Enterkonnekte sistem uzun bir süredir adım adım gündemimize gelmekte olan bir konu. Akdeniz’den çekilecek bir kablo ile Türkiye, Avrupa ve Kıbrıs arası elektrik şebekeleri bağlantısını kuracak bu sistem hakkında pek çok tartışma, siyasi ve ideolojik temeller üzerinden devam ediyor. Bizler bu köşe yazısında sistemin ekonomik ve çevresel potansiyelini ele almaya çalışacağız.
Bu incelemeyi yapmadan önce ülkemizin güneş enerjisini potansiyelini ve bu potansiyeli mevcut alt yapımız ile ne kadar kullanabileceğimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Güneşin yılda en fazla 20 gün bulutlarla kapalı olduğu ülkemizde, güneş panellerini kullanarak elde edebileceğimiz ciddi bir yenilenebilir enerji miktarı var. Ülkemiz toprağına Ekvatora yakınlığından dolayı dik açılarla düşen güneş ışınları, nispeten daha kuzeyde olan Avrupa ülkelerine göre paha biçilmez bir kaynak yaratıyor.
Hepimiz bu büyük potansiyelin farkındayken, bu potansiyeli kullanmada gerçekten zayıf kaldığımız ise açıkça ortada. Dahası mevcut şebekemize dahil edebileceğimiz yenilenebilir enerji miktarının, santrallerimizde mazot yakarak üretilen enerjinin %25’ini aşamaması ise acı bir gerçek. Bu oranın üzerinde yenilenebilir enerjinin mevcut sisteme aktarılması, akımda dalgalanmalar yarattığı için mümkün değil ve buna izin verilmiyor.
Peki, Enterkonnekte Sistemin bu konuda Kıbrıs’a getirebileceği açılım nedir? Kablonun iki ucuna yapılacak trafo sistemi ile adaya hem enerji vermeyi, hem de adadan enerji almayı mümkün kılacak bir sistem. Bu sistemin en büyük getirisi ise aslında elektrik değil. Daha büyük bir şebekeye bağlanacağımız için %25’lik yenilenebilir enerji üretim limitini kaldırması. Böylece kullanımımızın tamamını, hatta daha fazlasını yenilenebilir enerjiden üretmek mümkün.
Yenilenebilir enerji olarak önümüzdeki üretim sınırlarını kaldıran bu sistemin tek başına yeterli olmayacağı ise aşikar. Geçtiğimiz yıl Fransa Parlamentosundan geçen bir yasa bu konu hakkında bir ülkenin nasıl vizyon koyabileceğini ise gözler önüne seriyor. Bu yasaya göre Fransa’da yapılan binaların çatısında güneş paneli veya yeşil çatı uygulaması zorunlu.
Adamızda da, Fasıl 96 Yollar ve Binalar Yasası altında bu adım atılabilir. Bir anda ülkedeki tüm binaları enerji üreten solar çiftlikler haline getirebilecek bu değişiklik, Enterkonnekte sistem ile birleşince yurt dışına Güneş Enerjisi İhracatını mümkün kılabilir.
Üreteceğimiz güneş enerjisini Avrupa piyasasında satma imkanı ise, ülke bütçemize ciddi bir ihracat kalemi oluşturacaktır. Sonuç olarak yeni tarlalarımız binalarımızın çatısına, yeni ekinlerimiz güneş ışınlarına ve dünyaya satacağımız ürünler ise yenilebilir enerjiye dönüşebilir. Tabii bunun için ‘Yenilenebilir Enerji İhracatı’ vizyonu doğrultusunda ciddi bir planlama ve yapılanma sürecine girilmesi de şart.
Yenilenebilir enerji konusunda yapılanma yalnızca ekonomik akıl açısından değil, aynı zamanda çevre bilinci açısından da artık bir zorunluluk. Enerji üretmek için yapılan işlemlerde ortaya çıkan karbon salınımı, küresel ısınmaya sebep olduğundan dolayı, Avrupa Birliğinin birincil önem verdiği hassasiyetleri arasında. Mazotla enerji üretimi ise, diğer yöntemlere kıyasla en fazla karbon salınıma sebep olanlardan biri.
Özellikle Avrupa Birliği her gün karbon salınımını azaltacak adımlar atarken, AB üyeliği için çabalayan Kıbrıslı Türklerin enerji üretimlerini mazot yakarak yapmaları pek de mümkün değil. 2015 yılında Kyoto protokolünü geliştirerek COP 21 protokolünü geçiren dünya ülkeleri, karbon bütçesiyle karbon salınımını azaltma yoluna gidiyor. Durum buyken olası bir anlaşma sonrasında bizleri bekleyen en büyük krizlerden birinin Karbon Salınımı konusunda olacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok.
Tabii her kriz gibi Enterkonnekte Sistem ve AB Karbon Salınımı parametreleri de bir fırsat. Bu fırsatı değerlendirmek içinse ülkesel vizyon belirlenmesi gerekiyor. Bu vizyona göre ilgili kurumumuzu ülkesel ölçekte yenilenebilir enerji planlaması ve sürdürülmesinden sorumlu hale getirmek de seçenekler arasında. Böylece bu kurumumuz mazot yakarak elektrik üretimi yapan bir yapıdan, güneş enerjisini AB’ye satan bir kamu kuruluşuna dönüşme potansiyeline sahip.
Bu potansiyeller, riskler ve değişim ihtiyacı ise bizlere Winston Churchill’in yıllar önce dile getirdiği değişim söylemini hatırlatıyor: “Değişmek gelişmek, süreli değişim ise mükemmel olmak demektir.”