Türkçe’ye çevrilerek Heyamola yayınları tarafından yayımlanan “Altının Ruhu” romanının yazarı, Maraş’ta doğup büyümüş ve halen hayatını Prag’ta sürdüren ünlü Kıbrıslı yazar Vivian Avramidu Plumbis, sorularımızı yanıtladı.
Vivian Avramidu Plumbis’le sosyal medyada tanışmıştık – Türkçe’ye çevrilen romanı “Altının Ruhu”nu bana postalamıştı... Kitabını okuyup çok beğenmiştim... Romanı bitirmek istemiyordum, o kadar sürükleyici ve muhteşem biçimde kaleme alınmış, karakterler o kadar canlıydı ki... Kitabın Heyamola tarafından tanıtımında şöyle deniliyordu:
“1589 yılının kasım ayında, Alman Bankası Fugger’in Venedikli temsilcisi haftalık raporunu Ausburg’daki işverenlerine yolladı. Alışılagelmiş şekliyle genelde ekonomik, ticari ve kültürel bilgiler içeren raporda bu sefer tek bir haber de detaylarıyla yer alıyordu: Venedik’e Marko Bragadino adında “sıradan metalleri altına dönüştürebilen” Kıbrıslı bir simyacı gelmişti.
Bu roman, Osmanlıların Kıbrıs’ı egemenliğine aldıktan sonra Famagusta’dan (Mağusa’dan) ayrılarak Avrupa’nın önemli saraylarını altüst eden birini anlatıyor. Sahip olduğu “ödünç” adıyla; bolca cesaret, kurnazlık, girişkenlik, gözüpeklik ve kırmızı turmalin taşlı bir yüzükle on altıncı yüzyılın büyük şehirlerinde dağıttığı umut ve verdiği sözlerle soyluların konaklarını telaşa veren genç bir adamın, Marco Bragadino’nun gerçek hikâyesi söz konusu....”
1958 yılında Mağusa’da (Maraş’ta) dünyaya gelen Vivian Avramidu Plumbis’in son günlerde Maraş’ın “ziyarete” açılmasıyla birlikte, POLITIS gazetesinde yazdığı, Maraş’tan çekilmiş fotoğraflardan hareketle kaleme almış olduğu yazıların bir bölümünü de çevirerek bu sayfalarda geçtiğimiz günlerde yayınlamıştık...
Vivian Avramidu Plumbis, Atina Üniversitesi’nde ekonomi eğitimi ardından ABD’de de University of Washington’da istatistik eğitimine devam etmişti. İş hayatına ilk olarak Yunanisitan’da Atina Toplu Taşıma Organizasyonu’nda istatistikçi olarak başlamış, ardından uluslararası bir şirketin Pazar araştırması bölümünde genel müdür olarak görev yapmıştı. 1997 yılında aynı şirketin Prag’ta, Avrupa merkezli eski doğu bloğu ülkelerindeki faaliyetlerinin bölge yöneticiliği görevini üstlenmişti. 2000 yılında ise eşiyle birlikte inşaat sektöründe faaliyet gösteren bir şirket kurmuştu.
İlk romanı “Karanlıklar Çökünce”, 2004 yılında Kıbrıs’ta Epifaniu Yayınları tarafından yayınlanmış ve Kıbrıs Cumhuriyeti Roman Ödülü’ne layık görülmüştü. Kısa süre önce Çekçe’ye çevrilen kitap, Baronet Yayınları tarafından basılmış bulunuyor.
“Altının Ruhu”, Vivian Avramidu Plumbis’in Atina’da Aleksandias Yayınları tarafından yayımlanan ikinci romanı olmuştu ve 2018 yılında Ulusal Yunan Edebiyatçılar Birliği Roman Ödülü’nü kazanmıştı...
Vivian Avramidu Plumbis’le söyleşimiz şöyle:
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: “Bu hatıradan söz etmek istiyorum...
Ancak o kadar solmuş ki... sanki geriye hiçbir şey kalmamış gibi –
Çünkü o kadar zaman önceydi ki bu, benim yeniyetmelik çağlarımda...”
“Uzun zaman önce” başlıklı şiirine böyle başkar Kavafis. Bu şiir, Kavafis’in nostaljiye atıfta bulunduğu pek çok şiirinden birisidir. Elbette Kavafiz burada bir sevdiğine yönelik nostaljisinden söz etmektedir. Ancak benim doğduğum şehir olan Maraş’a yönelik duygularım sevgi değildir, aksi halde bu derin ve sınırsız duyguyu nasıl karakterize edebilirim ki, kendimi sınamak ve romanlar yazmak gibi bir uğraşa girmemin gerekçesiydi bu duygu; burası geçmişte yalnızca – fanatik – bir okuyucu olarak adım atmaya cesaret etmiş olduğum topraklardı...
