Sever, sevmez, sever, sevmez, sever, sevmez, sapını da sayarsam sever !
Sürekli birilerinin bizi sevip sevmediğini bilmemiz gereklidir sanki, karşılarına dikilip direk sorabiliyorsak sorarız, soramazsak da böyle papatya fallarıyla bulmaya çalışırız doğru cevabı. Hep da cevap istediğimiz olsun ama, sever çıkmazsa sapını da sayarız çıkar o zaman. Bu sevgili babında.
Ama sadece sevgilinin sevgisine değil ki, annenin, babanın, dostun, patronun, karşı komşunun sevgisine de ihtiyacımız var bizim. Sevgisiz var olamıyoruz, olmaylım da zaten ama bizim aradığımız tam olarak sevgi mi ondan pek emin değilim. Yalancı dostluklar, göstermelik ilişkilerle de pekala idare edebiliyoruz aslında.
Komşunun eve geç gelen kızımız hakkında ne diyeceği maalesef kızımızın mutluluğundan daha önemli olabiliyor. Ya sırf komşuya hava atmak için kapının önüne çektiğimiz gıcır araba, iş arkadaşımızın gittiği tatillerden eksik kalmamak için otelden dışarı çıkmadan ama ille de ayni ülkede geçirdiğimiz zaman ne olacak ? Arkadaşlarımız görüp kıskansın diye habire facebook’a resim yüklemeler ?
Sevgi değil de kendini kabul ettirme sanki bunun adı. Herkes gibi olmaya çalışmak, mış gibi davranmak.
Seviyormuş gibi, geziyormuş gibi, yaşıyormuş gibi…
Mutluymuş gibi hiç demiyorum, mutluluğun bizim toplumla pek arası olmadığını düşünüyorum zira. Biz mutsuzluğumuzla mutlu olanlardanız. Drama kraliçesisiniz hepiniz diye tanımlıyor yabancı bir dostum Kıbrıslıları.
‘Başarını söyleme göz tutmasın’, ‘eve köpek almam ölürse üzülürüm sonra’ dan tutun da biri ayakabınızı beğendiğinde ona aslında ayağınızı ne kadar acıttığını anlatma çabalarımız hep mutluluğun bu diyarlara uğramadığı, kazara yolu düşse de pek kalmayacağı varsayımımızdan geliyor derim ben.
Bilinçli ya da bilinçsiz biz programlanmışız sanki Emrahcılık oynamaya. Polyanna’ nın bize yakın topraklarda doğmadığını her halimizle belli ediyoruz.
Bizim bardağımız hep boş, kazara dolarsa da of ben şimdi bu bardağı dolu görmeye alıştım bir kere, ya boşalınca ne yaparım diye endişelenmeye başlıyoruz.
Sevinç yok ki hayatımızda acının verdiği mazoşist bir zevk var anca.
Gülten Dayıoğlu, Kemalettin Tuğcu romanlarındaki fakir çocuklara, hırpalanan beslemelere ağlayarak büyüyen çocuklardan Heidi’yi anlamasını nasıl beklersiniz? Onun yaşadığı dağların arkasında bizim için mutluluk ancak, sorar dururuz biz şarkılarda ‘varabilmek mümkün mü hiç o dağlara’…
Kıbrıs sorunu var, ekonomi berbat, tanınmıyoruz da, değerlerimiz de gidiyor elden teker teker, biz dövünmeyelim de kimler dövünsün ?
Hem AB de verdiği sözleri tutmadı zaten demeyin ne olur. Bu sorunlar bizim kabul, durum hiç içaçıcı değil, onu da yazdım bir kenara hatta boydan boya her yere, ama sorun burada değil ki !
Kıbrıs sorunu çözülünce de biz mutlu olmayacağız bir kere, AB’ye girince de. Olsak olsak daha az mutsuz oluruz belki.
Mutsuzluğumuzun nedeni sorunlarımız değil bizim. Acı çekmek bir nevi yaşam şeklimiz. Kendini başkaları için feda etmenin onurunu, duygularını göstermemenin büyüklüğünü öğreniyoruz çocuk yaşta. Kadın saçını süpürge etmeli, erkek gözyaşı dökmemeli.
Hep başkaları mutlu olsun diye kendini feda eden, acı çeken insanlar var etrafımızda, hiç o nankör başkaları da mutlu olmuyor ama ! Bu nasıl bir çelişki demeyin, ben de bilmiyorum.
Bakın bir en çok izlenen dizilere kaç tanesi yüzünüze bir gülümseme oturtmaya haiz ? Senaryodan acılara ağlamak bizi daha mutlu ediyor, sırf ağlamak için defalarca Babam ve Oğlumu izleyebiliyoruz her defasında sarsılarak.
Boş vakitlerinizde ne yapıyorsunuz sorusuna başkalarına ait sanal acılara ağlıyorum demek lazım belki de bundan kelli.
Arjantinli bir dost biz aç ama neşeliyiz demişti bana annesinin babasının diktatör tarafından öldürüldüğü ülkesini anlatırken. Kendi de aynı sonu yaşamamak için ülkesinden kaçmış, İspanya’ya yerleşmiş. Biz tok ve gururluyuz diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Biz belki de mutlu olamaycak kadar gururluyuz. Tek derdimiz kabul görmek olsa da bunu itiraf etmek ölüm bizim için. Bu nedenle de burnumuz kaf dağında pencere hepimizin. Sonra da gelsin papatyalar, kahve fincanları. Bekleyip duralım üç vakte kadar gelecek mutluluğu. Godot gibi o da hiç gelmesin sonra, bu böyle sürsün gitsin.
Livaneli’nin dediği gibi bir insanı sevmekle başlayacak herşey. O insan en yakınımız, kendimiz, uzakta aramayın.
Bencillik değil kendini sevmek, aksine kendini sevebilmek lazım sevgiyi hem vermek hem almak için, tüm sevinçleri hak ettiğini bilmek için.
Artık mış gibi yapmaktan, sevgi dilenmekten vazgeçtikce ulaşacağız esas sevgiye, o zaman mutluluktan başka seçenek kalmaycak geriye.
--------------------------------------------
Bu yazı Zoom Dergisi, Mayıs 2012 sayısında yayınlanmıştır