Sahte kelimesini, reçete soruşturmaları ile birlikte günlük hayatımızda bolca kullanmaya başladık. Ardından gelen diploma meselesi, konunun üzerine tuz biber ekti. Hepimizin gözleri önünde, eski bakanlar, mukkayyitler, polis genel müdürleri ve daha nice üst düzey yöneticiler, diploma soruşturması kapsamında gözaltına alınıp sorgulandı. Kimisi karakollarda, kimi ise hastane odasında tutuklu olarak alıkonuldu. Umarım gerek reçeteden gerekse diplomadan kaynaklanan cezai işlemler sakız gibi uzatılmadan mahkemenin gündemine getirilir de ak koyun kara koyun ortaya çıkar. Fikrimi sorarsanız, teknik manada savcılığın işinin çok da kolay olmadığını düşünüyorum. O yüzden eğer müstakbel davalarda beraat çıkarsa, yürütme organının; sağlık ve eğitim alanındaki denetim ve dönüşümleri gerçekleştirmekten geri durmaması gerekir. Ama zaten pek çok olayın parçası olan şimdiki “iktidar”la bunun mümkün olduğunu düşünmüyorum.
Gelelim en güncel meseleye. Serdinç Maypa uzun zamandır yaptığı sosyal medya yayınları ile toplumun çok büyük bir kesiminin dikkati çekiyor, siyasileri ve yasa dışı iş yapan kesimleri rahatsız ediyordu. Siyasiler derken, şu anda hükümetteki partilere mensup ve aslında kamunun zarara uğratılmasına adeta yemin etmiş parti başkanları, hükümet üyeleri, milletvekilleri, bürokratları gibi şahısları kastediyorum. Aslında çoğu şey gözlerimizin önünde oluyordu. Maypa bu konuların hakikiliğini ortaya çıkarmak için belgelerle konuşuyordu. Elektrik Kurumu’ndan Aksa’ya, Ercan Havalanı’na, devlet ihalelerindeki yolsuzluklara, yandaş istihdamlarına ve daha sayamadığım sayısız adaletsizliğe vurgu yapıyordu. Kullandığı yöntem ve üslup kimilerini rahatsız etse de, hemen herkes adından söz ediyor, beğenmese bile zaman zaman söylediklerine kulak veriyordu.
Son zamanlarda gündeme getirdiği konular, siyasilerden çıkıp iş insanlarına, müteahhitlere de yayıldı. Polisin Mahkemeye yaptığı çok da aydınlatıcı olmayan izahate göre Maypa; Cafer Gürcafer’in, kimi sigorta şirketlerinin, Kalkınma Bankası’ndan ve Elektrik Kurumu’ndan da yetkililerin şikâyeti neticesinde gözaltına alınıp tutuklanmış. Maypa’nın işlediği iddia edilen suçun, “Özel Hayatın ve Hayatın Gizli Alanının Korunması Yasasına” aykırılık olduğu polis tarafından açıklandı. Yakın zamanda vatandaşlık pazarlığı yapılan video kayıtlarını ifşa ettikleri iddia edilen YENİBAKIŞ gazetesinden Kazım Denizci, Esengül Aykaç ve Deniz Abidin Kuni’nin tutuklanması olayında da bu yasayı konuşmuştuk. Bu mevzuya dair değerlendirilmesi gereken en önemli nokta, “haberleşmenin ve özel hayatın gizliliği” hakkı ile kamu yararı arasında kurulacak terazidir. Birbiri ile çatışan iki yarardan bahsediyoruz. Bizim dışımızdaki dünyada bu meseleler bolca yaşanmakta ve hukuk buna dair kurallar belirleyip, yeri geldiğinde kararlar almaktadır. Mesela; güncel ve kamunun bilmesinde kamu yararı bulunan olaylarda, gerçekleşen yayımlarda kullanılan belgelerin, kişisel veri içermesi halinde bile ifşa edilmesi hukuka uygun ve meşru kabul edilebilir. Maalesef bizdeki yasa, yasa uygulayıcıları tarafından o şekilde değerlendirilmemektedir.
Bu hususta işaret etmek istediğim bir diğer nokta, whistleblowing (bilgi uçurma) kavramıdır. Kısaca, etik olmayan veya yasadışı olan bir olayı veya durumu kamu yararını sağlayacak şekilde resmi veya resmi olmayan kanallara ihbar etmektir. Yani resmi manada polise de gidebilirsiniz veya çoğunlukla gazeteciler gibi topluma bilgi aktarabilen kişilere aktarabilirsiniz. Özellikle bizim gibi yasa dışılığın devlet idaresinde kural olduğu zaman ve coğrafyalarda büyük bir öneme sahiptir. Çünkü ihbar edilen hususlarda, yönetim erkânı bu denli işin içindeyse, cezai süreçlerin başlaması pek mümkün olmuyor. Ama toplumun bu konuyu gündem hâline getirmesi ve hareketlenmesi, idarecileri de köşeye sıkıştırıyor. Diyeceğim o ki, kısa ismi ile “Özel Hayatın Gizliliği” yasasının uygulamasında yaşanan sorunların önüne geçmek için daha net ifadeler ile kamu yararını içeren yayınların koruma altına alınması gerekir. Açıkçası Maypa’nın, özellikle yolsuzluk ve yasa dışılıklara yönelik yaptığı yayınların, “özel hayat” sınırı ötesinde kamu yararı üzerinden değerlendirmeyi hak ettiğini düşünüyorum. Ayrıca kendine bilgi ve belge veren kişiler sorulduğunda, “leylekler” cevabını vermesi, “bilgi uçurucu” kişileri koruyucu nitelikte olduğu da ortadadır. Mevzuyu bir de bu boyutu ile değerlendirmek gerekir.
