EN ÇOK DA YARALARIMIZDAN TANIYORUZ BİRBİRİMİZİ

Neşe Yaşın

Kişisel deneyimlerimizin yön verdiği birer hayat algımız var. Peki ya deneyimlemediklerimiz? Bir başkasının yaşadıklarıyla bir biçimde empati kurabiliriz diyebilirsiniz. Sinemada, tiyatroda oyuncuların yaptığı gibi. Gerektiğinde içlerinden bir mağdur da bir zalim de çıkarabiliyorlar. Yaşamadıklarımızı hayal edebilir veya gözlemler sonucu bir durumun ayırdına varabiliriz. İçselleştirdiğimiz deneyimler kadar güçlü değildir ama bunlar.

Ne kadar çabuk yargılıyoruz başkalarını. Bu daha pratik geliyor bize. İnce ince düşünmemiz, ölçüp biçmemiz gerekmiyor. Yemeğe eskilerin deyişiyle miktarı kâfi yani göz kararı tuz koymak gibi. Miktarı kâfi öfke, miktarı kâfi nefret… Gerçekten öfke ve nefret duymamız gereken durumlar yok mu peki? Var elbette… Çok bariz kötülükler, bencillikler, bağışlanması imkânsız zalimlerle dolu dünya. Bunlar bizi sersemlettiği için böylesine toptancıyız belki de. Zulüm karşısında sustuğumuzda biz de ona bir biçimde katkı koymuş oluyoruz işin kötüsü. Kimi durumlarda anında tepkimizi ortaya koymazsak geç kalmış oluyoruz.

Kimi insanlar sadece dikkatsiz davranmış, bilemeden yanlış yapmıştır belki de. Kurunun yanında yaş da yanabilir. Hayatın içindeki adaletsizliğe engel olamayız kimi zaman. Belki her şey durulup da duruma yeniden göz gezdirildiğinde ortaya çıkacaktır bazı haksızlıklar.

Kendi kabuğuna çekilme isteği düş kırıklıklarının yarattığı tahribattan biraz da. Pek çok kırılganlığımız var hayatta. Son günlerde keyifli okuduğum Eugenio Borgna “ şu bizim kırılganlığımız “ kitabında umuda sevince ilişkin  kırılganlıklardan bile söz ediyor.

Yüzer gezer düşüncelerim içindeyim son sıralar. Hiçbir şey için kesin bir yargı koyamıyorum. Beğendim sandığımın aksaklıklarını görüyorum bir süre sonra. Her şey için yıldızlar koymamız öneriliyor. Siparişi beğendim dört yıldız. Servis kötüydü iki yıldız. Hızla yapmamız gereken değerlendirmeler bunlar ve bir biçimde birilerinin kaderini etkiliyorlar.

Bir an bir şey çarpıyor beni. Sonra onun ne kadar taklit ve sıradan olduğunu, ucuz ve doğrudan bir sembolizm taşıdığını görüyorum. Bir ayrıntı fikrimi değiştirmeme neden olabiliyor.

Bazen de kendimden şüpheleniyorum. Bir sanatçının işi için örneğin, önyargılarım, geçmiş deneyimlerimin yarattığı kalp kırıklıkları, başkalarının yıkıcı yorumları devreye girmiş olabilir mi?

Bir festivalde bir yazarın sunumunu izliyorduk. Yanımdaki arkadaş çok beğendiğini söyledi. Sonradan bir grup içinde o sunum yerden yere vurulurken onun da katıldığını gördüm. Ben en baştan beri yaptığım yorumdaydım. Bir beğeni değil de sunuma dair bir analiz yapmıştım çünkü.

Bana bir romanı çok beğendiğini söyleyen birilerinin kötü yorumlar işitince fikrini değiştirdiğine çok tanık oldum. Hep ne çok konuşuyor ne çabuk yargılıyor insanlar diye düşünürüm. Biri göklere çıkarırken diğeri yerin dibine batırıyor. En iyisi kendi iletişiminden söz etmek belki de. Sen sevmiş, güzel bir bağ kurmuşsundur bir nedenle, bir cevher görmüşsündür bazı ayrıntılarda, bir başkasının ise beğenmeme, hatta hiç beğenmeme hakkı vardır.

Durduk yerde kalbi kırılıp geri çekilen çok yetenekli insanlar var ne yazık ki. Biraz da kıskançlıkla gelen bir reddediştir belki de onları gerileten. Bazen de çok kof ya da yoğun esinlenme taşıyan yaratımlar teşvik edildikleri için sahte bir parıltı ile dolanıyor ortalıkta.

Tarih boyunca da böyle olmuş. Geçmişten bugüne taşınan yıldızlar belki de zamanlarının en parlakları değillerdi. Biraz da rastlantı sanki onları geleceğe taşıyan.

Güçlü ve hızlı yargıları olan insanlar daha kolay aidiyet ilişkileri kuruyorlar. Bazı korolara katılıyorlar böylelikle. Benim içimi acıtıyor çoğu zaman onların müziği. Kendi aykırı sesimi saklamak istiyorum dışlanmamak için.

Yaralanmaktan ve yaralamaktan kaçmak için yalnızlık ve melankoli tek seçenek gibi dursa da hem kalabalık içinde olmak hem de kendini korumanın bir yolu var. Üstüne alınmadan bir antropolog duruşu taşımak benim yöntemim. Yargılamamak ama analiz etmek. Bu da içini yaralar bazen insanın ama günaha ortak etmez en azından. Bazen de bütün bariyerler yıkılır. Karşıdaki öylesine büyüler ki seni, kutlamak, koşup sarılmak istersin yalnızca. Bunu başarabilen olmak istedim hayatım boyunca. Kuşku taşımayacak bir yaratım yapmak. Her türlü kalbi fethedebilmek. Mümkün mü bu? Hiç sanmıyorum.

Kırılganlıklarımızla var olacağız. İnsan olmak böyle bir şey. Yaralarımız daha bir insan yapıyor bizi. En çok da yaralarımızdan tanıyoruz birbirimizi.