Ben sayılarla ilgili bir insanım, pratik bir zekam vardır. Ekonomi ve istatistik okudum ve tüm bu yıllar boyunca bu iki alana ilişkin araçlarla çalıştım. Ancak 1074’ün trajik olaylarından önceki döneme ait Maraş’tan saklamış olduğum hatıralarım o kadar net ve yoğundu ki bir şekilde bunları kristalize etmeye itmişti beni, başka uyarıcılar araya karışıp da bu hatıralar çarpılmadan önce yapmalıydım bunu... Ancak esas olarak kentimize yönelik büyük sevgim gerçeği seçici biçimde idealize edip yalnızca hoş yönlerini saklamaya kalkışıp da bunları çarpıtmadan önce yapmalıydım bunu...
Sonuçta, hatıralarımı bir roman yazarak paylaşmaya karar vermiştim. Kaçmaya zorlanmadan hemen önceye kadar olan sürede içimde tuttuğum imajları canlandıracak, hayali bir öykü kaleme alacaktım. Böyle yapmakla da şehrin özünü yakalayıp sergileyebilecektim.
Maksadım canlandırmaktı, değiştirmek değil. Üsüne boya çekmek yerine, renk katmak... Yeni bir arkaplan yaratmak yerine, hikaye ve kahramanlar, 1970’li yılların kentine yerleştirilecekti. Rolleri de, kentteki sıradan, gündelik yaşamdaki insanların kentte oynadıkları rollerden çok da farklı olmayacaktı. Bu şekilde, kentin hatıralarına ve tarihine saygı göstereceğimi hesaplıyordum.
Böylece kahramanlarım, yaşamak zorunda bırakıldıkları antitezler altında gündelik mücadelelerini sürdürmekteydiler. Birbirleriyle karışan ve birbirinden uzakta durmaya çalışan, antikiteye ve dönüşüme hapsolmuş vaziyette, boyun eğmeyle devrim arasında, masumiyet ve suçluluk, sevgi ve ayrılık, mantık ve delilik arasında gidip geleceklerdi. Ve bu çelişkiler de, nihayetinde romanın omurgasını oluşturacaktı.
Kahramanlarım aracılığıyla karmaşık Kıbrıslı kimliğinin ana hatlarını çizmeye çalışıyordum, bu kimliği ben adamızda son yüzyıllarda meydana gelen pek çok sosyal ve tarihi olayın ortaya çıkarmış olduğu şekillerde algılamaktaydım. Doğru ve yanlış algılarının milli ve sosyal bir duyguyla oluşturulduğu yıllar boyunca, sonu gelmeyen ve sürekli tekrarlanan iktidarı ele geçirme, idarecileri ve devrimleri değiştirmek; bir taraftan birbirine karşı sanrılar ve vizyonlarla öte taraftan katı gerçeklikle karşı karşıya kalmak bu yıllar boyunca...
Böylece ilk romanım ortaya çıkmıştı ve 2004 yılında Epifaniu yayınları tarafından Kıbrıs’ta “Kara perdeler indiği zaman” başlığıyla yayınlanmıştı – bu romana daha sonra Devlet Edebiyat Ödülü verilecekti. Roman Çekçe’ye ve Romence’ye çevrilecekti.
O zamandan bu yana, bir dizi farklı konuda edebiyatta kalem oynatmaya devam ediyorum... Ancak keskin bir bakış, Maraş’ın ve benim ilk hatıralarımın, her zaman satırlar arasına saklanmış olduğunu farkedebilir.
SORU: Annenizle babanız kimlerdi? Maraşlı mıydılar yoksa başka bir yerden mi gelmişlerdi?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Benim köklerim bütün Kıbrıs’tan geliyor: Dipkarpaz’dan Kondea’ya, Larnaka’dan Lapta’ya ve Evrihu’ya kadar ancak tümü de 80 sene kadar önceleri Maraş’ta noktalanıyor, annem Nitsa’nın annesi, ninem Theodora’nın Maraş’ta dünyaya gelmesiyle birlikte... Babamın adı Takis’tir ve kendisi bir kereste tüccarı idi. Annem ise evde çalışmaktaydı.
Bir kızkardeşim vardır, benden iki yaş büyüktür, halen Atina’da yaşıyor – 1974’ten sonra tümümüz de Atina’ya taşınmıştık. Annem aniden 2012 yılında vefat etti...
