Pandeminin yol açtığı psikolojik sorunları gözlemlemeye başladık bile. Ruhlarımız bedenlerimizden daha da kırılgan. Birden bir tanıdığın ruhsal ya da bedensel rahatsızlık haberini alabiliyoruz. Birbirimizi kollama ve destekleme zamanı bu günler. Arkadaşlarımızın, yakınlarımızın değerini daha bir anlıyoruz.
Hayatın tatlı bir esinti olabildiği anılarımız var. Belki yine olur böyle şeyler. Barlar, kafeler, tatil mekanları dopdolu. Yaz geç veda eder bizim buralarda. Denizin tadının hala çıkarılabildiği bu son günler çok değerli. Hayata bir oburlukla saldırılmasını anlayabiliyor insan. Elimizden kayıp giden o ayların intikamını almaya çalışıyoruz.
Bu yazıyı denize bakan bir masada yazıyorum. Birlikte hafta sonu tatiline çıktığımız arkadaşlar yüzmeye gittiler. Ben mecburen bilgisayar başındayım. Hayat işte. Arada güneşin ışıttığı maviliklere bakıyorum. Denizin, kayaların bir ruhu var diye düşünüyorum. Canlı varlıklar arasında sayılmasalar da birer canlı mekânı ikisi de. Yıldızlara bakarken önündeki çukuru göremeyip fena halde düşen filozoflar gibi hissetmişimdir kendimi kimi zaman. Dünyevi işler bazen öyle uzak ki benden.
Az önce yolda içi dışı bir olan, masumiyetini korumaya çalışan insanların nasıl çuvalladığı üzerine konuşuyorduk. Arkadaşlarım da bana benziyorlar. Kaybedenler kulübü üyesi olmaya mahkumuz bizler. Bir diğer açıdan bakınca ise “galiptir bu yolda mağlup”. Kaybedenler için de hayatın bir başka ödülü bulunur her zaman.
Hayatın içindeki değişimin yarattığı iki duygu var bende. Birisi kaygı ve yitirme korkusu, diğeri ise güzel sürprizler olasılığının yarattığı umut ve heyecan. Hayatın acı-tatlı bir serüven olmasının anlamı bu belki de.
Kötülüğün galip geldiği anların kederini taşırken bir gün her şeyin değişebileceğine dair o umudu yeşertebiliyoruz içimizde. Daha önce de deneyimledik bunu çünkü. Zor zamanların ardından hep geliverdi ışıltılı günler.
Bazen kötü zamanları daha da kötü zamanlar izleyebiliyor diyebilirsiniz. Bunun örnekleriyle dolu tarih. Bu dönemlerin sonunda bir nekahet dönemi tatlılığı olabiliyor ama. Yepyeni bir enerji ile başlanıyor hayata. Riske girenin ya da kaybedilenin değeri daha da iyi anlanabiliyor. Yapılan hatalardan çıkarılan dersler ışık tutuyor geleceğe.
Kırgınlıklarımızın, pişmanlıklarımızın da bir yeri var hayatta. Onları şiirlere, şarkılara, romanlara filan dönüştürebilmişizdir çağlar boyunca.
Bazen sevinecek öyle çok şey buluyorum ki hayatta. Balkonda birden açan bir çiçek bile mutlu edebiliyor beni. İlk kez işittiğim bir şarkı ile kanatlanabiliyor, bir kitabın sayfaları arasında mest halde dolanabiliyorum.
Hayattaki en önemli becerilerden biri dengeyi tutturabilmekte belki de. Bir şeyin bize zarar verdiğini fark ettiğimiz anda bir biçimde kaçabilmeliyiz ondan. Yaşama içgüdüsü bu belki de. Kendimizi kötülükten korumak ne kadar güdüsel ne kadar öğrenilmiş bir şey çok emin değilim bundan. Kimi insanlar kendilerini cezalandırmak istiyorlar, yavaş ilerleyen bir intiharı deniyorlar. Öz öfke yıkıma gönderebiliyor insanları.
Bu konuda arkadaşlarım çok yardımcı olmuştur bana. Kendine kızma, kendini suçlama diye rahatlatmışlardır. Ben de aynı şeyi yapmışımdır pek çok insana. Başka bir açıdan bakılınca dehşete düşülen şeyin o kadar da trajik olmadığını gösterebilmişimdir. Ama insanın kendine bile söylemek istemediği sırları, derinlerde taşıdığı bir karanlık var kimi zaman. İşte bunu sağaltmaya edebiyat yardımcı oluyor en çok da.
Suçladığımız, küçümsediğimiz pek çok insanın nasıl bir hayat hikayesinden geldiğini bilmiyoruz. Hayatta bizim sahip olduğumuz bazı imkanlara sahip olamamış pek çok insan. Sadece coğrafya değildir kader olan, aile de, beden de, seçmediğimiz, içine doğduğumuz pek çok şey de bu kaderin unsurlarıdır.
Kimi insanlar bu bataklıklarda yeşeren birer çiçek olmayı başarabilmişlerdir. Benim hayattaki en büyük hayranlığım işte bu tip insanlaradır. Bu zor dönemlerden çıkacağız bir gün. Tutunabileceğimiz iyi arkadaşlarımız varsa daha kolay olacak bu. İyi arkadaşlarımız olabilmesi için bizim de iyi bir arkadaş olmamız gerek ve ne mutlu ki elimizde olabilen bir şey bu.