Bazan insanın aklına düşer işte; “emekli olduğumda ne yapacağım” sorusu.
Bu aslında biraz da emekli olmadan ne iş yaptığınız ve ne kadar üretkenliğe bağlı olduğunuzla ilgilidir.
Verilen görevleri yapan bir pozisyonda çalışma hayatınızı geçirmişseniz, genelde zevk alabileceğiniz, bahçe işleri veya kahveye gidip oturma, sohbet, günlük gazeteleri okuma ve bunun gibi, “tolumsal üretim” yerine, bireysel hobilerle emeklilik hayatınız örtüşebilmektedir.
Şayet mesleğiniz “bilgi-üretmek-yenilenmek-değişim-toplumsal yarar” üzerine ise, işte o zaman da üretim ve toplumsal katkı sorumluluğundan pek kurtulamazsınız.
Elbette kabuğuna çekilen çok insanımız da olur emeklilik dönemlerinde ama bazıları, emeklilikte “emeklemek” yerine, yaşamdan haz duymayı, her geçen günü değerlendirmek babında, üretim iksirinden yararlanmayı sürdürür.
İşte mimar Arif Feridun bey, mimarlık mesleğinden “emekliye” ayrıldığında, mimarlıktaki “detay” kaygusunu, herkesin gördüğünden farklı görüp yorumlama becerisini bu kez anılarıyla ördüğü kitaplarına aktarıp, yazın dünyamıza kazandırmayı sürdüren birisidir.
Dilimizi çok güzel kullanıp anlatmaya başladığı ilk anı kitabı “Unutulmasın Diye”, ardından gelen “Kaldığımız Yerden” kitabıyla özelde Baf’ın Poli kasabasının sosyo-kültürel geçmişi, yaşanılan politik gelişmeler hakkında bilgi edinirken, genelde ise Kıbrıs insanının yaşamındaki her hâli’n izdüşümlerini bulabilmekteyiz.
Bu tip “anı” çalışmalarında her zaman değindiğim gibi; “öznel” bir yapıya sahip olsa da anılar; satır aralarında “görmesini bilene” çok önemli bilgiler verebilmektedir anlatılan dönem hakkında.
Arif Feridun beyin yazım alanında attığı üçüncü imza ise, eşiyle yaptığı ortak çalışma “İki Mimarın Bir Öyküsü” adını taşımaktaydı.
Mesleki süreçlerini belgelerle anlatan kitap sadece mimarlık mesleğindeki insanlarımızı değil, kitapta yer alan eserler, çalışmalarla birlikte o günün toplumsal, kültürel olaylarını, bakış açılarını da öğrenme fırsatı sunan bir çalışmaydı.
Ve 4. Kitabı “Yazgı- bir deneme” ile bir kez daha yazın dünyamıza katkısını koyuyordu Arif bey.
Yine anılar peşini bırakmamış ama, yaşanmışlıklar ve bilgi dağarcığını bu kez farklı bir yöntemle örmeye başlamış.
Tarih, kültürel yaşam, politik ve özellikle “mücadele günleri” dediğimiz dönemler içerisinde yoğrulmuş anıları bu kez, yarattığı karakterlere yükleyerek, deneme-öykü tadında bir sunumla geçmişe-kendimize yolculuğumuzu gerçekleştiriyor.
Belki diyaloglar daha keskin ve daha fazla kullanılır olsaydı, rahatlıkla bir “roman” formatına dönüşebilirdi.
Fakat önceki anı türünde yer alan kitapları gözönünde bulundurulduğunda, “Yazgı”da, daha farklı bir yol izlediği gözlemlenebilmektedir.
Bu da akla şu soruyu getiriyor; Arif beyin yazın alanımızdaki yolculuğu öyküsel anlatımlarla mı devam edecek acaba? Bence özünde Kıbrıs, Kıbrıs insanı, kültürel mirasımız olduğu ve bu konularda bilgiler verdiği sürece, edebiyatımızın her alanı tüm bu bilgileri okurla buluştuırmak için bir araç olabilir.
Yolunuz, kaleminiz hep açık olsun Arif bey.