Ertuğrul SENOVA
Birleşmiş Milletler (BM) Barış Gücü personelinin darp edilmesi ve araçlarına zarar verilmesiyle diplomatik krize dönüşen Pile – Arçoz yolu çalışmaları, “KKTC” hükümeti resmi olarak açıklamasa da durmuş durumda.
Son olarak BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs Türk tarafını “Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı davrandığı ve Ara Bölge'deki statükoyu ihlal ettiği” gerekçesiyle kınamasıyla sonuçlanan süreçle ilgili en çok merak edilen ve “dipte” kalan konu, BM personeli ve araçlarına saldırı emrini verenin “statüsü” oldu.
Türkiye’nin, uluslararası toplumla “barışçıl” bir döneme girmeye hazırlandığı şu günlerde, Pile’de yaşananlar, sürece vurulmuş bir “darbe” olarak yorumlanıyor.
Konuyla ilgili YENİDÜZEN’e konuşan siyaset ve uluslararası ilişiler uzmanları ile eski dışişleri bakanları, “BM’ye saldırı” emrini kimin verdiğinin önemli olduğunu, zira Türkiye’nin özellikle Doğu Akdeniz’de barışçıl bir politika izlerken böyle bir provokasyona girişmesinin mantıklı olmadığını söylediler.
Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı, DAÜ Kıbrıs Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Ahmet Sözen, emri kimin verdiğinin önemli olduğuna dikkat çekti, şu soruları sordu; “Saldırı emrini kim verdi? Tayyip Erdoğan’ın haberi var mıydı?”
Sözen, “Erdoğan, Doğu Akdeniz’de barışçıl bir politika izlerken böyle bir provokasyona girişmesi mantıklı değil” diyerek, “Ama son yıllarda Türkiye’nin attığı birçok adıma baktığımızda, bir yandan da mümkün olabileceğini düşünüyorum” şeklinde konuştu.
Eski Dışişleri Bakanlarından, deneyimli siyasetçi Kutlay Erk ise, Prof. Dr. Sözen’in önemle üzerinde durduğu “Saldır emrini kim verdi, bu kısım önemli” sorusuna dikkat çeken bir iddiayla yanıt verdi.
Erk, Erdoğan’ın Kıbrıs sorununun çözümünde ray değiştirmek istediğini, bundan rahatsız olan ‘derin devletin’ amacının, Eylül ayındaki BM Genel Kurulu’ndan önce “Pile projesi taktiği” ile BM ve Erdoğan’ı kafa kafaya getirmek olduğunu iddia etti.
BM personeli ve araçlarına saldırı emrinin “Derin devletin ana unsuru olan askerden geldiğini” söyleyen Erk, “Bu konuda teyide muhtaç bir bilgim var” ifadelerini kullandı.
Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yücel Vural ise, Pile’de yaşananları, Türkiye’nin yeni dış politikasına vurulmuş bir darbe olarak niteledi.
Vural, “Tayyip Erdoğan, sorun yaşadığı ülkelerle ilişkilerini normalleştirmeye yönelirken, Kıbrıs sorununa dönük rasyonel söylem ve adımlar atarken, Pile’deki bu girişim aslında Türk dış politikasına yönelik bir darbe niteliğindedir” dedi.
Dışişleri eski bakanlarından Serdar Denktaş ise BM personeline yönelik saldırı emrinin Türkiye’den değil, Kıbrıs’tan verilmiş olabileceğini söyledi.
Denktaş, “Türkiye Cumhuriyeti, bu konuda daha dün bir şeyler söylemeye başladı. Belli ki onlar da neler oluyor diye bir baktılar. Emrin, buradan kaynaklandığı muhtemel gibi görünüyor” ifadelerini kullandı.
Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Sözen:
“Saldır emrini kim verdi?”
Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı, DAÜ Kıbrıs Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Ahmet Sözen, BM araçlarının, bölgedeki iş araçlarınca itilmesi ve BM personellerinin darp edilmesi konularında emri kimin verdiğinin önemli olduğuna dikkat çekti, şu soruları sordu; “Saldırı emrini kim verdi? Tayyip Erdoğan’ın haberi var mıydı?”
