadır.

 

Bu noktadan hareketle piyasa mekanizmasının kontrolsüz olmasının zaman zaman problemler yaratabileceğini belirtiyor. Bu sebepten dolayı Arjantin örneğinde olduğu gibi kontrolsüz bir piyasa mekanizmasıyla emeğin daha az verimli sektörlere kaymasının büyümenin engeli olabileceğini söylüyor. Piyasa mekanizmasının mükemmel çalışmadığına dair yaklaşımının yanında Dani Rodrik, ayrıca ülkelerin kalkınmalarını sağlayabileceği yöntemleri de ortaya koyuyor. Bunların arasında neo-liberal ekonomistlerin tamamıyla reddettiği üretim sübvansiyonlarını, düşük para birimi politikasını ve kurumsal açıdan yapılması gereken değişiklikleri sıralıyor.

 

 

Rodrik, öncelikle kurumsal açıdan yapılması gereken reformların çok uzun süre gerektireceğini ve bu sebepten de reformlardan hareketle yapılacak herhangi bir ekonomik kalkınma modelinin gerçekleştirilmesinin oldukça zor olduğunu belirtiyor. Bunları söylerken ise ‘eğer İsviçre gibi mükemmel hukuksal bir düzen, çok iyi çalışan mahkemeler ve siyasi olarak sorunsuz bir bölge yaratılması için reformlar yaparak ekonomiyi düze çıkarmayı bekliyorsanız zaten bahsettiğiniz bölge İsviçre’dir ve bunları gerçekleştirebileceğinize göre zaten ekonomik olarak gelişmişsiniz’ diyerek aslında herhangi bir bölgenin yüksek ekonomik kalkınma performansını reformlarla sağlamasının pek de mümkün olmadığının altını çiziyor. Rodrik’e göre kurumsal reform tarzındaki ev ödevleriyle IMF’ye bağımlı olan hiçbir ülke tam olarak ödevlerini yerine getiremez ve bu yüzden ekonomik aktiviteler de günden güne gayri-yasal bir hal alır. Ekonomik aktivitelerin yer altına inmesi ise hem devletin vergi gelirlerini azaltır hem de ülkedeki iş gücünün üretebilirliğini negatif bir biçimde etkiler.

 

 

Bir diğer taraftan Rodrik, Çin’in yaptığı gibi ülkenin para biriminin değerini düşük tutma politikasını veya yerli ürünlerin sübvansiyonlarla rekabet edebilirliğinin artırılmasını ise ‘gelişmek isteyen ülkeler için kısa dönemli pratik bir alternatif’ olarak değerlendiriyor. Devletin ekonomiye belli bir şekilde müdahil olmasının ekonomik anlamda devletler arası uçurumun kapatılmasında yadırganmaması gereken bir durum olduğunu söyleyen Rodrik, devletin ‘işgücünü etkin bir biçimde imalat sektörüne yönlendirme’si gerektiğini belirtiyor. Son olarak Rodrik, geleneksel liberal literatürün biraz dışına çıkarak özelleştirme ve ticari serbestleştirmelerin, aslında ekonomik kalkınmayı getirerek, devletler arası var olan kalkınma farklılığını ortadan kaldıracağının garantisi olmadığını belirtirken, ekonomik kalkınmanın esasının imalat sektörünün geliştirilmesinden geçtiğini vurguluyor. Kur politikası ve sübvansiyonları araç olarak kullanıp kalkınmayı başaran ülkelere yönelik gelişmiş devletler tarafından yapılan baskıların ise yersiz olduğunu vurgulayan Rodrik, kalkınma hızını kaybeden gelişmiş ülkelerin, daha az gelişmiş ülkelerin kendilerine özgü metotları kullanarak gelişmelerine tepki göstermesini anlamsız buluyor. Rodrik'e göre kalkınmış ülkeler, öncelikle kendi iç yapılarındaki problemleri çözmek için gerekli olan ev ödevlerini yapmalıdırlar.

 

 

