İnsanların eski bayramları özlemesi ve hep geçmişi aramasının sebebi, yalnızca zamanın değişmesi değildir.
Yitip gidenlerdir aslında…
Büyüdükçe kaybolan masumiyettir.
Anılara sarılmak yetmez bazen…
Çocukken sarıldıklarınızı ararsınız; birer birer eksilmişlerdir hayatın içinden…
Duvarlarda görüntüleri vardır ama sesleri yoktur şimdi…
Yusufçuğun altında babanızı bulamazsınız…
Ninenin evine uğramak çıkar haritadan…
Teyzenin, eniştenin avlusunda kurulan sofralar ve birkaç kuşağı yan yana getiren masalar dağılır.
Çocukluğunuzun mahalleleri yabancılaşır size…
Kapı önlerinde okul arkadaşlarınıza rastlamazsınız gün doğumlarında…
Hiç değişmese de mekanlar - ki çok değiştmiştir - oralara hayat veren insanlar yoktur artık…
Özlersiniz…
Hayat kendini yenilese de geri getiremediklerinizin hüznü çöker omuzlarınıza ve bir sızı çevreler yüreğinizi…
Ne o berber durur yerinde, ne mahalle bakkalında sizi sevindiren amca… Bisikletçi, çörekçi, yorgancı…
İnsanlar bir yana meslekler bile kaybolmuştur.
*
Eski bayramlar değil aslında özlediğimiz…
Büyüklerimizdir, vedalaştığımız ama bizden de bir gülüş, bir duruş, bir sevinci alıp giden…
Hep “içimizde” dolanırlar…
Hep bir “fısıltı” ile konuşurlar…
Kapılar, evler ya da avlular anlamsızlaşır, insanlar değiştikçe…
Gidecek yeriniz yok gibi olursunuz bir an…
Çoğalır anılar…
“Şimdi burada olsa nasıl gülümserdi…”
“Ne mutlu olurdu şimdi…”
“Öfkelenir, söylenir, sakinlerdi…”
Geçmişten çok geçmişimizdir özlenen…
*
Hayat sizi elinizden tutar, geçmişinize götürür ve geride bırakamadıklarınızın hasretiyle tutuşursunuz.
Ne yapsanız, ne etseniz boşluğu dolmayan insanlar vardır; bayramdan bayrama da görseniz, kişiliğinizi oluşturan suretlerdir her biri…
İnsan gözlerine bakmak ve kucaklamak istiyor, kalbine dokunmak istiyor, iç çekerek dertlenmek istiyor, doyamadığı sevdikleriyle yeniden yüzleşmek istiyor. “Siz ne güzeldiniz benimle, bilemezsiniz” demek istiyor insan…
Kapıyı açanlar değişince kapılar anlamsızlaşıyor… Avluda toplananlar eksildikçe, avlular yalnızlaşıyor…
İnsanın kalbi acıyor, daha az tandık yüz gördükçe sokakta, limanda, kıyıda, kırsalda…. Coğrafya yağmalandıkça kumlarda çıplak ayak koşmanın anlamı sorgulanıyor. Toprağa emanet ettiklerimizin ışıklar içinde olmasıyla avunsak da odaların ışıkları birer birer kapanıyor.
Eski bayramları değil memleketin eski hallerini özlüyoruz çok daha fazla… Özlüyoruz, şimdi istesek de tutamayacağımız elleri ve doyamadığımız sohbetleri…
*
Yurt yırtık, zamanın yüzü yırtık, evler ve avlular yırtık… Dedeler ve nineler olmayınca, anneler ve babalar… O zaman sizin çocukluğunuz bitiyor, şimdinin çocukları eski bayramları bilmiyor zaten…
Çocukları sevindirmenin zamanı şimdi… Yitik bir yurt bırakmamak için yarınlara… Umudu çoğaltmak gerekiyor illaki… Çocukların payıdır bayram…
Kim bilir, gün gelir, belki yine kapıların dışında olur anahtarlar, belki yine komşu komşuyu tanır, liman yolunda selamlaşır insanlar, belki yine bir bardak soğuk limonata ikram eder esnaf, halini hatırını sorar anne babanın, yine kocaman bir evmiş gibi yaşanır hayat…
Kim belir, belki yine, diller ve inançlar farklılaşsa da ortaklaşır bayramlar…