Sözen, “Erdoğan, Doğu Akdeniz’de barışçıl bir politika izlerken böyle bir provokasyona girişmesi mantıklı değil” diyerek, “Ama son yıllarda Türkiye’nin attığı birçok adıma baktığımızda, bir yandan da mümkün olabileceğini düşünüyorum” şeklinde konuştu.
Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Sözen
“Kendi imajımıza zarar verdik” -
Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Sözen, eğer Pile’de yaşayan Kıbrıslı Türklerin gündelik hayatlarını kolaylaştırmak için “KKTC” makamlarınca bir plan hazırlanmışsa, bunun taktir edilmesi gerektiğini ancak bu planın ille de hayata geçmesi için BM personeli ve araçlarına yapılan müdahalenin doğru yöntem olup olmadığı konusunda ciddi kuşkuları olduğunu söyledi.
Sözen, şöyle devam etti:
“Bu planın daha çok diyalogla yapılması gerektiğine inanıyorum. Diyalog yolunu denedik ama işe yaramadı iddiasını ortaya koyanlar da var. Kıbrıslı Rumların da aslında ara bölge ihlalinde bulunduğunu, önceleri üniversite ve başka yolların yapıldığı şeklinde çeşitli iddialar var. BM eğer bunlara göz yummuşsa, bunu emsal olarak gösterip diyalog yoluyla bu iş kurtarılmalıydı diye düşünüyorum. Bu, işin sadece bir yüzü.”
Pile’de yaşananların, uluslararası toplumdan sempati bekleyen Kıbrıs Türk tarafı için doğru bir strateji olmadığını düşündüğünü söyleyen Sözen, “Kendi imajımıza zarar verdik” dedi.
“Emri kimin verdiği önemli… Tayyip Erdoğan’ın haberi var mıydı?”
BM araçlarının, iş araçlarınca itilmesi ve BM personellerinin darp edilmesi konularında emri kimin verdiğinin önemli olduğuna dikkat çeken Sözen, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu emri, TC yetkililerinden bağımsız, habersiz şekilde; tamamen KKTC yetkilileri mi verdi? Bu emir verildiği zaman Türkiye’deki karar vericilerin, yani Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın haberi var mıydı? Çünkü tek karar verici o… TC Dışişleri Bakanlığı’nın haberi var mıydı, yok muydu? Bu soruların yanıtları önemli. Bunları öğrenmeden olayı doğru ve sağlıklı şekilde analiz edemeyiz.”
“Erdoğan, Doğu Akdeniz’de barışçıl bir politika izlerken böyle bir provokasyona girişmesi mantıklı değil”
“Şu anda sadece spekülasyon yapıyorum” diyerek sözlerine devam eden Sözen, “Benim tahminim, Erdoğan, Doğu Akdeniz’de barışçıl ve gürültü istemeyen bir politika izlerken, Kıbrıs’ta böyle bir provokasyona girişmesinin çok mantıklı olmadığını düşünüyorum. Ama son yıllarda Türkiye’nin attığı birçok adıma baktığımızda, bir yandan da mümkün olabileceğini düşünüyorum” şeklinde konuştu.
“Düşüncem, emrin Türkiye’deki karar vericiler tarafından gelmediği yönündedir”
“Düşüncem, BM askeri ve araçlarına müdahale emrinin Türkiye’deki karar vericiler tarafından gelmediği yönündedir” diyen Sözen, “Türkiye Cumhuriyeti içerisindeki daha şahin bir kanat, kimisinin deyimiyle ‘derin devlet’ KKTC’dekilere ‘yürüyün korkmayın’ demiş midir, bilmiyorum. Ama tüm bunlar çok önemli. Özellikle olayın arka planını anlama noktasında” ifadelerini kullandı.
Sözen, “eğer bu emir, Türkiye’den bağımsız şekilde verilmişse sonucu ve getirecekleri farklıdır, Türkiye’deki karar vericilerin, yaklaşan BM yıllık toplantısına yönelik bir taktiği ise daha farklıdır” şeklinde konuştu.