SORU: Maraş’tayken evdeki ve kentteki hayatınız nasıldı? Nasıl bir çocukluğunuz vardı? O günlerden bu kentten kaynaklanan kokular, imajlar, duygular... Ne kaldı size geriye?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: İşte tüm bunları ilk romanımda ortaya koymaya çalışmıştım... İnsanın tüm bunları yalnızca bir paragrafa sığdırması imkansızdır. Tüm bunları ve güzel hatıralarımı, kısa öykülerimde kaleme almaya çalışıyorum, sen de sevgili Sevgül, bunları gazetenizin sayfalarında yayımlayarak okurlara ulaştırıyorsun... Söyleyebileceğim tek şey, çocukluğumu düşündüğüm zaman, bunun cennette geçen bir dönem olduğunu belirtebilirim.
SORU: Eviniz neredeydi? Kirada mı oturuyordunuz yoksa aileniz mi inşa etmişti evinizi?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Benim doğduğum ve işgalden üç ay öncesine kadar yaşadığımız evimiz, Demokrasi Caddesi’nin hemen arkasındaki Parthenonos Sokağı’nda 15 numarada idi, Hacıhambi Sineması’nın bulunduğu yerde... Evimiz 1974’ün Mayıs ayında İngiltere’de yaşayan bazı Kıbrıslılar’a satılmıştı ve biz de Stavroz bölgesinde, Isavron Sokak 5 numarada bir apartman dairesine taşınmıştık. Fakat anlıyorsun, evimizden bahsettiğimde ben hala Partenonos Sokağı 15 numaradaki evimizden söz ediyorum...
SORU: Evlerdeki odaları hatırlıyor musun? Duvarların rengini? Pencerelerden görünen manzarayı?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Evimin her köşesini hatırlıyorum. Orada atmış olduğum her adımı hatırlıyorum. Tüm kokuları ve renkleri, benimkileri ama aynı zamanda ailenin geri kalanlarının da tüm kahkahalarını ve gözyaşlarını hatırlıyorum... Bir sporcu olarak çok zaman geçirdiğim stadyumumuzu hatırlıyorum, tenis kortlarını hatırlıyorum, okullarımı hatırlıyorum. 4 Ekim’den bu yana Maraş’ı ziyaret etmekte olan insanların çekmiş olduğu fotoğraflardaki tüm yerleri hatırlıyorum. İşte tüm bunlar yıkılıp yok edilmeden önce beni yazmaya iten de budur... İşte, bunun olabileceğinden çok korkuyorum... Ve bunun çok yakında olacağından korkuyorum...
SORU: Komşularınızı hatırlıyor musun?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Ben, herşeye meraklı bir çocuktum. Annemle babam çoğunlukla çıkıp her yerde beni ararlardı, beni mahallede bir yerlerde bulurlardı, birceez komşunun yapmakta olduğu işi izlerken... Onların her birini nasıl unutabilirim ki?
SORU: Kentteki festivalleri hatırlıyor musun?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Çok canlı biçimde hatırlıyorum... Tüm bu festivallerin parçasıydık... Bu kutlama günlerinde atmosferi ve itici gücünü sağlayan insanlardı çünkü... Onları bu kadar özgün kılan da buydu...
SORU: Denizin hayatınızdaki yeri neydi?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Duymayı beklediğin şeye karşın, deniz kalbimin yarısını kaplıyor, öteki yarısını ise Trodos dağlarındaki küçük köyler kaplıyor. Ailemiz için yaz, her zaman iki döneme ayrılmıştı. İlk yarısında her gün Maraş’ın o güzel sahilinde yüzmekle geçiyordu, ikinci yarısı ise şahane Kakopetriya’da her sene aynı evi kiraladığımız yerde geçiyordu...
SORU: Mağusa’nın/Maraş’ın denizi, ruhunuzda ne tür bir yara bıraktı?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Maraş’tan ayrıldığımız zamandan bu yana, herhangi bir sahilin tadını çıkarmadım. Bu da çok şey anlatıyor...
Mağusa’nın sahili sığdı ve sular ılıktı, bu da bir çocuk olarak bu sahilde yüzerken bana bir güvenlik duygusu veriyordu. 1974 sonrası gittiğim sahillerin çoğu hiç bu sahil gibi değildi, böylece bu sahilin benzerini aramaktan vazgeçtim. 1974 sonrası ne zaman Mağusa’ya gitsem kendimi rahatsız ve üzgün hissediyorum...
SORU: Maraş’tan ayrıldığınızda kaç yaşındaydınız?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Ondörtbuçuk yaşındaydım; Herşeyi hatırlayabilecek kadar yetişkindim, aynı zamanda neyin yanlış gittiğini anlayıp da birşeyleri düzeltmek için mücadele edecek kadar da gençtim. Şimdi 62 yaşındayım ve pek azımızın nelerin yanlış gittiğini kavramış olduğunu görebiliyorum...