Tüm bunların paralelinde devam eden bir başka konu da “insan kaçakçılığı”. Bu suç 2020 tarihinde ceza yasasına “insan ticareti” suçu ile birlikte dâhil edildi. İkisi çoğu zaman birbiri ile karıştırılırsa da, insan ticaretinin barındırdığı hak ihlalleri bağlamında çok daha ağır bir suç olduğu ortadadır. İnsan kaçakçılığı suçunda; bir kimsenin, maddi menfaat elde etmek için yasal olmayan yollardan bir yabancının ülkeye girmesine veya yurttaş olan bir kişinin veya bir yabancının yurtdışına çıkmasına imkân sağlaması gerekir. İnsan ticaretinde ise; “zorla çalıştırmak veya fuhuş yaptırmak veya hizmet ettirmek veya kulluğa veya esarete tâbi kılmak veya vücut organlarının verilmesini sağlamak amacıyla tehdit, baskı, zor veya şiddet uygulamak, nüfuzu kötüye kullanmak, kandırmak veya kişiler üzerindeki denetim olanaklarından veya kişilerin çaresizliğinden yararlanarak kişinin ülkeye girmesine veya yurt dışına çıkmasına imkan sağlarsa veya kaçırırsa veya bir yerden başka bir yere götürürse veya sevkederse veya barındırırsa” bu fiillere maruz kalan kişilerin rızası olup olmadığına bakılmaksızın suç oluşur. Henüz yasalaşmadığı yıllarda bu suçu gece klüpleri üzerinden tartışsak da günümüzde o mekanların ötesine geçmiş durumdadır. Bu alana yönelik yürütülen çalışma ve araştırmalar; fuhuşa zorlama yanında, inşaat, tarım, ev işleri (çocuk – yaşlı bakımı) alanları üzerinden de bu suçun ülkemizde mevcut olduğunu ortaya koyuyor. En bilindik uygulama olarak; işçilerin pasaportlarına işverenlerce el konulması, işçilerin borçlandırılması, insani olmayan koşullarda barındırılması vb gibi örnekler sayılabilir.
Şu anda adada bulunan işçilerin bir kısmı ön izinle getirilmemiştir. Sektörlere daha yakından bakıldığında, öğrenci vizesi ile getirilen pek çok örneğe eminim herkes rastlamıştır. Bu noktada özellikle şimdi dilimize dolanan insan kaçakçılığı meselesinden ziyade, suçun unsurlarına bakıldığında, insan ticaretinden bahsetmek mümkün. Çünkü çoğu zaman bu kişiler yasal yollardan adaya giriş yapıyor, ya ön izin ya öğrenci ya da turist vizesi ile. Sonradan kayıt dışına düşmeleri de onları sömürü batağının içine sokuyor. Aslını isterseniz bu konunun temelindeki en önemli unsur, emek sömürüsü. Sektörlerde çalışanların çok büyük bir çoğunluğunun dilimizi bilmeyen yabancılar olduğu dikkate alındığında tablo daha da netleşiyor.
Maypa’nın bir parçası olduğu ve kendisi tarafından da kabul edilen video – ses kayıtlarında ortaya dökülen gerçekler, ciddiyetle ele alınmalı. Kendisi bu görüşmeleri “insan kaçakçılığını” ortaya çıkarmak için yaptığını söylüyor ama arkadan sesi gelen kadından “patron” olarak bahsetmesi, telefondaki işçiyle kurduğu diyaloglar, kendisinin de işin bir parçası olduğu algısını yaratıyor. Keza söz konusu kadının kim olduğu, neler yaptığı, bilindik bir meşhur olup olmadığının da tütüzlikle araştırılması gerekir. Tüm bunlar ne Maypa’yı suçlu kılıyor ne de onu şikayet eden Gürcafer’i ve diğerlerini masum. Kimsenin günah keçisi ilan edilmeden her bir ismin derinlemesine araştırılması gerekir. Anladığım kadarıyla mahkeme tüm iddialara yönelik bir soruşturma açılması emrini verdi. Bekleyip göreceğiz.
Tek bildiğim gerçek; bu ülkede emek ve beden sömürüsünü içeren ve bir türlü açığa çıkarılamayan insan ticareti, insan kaçaklığı sorunları var. Kara para aklayıcı mekanizmalar da cabası. Umarım bu keşmekeş; toplumsal hakları yok eden yolsuzluk ve rüşvet ağlarının çözüldüğü, insan sömürüsüne dayanan kara para aklama düzeninin deşifre edilip cezalandırıldığı bir dönemin ilk işaretleridir. Aksini düşünmek istemiyorum.