Rusya’nın tavrı… “Kıbrıs’ın kuzeyi aracılığıyla gözdağı veriyor”
Rusya’nın Pile olayını doğrudan kınamaması ve “BM Güvenlik Konseyi’nin üç daimi üyesi tarafından hazırlanan kınama bildirisinin yayınlanmasını engellediği” yönündeki iddialara ilişkin soru üzerine Sözen, “Rusya’nın bu tutumu tamamen Türkiye ile son yıllarda geliştirdikleri özel ilişkiden dolayıdır” dedi.
Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkinin, klasik bir NATO müttefikinden farklı olduğunu söyleyen Sözen, “NATO üyesi olmasına rağmen S-400 füzelerini Rusya’dan satın almış, Rusya’nın Ukrayna işgalinden sonra batının uyguladığı yaptırımlara uymamış bir Türkiye… Rusya, Türkiye ile yakın ilişkisiyle, NATO’nun kalbine bir hançer sokma fırsatı buluyor” şeklinde konuştu.
Rusya’nın Kıbrıs’ın güneyine geleneksel bir yakınlığı bulunduğunu ancak son birkaç yıldır ABD’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlarını güneyin benimsediğini söyleyen Sözen, “Bu kapsamda da Rusya, kuzey aracılığıyla bir gözdağı veriyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde ofis açacak olması dahil, bunların tümü birbiriyle bağlantılıdır” dedi.
Rusya’nın Kıbrıs’ın kuzeyinde bir ofis açacak olmasını başlarda “tanınmayla ilgisi yok” şeklinde yorumlarken, son günlerde “tanınma anlamına gelebilir” nitelemesi yapan KKTC makamları olduğunun hatırlatılması üzerine Sözen, şöyle devam etti:
“Evet, kuzeyde Rus nüfusu çoğalmıştır ve bir ofis açılması söz konusudur. Ama bu tanınma anlamına gelmez. Vatandaşına hizmet veriyor. Büyük devletlerin, ABD’nin, İngiltere’nin kuzeyde ofisleri var ama KKTC’yi tanımıyorlar. Rusya da buna katıldı. KKTC’nin tanınması konusunda hiçbir gelişme yok diye düşünüyorum.”
Dışişleri eski Bakanı Kutlay Erk:
“Emri ‘derin devletin’ ana unsuru olan asker verdi”
Eski Dışişleri Bakanlarından, deneyimli siyasetçi Kutlay Erk ise, Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Sözen’in önemle üzerinde durduğu “Saldır emrini kim verdi, bu kısım önemli” sorusuna dikkat çeken bir iddiayla yanıt verdi.
Erk, Erdoğan’ın Kıbrıs sorununun çözümünde ray değiştirmek istediğini, bundan rahatsız olan ‘derin devletin’, Eylül ayındaki BM Genel Kurulu’ndan önce “Pile projesi taktiği” ile BM ve Erdoğan’ı kafa kafaya getirmek olduğunu iddia etti.
BM personeli ve araçlarına saldırı emrinin “Derin devletin ana unsuru olan askerden geldiğini” söyleyen Erk, “Bu konuda teyide muhtaç bir bilgim var” ifadelerini kullandı.
Dışişleri eski Bakanı Kutlay Erk
“Erdoğan, Kıbrıs sorununun çözümünde ray değiştiriyor”
Erk, “Düşüncem, ‘saldırı’ emri AKP yönetiminden habersiz olmayabilir. Bir takım bilgiler, farklı yerlere sızabiliyor. Benim tespitim, tüm bunların neden yaşandığıyla alakalı. Erdoğan, Kıbrıs sorununun çözümünde ray değiştiriyor” dedi.
Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Annan Planı sürecinde yaptığımız gibi elimizi taşın altına koymaya hazır. Yeter ki AB’ye üyelik sürecimizin önü açılsın” diyerek bazı ipuçları verdiğini söyleyen Erk, “Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinin önünün açılması için, Türkiye’nin de Kıbrıs sorununun önünü açması gerekiyor” dedi.
Türkiye’nin AB üyelik sürecinin önünü açmasının farklı nedenleri olduğundan söz eden Erk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Birincisi, ekonomik entegrasyona, mali desteklere ihtiyacı var. Bir diğer önemli neden ise Doğu Akdeniz MEB’inin yeniden şekillenmesini istiyor. Türkiye dışındaki kıyıdaş ülkeler bölgede bir MEB haritası çıkarmış durumda. Ve bu haritada Türkiye’ye bariz haksızlık yapılıyor. Türkiye bunu geri çevirmek için AB üyesi olmayı veya AB ile ilişkileri iyi konuma tutmayı istiyor. Bu yüzden AB üyelik sürecinin önünün açılmasını istiyor. Bakın, bizi AB üyesi yapın demiyorlar, önümüzü açın diyorlar ki bir takım kazanımlar elde edilebilsin. Doğu Akdeniz MEB’inde yeni bir harita oluşması halinde, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğalgaz kaynaklarıyla ilgili payı ortaya çıkmış olacak.”
AKP iktidarının ezelden beridir Türkiye’yi bir “enerji merkezi” yapmak istediğini söyleyen Erk, şöyle devam etti:
“Türkiye’nin doğusu gaz ve petrol topluyor, batısı ise tüketiyor. Türkiye de üretileni tüketene satan bir merkez olmak istiyor. AB, en önemli müşterilerinden biridir. Şu anda AB’nin lider konumundaki ülkeler, örneğin Almanya; Kıbrıs’ın güneyinden geçen East-Med botu hattına pek fazla yanaşmıyor çünkü maliyeti çok yüksek. Bu, Merkel döneminden bu yana ifade ediliyor. Almanya, mevcut kaynağından almaya devam etme eğiliminde. Bu kapsamda Türkiye işaret ediliyor. Türkiye, AB üyelik sürecini başlatırsa, MEB haritasında kendi haklarını alabilecek, hem de enerji merkezi olabilmek için projeler hazırlayıp, yatırım alabilecek. Kıbrıs sorununun çözümü Erdoğan için bu kapsamda önemli.”
“Statükoyu savunanlar ray değişiminden memnun değil”
Öte yandan adadaki sorunu, statükoyu benimseyen bir grubun, Erdoğan’ın ray değişiminden memnun olmadığını söyleyen Erk, “Erdoğan’ın bu adımını engellemek istiyorlar. AKP, yeni hükümet olduğu zaman da Türkiye’nin resmi dış politikası olan iki devletli çözümü destekliyordu. Ama bunun bir yere varamayacağını gördü ve AB sürecini tetiklemek istedi. BM ölçütlerinde çözümü kabul ettiğini açıkladı. Hatta barış için Kıbrıs’ta eylemler yapılıyor dedi. Ray değiştirdi” şeklinde konuştu.
“Erdoğan’a engel konmak isteniyor”
Bu süreçte, Türkiye’deki ‘derin devletin’ Erdoğan’ın bu tavrına karşı olduğunu, derin devlet ittifakının bir parçası olarak nitelediği Rauf Raif Denktaş’ın çeşitli engeller çıkartmaya çalıştığını söyleyen Erk, “Örneğin Bürgenstock’a gidildiğinde Denktaş Bey süreci geciktirmeye çalıştı. Çünkü Ankara’dan ‘Erdoğan’ı etkiledik, vazgeçiyor’ haberleri bekliyordu. Baktı ki güvendiği dağlara kar yağdı, süreç devam etti ve referanduma gittik. Şimdi de aynısı yapılıyor. Erdoğan’a engel konmak isteniyor” şeklinde konuştu.
“Statükocuların Eylül’deki BM Genel Kurulu ile ilgili endişeleri var”
Bu engelin, önümüzdeki ay New York’ta, tüm devlet başkanlarının katılacağı BM Genel Kurul’una gitmeden yürürlüğe sokulmaya çalışıldığını söyleyen Erk, “Kıbrıs ile ilgili üst düzey tüm yetkililer de orada olacak. Erdoğan’ın ‘elimizi taşın altına koyarız’ sözleri üzerine cesaretlenen BM Genel Sekreteri, Kıbrıs’taki taraflarla görüşecek, istişarelerde bulunacak. Görüşme sürecinin yeniden başlayabileceği bir noktaya gelinebileceğine inanıyoruz. Belki de bu görüşmeler üzerine BM Genel Sekreteri özel bir temsilci atayabilir. İşte statükocularda bunun endişesi var” ifadelerini kullandı.