Tabii ki seminerdeki tartışmaları kendimce yorumlayarak yazdıklarımın yanında Dani Rodrik’in çok da üzerinde durmadığı ve sol politik ekonomi açısından önemli bir başka nokta olduğunu düşünüyorum: “etkin olarak kullanılacak ‘emeğin’ durumu”. Dani Rodrik, tartışma boyunca koşulsuz kalkınmanın motoru olarak kurguladığı imalat sektöründe etkin olarak kullanılacak verimli emeği artı değer oluştururken ve koşulsuz kalkınmayı mümkün kılarken bunun emeğin aşırı sömürüsü ile mümkün olacağı konusunda hiçbir şey söylemiyor ve soru cevap bölümünde sorulan soruları da dar ekonomik açıklamalarla geçiştiriyor. Tayland ve Çin gibi Uzak Doğu ülkelerindeki verimli kullanılan emeği sadece bir üretim girdisi olarak algılaması aslında çizilen resmin eksik olduğunu gösteriyor. Buna ek olarak, çalışmanın tamamının gayri safi milli hasıla rakamları üzerinden oluşturulmuş verilerden hazırlanması ülkeler arasındaki gelişmişliğin topluma ne kadar yansıdığı konusunda herhangi bir bilgi vermiyor. Ekonomik olarak adil bir dağılımın olmadığı fakat ekonomik olarak milli hasılasını artıran bir ekonominin ne derece sağlıklı olduğu ise kafamda oluşan başka bir soru işareti. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan “Dünya Hane Halkı Varlık Dağılımı” araştırmasına göre dünyadaki en zengin yüzde on, dünyadaki varlıkların yüzde seksen beşine sahipken, Dünya’daki insanların yüzde ellisi, dünyadaki tüm varlıkların toplamının yüzde birine sahip olabiliyor (Davies et al 2010). Bu noktadan hareketle aslında Rodrik’in öne sürdüğü yaklaşımın üretimle sınırlı olduğunu, bunun bölüşümünün piyasa kontrolünde kalmasının ise yine eşitsizliği getireceğini öne sürmek yanlış değildir. Son olarak bu çalışmada ekonomik kalkınma ile ilgili imalat sektörünün getirebileceği kirlilik gibi dışsallıkların çözümüne ve imalatın çevreye zararlarının üstesinden gelinmesine Dani Rodrik hiç vurgu yapmıyor. İmalatın yaratacağı kirliliğin toplumsal bir masraf olarak görülmeden yapılacak olan ekonomik kalkınmanın uzun dönemde yeni nesillerin hayatına mal olacağı gerçeği önümüzde dururken hiçbir şekilde bunun vurgulanmamış olması bana göre son derece problemli bir durum.

 

 

Çok kısa bir şekilde yukarıdaki tartışmayı Kıbrıs’ın kuzeyine çevirelim ve koşulsuz olarak ekonomik kalkınmayı sağlayacak sektörün imalat sektörü olduğunu temel alalım. Adanın kuzeyinde şu an verimli emek girdisiyle üretim yapan kurumların özelleştirme ile karşı karşıya olması son derece dikkat çekici. Elektrik Kurumu, Telefon Dairesi ve Koop-Süt imalatı gerçekleştiren ve Dani Rodrik’in belirttiği kapsamda desteklenilmesi gereken verimli emeğin kullanıldığı sektörlerdir. Bu sektörlerle koşulsuz olarak kalkınmanın sağlanabileceği Dani Rodrik gibi etkili ekonomistler tarafından öne sürülüyor ve liberal görüşe uygun bir biçimde pozitivist yöntemlerle “kanıtlanıyor”. Dani Rodrik’in sol siyaset noktasında eleştirisini bir kenara bırakarak sonuç yerine Kıbrıs’ta ekonomik aklı özelleştirmelerle sınırlı görenlere iki soru sormayı uygun görüyorum.

Halen daha yukarıda adı geçen kurumların özelleştirilmesinin tek yol olduğu inancına bağlılık getiren ‘ekonomik aklı’ Ankara’ya yaranmaktan başka nasıl anlayabiliriz?

 

 

Yasal reformların ve özelleştirmenin kalkınmayı getireceği garantisinin olmadığını belirten Rodrik’in ekonomik aklına karşı dünyaya ayak uydurmanın yolunun, Ankara’ya ayak uydurmaktan geçtiğini iddia eden liberallerin, aslında basmakalıp fikirleri yerine koşullara uygun uygulamaların olduğunu görememe nedeni, iktidar hırslarından ötürü ekonomik akıllarını kaybetmeleri olabilir mi?

 

 

 

 


 

[i]     Konu ile ayrıntılı bilgi edinebilmek için Dani Rodrik'in sunduğu  “The Future of Economic Convergence”  seminerine (http://www2.lse.ac.uk/newsAndMedia/videoAndAudio/channels/publicLecturesAndEvents/ latest100.aspx?top=100) adresinden erişebilirsiniz.

[ii]    Dani Rodrik'in kişisel blog sayfası (http://rodrik.typepad.com)

[iii]   (http://ideas.repec.org/top/top.person.all.html) adresinden sıralamaya erişmek mümkün.

 

Referanslar

Rodrik, Dani. "Dani Rodrik Home Page." Harvard Kennedy School. Web. 30 Kasım 2011, <http://www.hks.harvard.edu/fs/drodrik/Research%20papers/Unconditional%20convergence%20rev%201.pdf>.

James B. Davies, Susanna Sandstrom, Anthony Shorrocks and Edward N. Wolff (2010). "The World Distribution of Household Wealth". The World Distribution of Household Wealth. World Institute for Development Economics Research of the United Nations University (UNU-WIDER).

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri