Konu artık dar siyasi beklentilerin çok ötesine geçti. İçine girdiğimiz ekonomik türbülanstan çok küçük bir azınlık hariç kimse sağlam kurtulamayacak. Buna siyasiler de dahildir.
Türk Lirası'nın geldiği içler acısı durum ve 'daha bunlar iyi günlerimiz' algısı CTP'li ya da UBP'li dinlemeyecek. Bir tsunami dalgası gibi herkesi suların altına gömecek.
Ekonomik bakımdan zaten kum üstüne yazı yazıyorduk. Türkiye'nin yedi düvele ve en kritik olanı da ABD'ye kafa tutma siyaseti sonucu ne kale kaldı, ne de kum.
Maliye Bakanı 300 milyonluk bütçe açığında ün söz ediyor. Siyaset çaresiz. Ne pada basacak hali var şu garip KKTC'nin, ne de kredi başvurusu yapacak bir alternatif kapısı.
Çalınacak tek kapı Ankara'nınki. O bile henüz gındırık değil. Beklemedeyiz. Randevu verilecek de gidilecek, görüşülecek.
Ankara ile ne görüşülecek peki?
Ne talep edilecek?
Bütçedeki açığın kapatılması mı?
Yani ekstra para...
Aslında ekstra değil. Türk Lirası yerinde durmuş olsaydı, öyle bir açık oluşmayacaktı. Kabahat KKTC devletinin değil yani. TL'nin...
Bunu Başbakan da söyledi, herkes söylüyor.
Yani durum tespitimiz tamam.
Teşhis konuldu.
Tedavisi ne peki?
İşte siyaset kurumunun yapması lüzum eden de bu. Teşhisi uzmanlar da koyar, yazarlar da koyar, akademisyenler de koyar. Çareyi bulmak ya da bulunanı uygulamak ise idarecinin işidir.
***
Defalarca yazıp söyledim. Tekrar etmekte zarar yok: TL'den kurtulmadan ekonomide kimse düzelme beklemesin. İster Euro'ya geçelim, ister başka bir istikrarlı birimden hesap yapalım. Ama bir şekilde TL'den uzak durmamız şart.
Teknik olarak mümkündür bu. Piyasaya gerekli miktarda Euro da bulunur, Dolar da, Sterlin de.
Herkes bu noktada hemfikir.
Kafalardaki tek soru şu: Ankara bize TL cinsinden katkı yaparken biz TL'nin kayıplarının nasıl kapatıp Euro ödemeye devam edeceğiz?
Yanıtı basit: Şu anda da Türkiye'den gidip isteyeceğimiz bu aslında. Sadece TL cinsinden yollayacak parayı Ankara. Aradaki fark tam da Euro'nun kazandığı değer kadar.
Peki nedir mesele o zaman?
Mesele Ankara'yı ikna etmek.
Buna cesaretlenmek.
"Türkiye asla izin vermez" diyor birçok kesim.
Niçin vermesin ki?
***
Madem konu siyasidir. Madem mesele Ankara'nın, yani Erdoğan'ın ikna olmasıdır. O zaman bunun yolu bulunmalıdır.
Kıbrıs Türk Toplumu göz göre göre mahvolmayı beklemek yerine, başka konulardaki çelişki ve kavgaları bir tarafa koymalı, ortak bir zeminde buluşup 'Ankara'yı ikna seferberliği' ilan etmelidir.
İki somut önerim var.
1- Başta halen görevde olanlar dahil hayattaki bütün Cumhurbaşkanları ve Başbakanlar bir toplantıda bir araya gelmeli ve 'ekonomik bunalımı önlemek' adına ortak hareket edeceklerini kamuoyuna duyurmalıdır. Mustafa Akıncı, Tufan Erhürman, Mehmet Ali Talat, Derviş Eroğlu, Ferdi Sabit Soyer, İrsen Küçük, Hakkı Atun, Sibel Siber, Özkan Yorgancıoğlu, Ömer Kalyoncu ve Hüseyin Özgürgün'ün birlikte verecekleri mesaj toplumsal dinamikleri de umutlandırıp oyuna dahil edebilecektir. Böyle bir toplantıyı düzenlemek Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın inisiyatifindedir ve kimsenin bundan imtina edeceğine inanmıyorum.
2- Parlamento acilen 'ekonomik buhran tehdidi' gündemiyle toplanmalıdır. Meclisteki bütün partiler somut öneriler üzerinde görüşlerini deklare etmeli, ortak bir deklarasyonla Ankara'dan beklentiler toplumun ortak paydası olarak ifade edilmelidir.
Bu öneriler çeşitlendirilebilir, farklı platformlar oluşturulabilir.
Yeter ki 'çıkış yolu' doğru tespit edilsin. Yeter ki Ankara'nın kapısı çalınırken 'alternatif' ortaya konulabilinsin.
Aksi halde bu ülkede ne UBP'li iş insanları ayakta kalabilecek ne CTP'li, ne TDP'li, HP'li, DP'li.
Ne sağcı işçi ve memur dayanabilecek krize ne solcu köylü, üretici...
Çıkış yolu vardır ve bu toplumun iç dinamiklerini harekete geçirmek başlangıç olabilir.
Niçin denenmesin?