“Bu bir ‘derin devlet’ taktiği”
Erk, sözlerine şöyle devam etti:
“Bir fiili durum yaratmak gerekiyordu. Amaç, Erdoğan ile BM’yi kafa kafaya getirmekti ki sular bulansın. Ellerinde problemli, hazır bir proje var. Aylardır, yıllardır tartışılan bir proje. BM’nin taraf olduğu bir proje. O proje üzerinden siz diplomasiyi terk edip kaba kuvvete giderseniz, BM ile kafa kafaya gelirsiniz. Esas amaç da Erdoğan ve BM’yi karşı karşıya getirmek. İmajı çizilmiş şekilde New York’a gitmesi amaçlanıyordu. Bu bir derin devlet taktiğidir. Kıbrıs sorununda ne ilktir, ne de son olacaktır.”
“Derin devletin bu taktikleri 1959 Zürih – Londra anlaşmaları sürecinde de yapıldı”
Kıbrıs sorunu tarihindeki “Derin devlet taktiklerine” örnekler veren Erk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Örneğin 1959 Zürih – Londra anlaşmaları yapılırken benzer bir süreç yaşandı. Taraflar sonuca gidiyordu ki Türk tarafı yeni devletin Anayasası’nı yazalım önerisi getirdi. O zamanlar bu süreci Nihat Erim, askeri danışman Albay Turgut Sunalp ve Denktaş Bey yönetiyordu. Süreci oyalamaya çalışıyorlardı çünkü bu anlaşmanın yapılmaması gerekiyordu. Hele de Menderes hükümeti döneminde… Askeri darbenin gelişi hisseden Menderes rahatsız olup Denktaş Bey’i çağırdı. Yanında Karabelen Paşa da vardı. Karabelen Paşa, TMT’nin kurulması, çalışması ve örgütlenmesi sürecini bulunan askeri unsurdu. Menderes, Denktaş’a neden süreci uzattıklarını sordu, Denktaş da Anayasa hazırlamak istediklerini söyledi. Menderes de Denktaş’a ‘seni o halde buradaki Hukuk Fakültesi’nde anayasa kürsüsüne alalım’ demiş. Sonra da Karabelen Paşa’ya dönüp, ‘öyle değil mi?’ diye sormuş. Paşa da ‘Evet’ demiş. Denktaş, ‘paşanın bizi o noktada terk ettiğini gördüm’ demişti. Oyalama taktikleri o günden beri bir derin devlet taktiği olarak varlığını sürdürüyor.
“Ellerinde bir Pile projesi, bir de ‘Annan Planı hayat bulursa silahı alıp dağa çıkarım’ diyen Ertuğruloğlu var”
Bürgenstock’ta da aynı sürecin yaşandığını, “askerin oyalama taktiği yaptığını, daha sonra da siyasete teslim olduğunu” söyleyen Erk, “Şimdi de derin devletin askeri unsuru bu taktik içerisinde. Ellerinde bir Pile projesi, bir de ‘Annan Planı hayat bulursa silahı alıp dağa çıkarım’ diyen Tahsin Ertuğruloğlu var. Onu da bu projenin içine katıp, uygulamaya koydular. Dikkat ederseniz bu konuda en fazla konuşan, savunan Tahsin Ertuğruloğlu’dur. Ne hükümet ne de Cumhurbaşkanı bu konuda çok fazla bir şey söylemiyorlar” ifadelerini kullandı.
“Emir derin devletten geldi, teyide muhtaç bir bilgim var”
Ertuğruloğlu’nun BM ile daha önce Çetinkaya sahası konusunda karşı karşıya geldiğini anımsatan Erk, “O süreçte de sonucun ne olacağını biliyordu. Ama bu fiili durumu yaratmak için her şeyi yaptı” dedi.
Erk, “BM personeli ve araçlarına saldırı emrinin derin devletten, askerden geldiği yönünde elinizde teyitli bir bilgi var mı?” sorusuna ise şu yanıtı verdi:
“Emir, derin devletin ana unsuru olan askerden geldi. Bu konuda teyide muhtaç bir bilgim var. Askerin içindeki bazı kanallar da durumu hükümete aktarmış olabilir. Bu durumda hükümet de, müdahalenin sonuçlarını nasıl hafifletebiliriz noktası üzerine çalışmıştır. Askere durun yapmayın demek yerine, sonuçlarını tahmin etmeye çalıştılar.”
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Yücel Vural:
“Türkiye’nin yeni dış politikasına vurulmuş bir darbe”
Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yücel Vural, Pile’de yaşananları, Türkiye’nin yeni dış politikasına vurulmuş bir darbe olarak niteledi.
Vural, “Tayyip Erdoğan, sorun yaşadığı ülkelerle ilişkilerini normalleştirmeye yönelirken, Kıbrıs sorununa dönük rasyonel söylem ve adımlar atarken, Pile’deki bu girişim aslında Türk dış politikasına yönelik bir darbe niteliğindedir” dedi.
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Yücel Vural
“Yaşananlar, ara bölge statüsünü reddetmeye dönük bir eylem”
Pile’de yaşananların genel anlamda, ara bölge statüsünü reddetmeye dönük bir eylem olduğunu söyleyen Prof. Dr. Yüce Vural, “Ara bölge dediğimiz alan, askeri unsurların birbirilerini ayıran, BM denetimde olan bir bölgedir. Buradaki herhangi bir girişime BM’nin izin vermesi gerekir. Muhatap, BM Barış Gücü’dür” dedi.
“Böyle bir eylem olduğuna göre eylemi yapanlar, hem BM’nin rolüne karşı çıkıyorlar, hem de ara bölgenin mevcut statüsünü reddediyorlar. Ama bu çok da şaşırtıcı değil” diyen Vural, Kıbrıs Türk tarafının Türkiye desteğiyle yakın geçmişte, BM’nin artık Kıbrıs’ta bir görevi olmadığını, 1974’ten itibaren Kıbrıs’ta barış ortamının tahsis edildiğini ve eğer BM’ye ihtiyaç varsa, bunun “KKTC”nin de görüşüne başvurularak karar verilmesi gerektiğini söylediğini belirtti.
“Türk dış politikasına vurulmuş bir darbe”
“BM buradan çekip gitmeli” demenin bir başka yolunun da “ben sizin ara bölgedeki denetleme ve yönetim fonksiyonlarınızı tanımıyorum” demek olduğunu söyleyen Vural, “Şu aşamada yaşananlar, BM ve Türk arasında gerçekleşiyor. Bu girişime kim karar verdi, bu şekilde uygulanmasını kim istedi sorusu spekülatiftir. Ama sözünü ettiğiniz derin devlet iddiaları doğru olabilir” şeklinde konuştu.
“AKP ve lideri Tayyip Erdoğan, sorun yaşadığı ülkelerle ilişkilerini normalleştirmeye yönelirken, Kıbrıs sorununa dönük rasyonel söylem ve adımlar atarken, Pile’deki bu girişim aslında bir darbe niteliğindedir” diyen Vural, “Türkiye’nin yeni dış politika yönelimi eğer gerçekse – ki bence ihtiyaçlara bakıldığında gerçektir – Pile’de yaşananlar Türk dış politikasına vurulmuş bir darbedir” ifadelerini kullandı.
“Hukuki sonuçları olacak”
Erdoğan’ın zaman zaman yaptığı açıklamalarla Kıbrıs’ta federal bir çözümü destekleyecek çizgiyi izlediğini söyleyen Vural, “2017’den bugüne kadar, iki ayrı devlet söylemiyle, federal çözüm perspektifini reddetmişti. Bunu yaparken başlıca çıkış noktalarından biri, Kıbrıs’ta bir barışın var olduğu ve BM’ye ihtiyaç olmadığı şeklindeydi. Fakat bu değişti” dedi.
Türkiye’nin dünya ile ilişkilerini normalleştirme kararını verdiğinin gözlemlendiğini ifade eden Vural, “Bunun Kıbrıs’a yansımalarını beklemek çok doğaldır. Tam da böyle bir ortamda BM’nin personel ve araçlarına zarar verecek şekilde davranışlar sergilemenin –adını koymak istemem ama – hukuki sonuçları olacak diye düşünüyorum” şeklinde konuştu.