SORU: Maraş’tan nasıl ayrıldığınızı hatırlıyor musun?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Keşif uçaklarının yaklaştığını görür görmez arabaya binip gitmiştik. Birinci round’da bazı bombalar bulunduğumuz binanın tam karşısındaki boş bir arsaya düşmüştü ve bu, bölgedeki tüm pencere camlarının kırılmasına yol açmıştı... İkinci round’da bundan kaçınmaya çalışmıştık...
SORU: Siz ve aileniz evinizden herhangi bir şey almayı başarmış mıydınız?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Yanıma değerli bir şey almayı akıl eden tek kişi bendim. Benim için değerli olan bir şey... Bunlar da atletizm yarışlarında kazanmış olduğum madalyalardı. Hala neden böyle yapmış olduğumu merak ediyorum...
SORU: Yoksa birkaç gün sonra döneceğinizi mi düşünüyordunuz?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Hepimiz de aynı akşam eve döneceğimizi düşünmüştük...
SORU: Nereye gitmiştiniz, aileniz nerede kalmıştı?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Önce Frenaros köyünde durmuştuk, insanlar bizi hoş karşılamıştı, onları tanımıyorduk bile... Hiçbir zaman, asla bu sıcak duyguyu unutmayacağım...
SORU: Nasıl hayatta kalmıştınız?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Maraş’tan ayrıldıktan iki ay kadar sonra, üç aileyle birlikte Atina’da kalmak üzere davet almıştık – bu üç ailede babalar büyük bir Yunan şirketi olan Petzetakis’le işbirliği yapmaktaydı – bizi Atina’da bir yıl boyunca kalmaya davet etmişlerdi bu üç aileyle birlikte, bir miktar para veriliyordu bize ve bununla da hayatta kalmayı başardık, ta ki babalarımız bir iş buluncaya kadar. Bunlar hayatın büyük mucizeleridir. İşte tam da bu nedenle, Kıbrıs’ta göçmenlerin soğuk biçimde karşılandığını görünce çok öfkeleniyorum.
SORU: Tüm o yıllar boyunca Maraş’a dönmeyi beklediniz mi ve kesinlikle döneceğinize inanıyor muydunuz?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Maraş’ın kesinlikle iade edileceğini düşünen ayakta rüya görenlerden biriydim ben de... Ne kadar çocukça bir şey...
SORU: Maraş’ın bir “pazarlık unsuru” olarak “müzakerelerin rulet masasına” sürüldüğünü gördüğünüzde neler hissediyordunuz?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Olumlu şeyler hissediyordum. Bunu pozitif bir şey olarak algılıyordum. Bu anlamsız mıdır? Yani, Maraş’ı geri almanın tek yolunun bu olduğunu düşünüyordum...
SORU: Ne zaman yazmaya başlamıştınız?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Yazmayı denemek için karar verdiğimde kırklı yaşlarımdaydım... Yukarıda bu konuda nasıl bir süreç izlediğimi aktarmaya çalıştım size...
SORU: Yazabildiğinizi nasıl keşfetmiştiniz? Öğretmenlerinizin biri veya arkadaşlarınızın biri mi bunu farketmişti?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Bu ilk romanımı kaleme aldıktan sonra, bunu yayınlamayı bile düşünmüyordum. Yalnızca arkadaşlarıma dağıtmıştım bu romanı... En iyi arkadaşım işte alıp bu romanı Lefkoşa’daki Epifaniu Yayınevi’ne vermişti ve işte böylece çıkmıştı roman.
SORU: Sizi teşvik eden, cesaretlendiren oldu muydu? Yoksa yazmak da bir mücadele mi gerektiriyordu?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Çok yalnız bir deneyimdi bu. Ve belirttiğim gibi, yazarken, bunları yayınlamayı hiç düşünmemiştim.
SORU: İlk romanınızı yazarken neler hissettiydiniz?
VİVİAN AVRAMİDU PLUMBİS: Çok duygusal bir dönemdi bu. Yeşil hattı geçme olanağının olmadığı dönemde yazılmıştı, o nedenle tümüyle hatıralarıma, belleğime dayanmak zorundaydım. Sanki de bir seneliğine Maraş’a geri dönmüştüm, sokaklarda dolaşıyordum, yaşamış olduğum evlerde dolanıyordum...
Vivian, annesi, kardeşi ve yeğenleri Ritsa hanım ile
Vivian, başarılı bir sporcu idi
PAZARTESİ DEVAM EDECEK