“Yaşananlar Erdoğan’a nasıl aktarıldı?”
“Pile’de yaşananlar, Erdoğan’ın barış sürecini canlandırma çabalarına, Türkiye’nin dış politikasına yönelik bir darbedir” diyen Vural, “Sözünü ettiğiniz güçler (derin devlet), emekli bürokratlar, emekli istihbaratçılar bu sürece alkış tuttu. Bu aslında Erdoğan yönetimi dışındaki bazı unsurlar tarafından desteklenen bir girişim halini aldı. Bu durum ortada… Erdoğan’ın buna daha sonra sahip çıkması, durumu değiştirmiyor” ifadelerini kullandı.
“Bir lider, böylesi bir kargaşa içerisindeyken, neyin ne olduğunu teknik bilgilerden anlar. Ben bu bilgilerin tek yanlı olduğunu düşünüyorum. Bu çok ciddi bir konu” diyen Vural, “Yaşananlar Erdoğan’a nasıl aktarıldı? Sorun sadece Pileli Kıbrıslı Türk köylülerin, bir başka Türk köyüne gidişinin BM tarafından engellenmesi olarak mı sunuldu?” diye sordu.
Dışişleri eski bakanlarından Serdar Denktaş:
“Emir Kıbrıs’tan çıktı gibi görünüyor”
Dışişleri eski bakanlarından Serdar Denktaş ise BM personeline yönelik saldırı emrinin Türkiye’den değil, Kıbrıs’tan verilmiş olabileceğini söyledi.
Denktaş, “Türkiye Cumhuriyeti, bu konuda daha dün bir şeyler söylemeye başladı. Belli ki onlar da neler oluyor diye bir baktılar. Emrin, buradan kaynaklandığı muhtemel gibi görünüyor” ifadelerini kullandı.
Dışişleri eski bakanlarından Serdar Denktaş
“İngiltere’yi yanımıza çekmemiz gerekiyordu”
Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklamalardan, “BM Barış gücü ile bir temas sürecinin yaşandığının” anlaşıldığını söyleyen Denktaş, “Burada yapılması gereken, Kıbrıs’ın garantör devletlerinden biri olan İngiltere’yi de yanımıza çekerek bu insani görevi yerine getirmektir” dedi.
“Pile’nin bu yola gerçekten ihtiyacı var” diyen Denktaş, “BM Barış Gücü, anlaşmalarla kendilerine devredilen bölgede rahatça hareket etmemize izin vermiyor. Garantörlerden biri olan bir müttefiki bu süreçte yanımıza almamız gerekiyordu” şeklinde konuştu.
Serdar Denktaş, şöyle devam etti:
“Böylesi (BM personeli ve araçlarına yönelik saldırı) bir hareket çok mu lehimize bir durum yarattı? Burada ve Türkiye’de kaba kuvvet kullanılmasını güzel bir şey olarak niteleyenler var. Ama günün sonunda bu yol çalışması durmuş oldu. Eğer maksat üzüm yemekse, diplomatik yoldan ayrılmamamız gerekiyordu.”
“Dışişleri Bakanlığı, BM Güvenlik Konseyi üyelerini düşman konumuna getiriyor”
“Kıbrıs sorunu çözülmüyorsa o zaman Larnaka ve Limasol’u da mı alalım, bu kafalardaki düşünce?” diye soran Denktaş, “Dışişleri Bakanlığı, BM Güvenlik Konseyi üyelerini düşman konumuna getiriyor. İş bu noktaya varınca olaylar nasıl bir boyut kazanır bilemiyorum” ifadelerini kullandı.
“Emrin, buradan kaynaklandığı muhtemel gibi görünüyor”
BM personeli ve araçlarına yönelik saldırı emrinin “buradan” yani KKTC makamlarınca verilmiş olabileceğini söyleyen Denktaş, “Türkiye Cumhuriyeti, bu konuda daha dün bir şeyler söylemeye başladı. Belli ki onlar da neler oluyor diye bir baktılar. Emrin, buradan kaynaklandığı muhtemel gibi görünüyor” ifadelerini kullandı.