En Çok Okunmayan Kitap

En Çok Okunmayan Kitap


Rıdvan Arifoğlu
 rarifoglu@yahoo.com        

James Joyce'un Ulysses (atlı)eseri kitaplıklarda hep (yepis)yeni durur. Onu parçalarcasına okuyan az sayıdaki okuyucunun kütüphanesinde bu kitap çok yıpranmıştır. Sadece evlerde gördüğüm Ulysses'lerden dolayı değil, sahaflarda çıkan Ulysses'lerden de bunu anlıyorum.
            
Aynı şekilde bu eserden bahsetmenin de bir orta yolu yok. Ondan detaylarla ve çok boyutlu bir bakışla bahsedersiniz. Joyce'un elinden çıkmış halinin bugün kayıp olduğundan, Bloomsday'den (16 Haziran), sansürlenmiş olabileceğinden veya Leopold Bloom'un ordan-burdan duyulmuş birkaç özelliğinden bahsederek eserin okunmuş olduğunu ima etmeye çalışmak onu okumuş olan için berbat bir histir. Ben 2000 yılında (bir artık yılda) başladığım okumalarımı 2012 yılında (artık siz düşünün) yoğunlaştırıp bitirdim. Bu son okumalarım romana farklı boyutlarıyla da bakmama yaradı. Dergilere gönderdiğim Ulysses'le ilgili yazılarımı reddeden editörlerin bana çeviri dergilerini önermelerine çok şaşırıyordum. Bu aslında editörlerin bile kitabı okumadıklarını gösteriyordu, çünkü Ulysses'te çeviriden bahsetmek romanın kendisinden bahsetmektir. Onu okuyan herkes bilir. Dil esere yapışık durumdadır, eserin kendisi veya onun uzağında bir aracı konumunda değil. O yüzden Ulysses'ten bahsedip geçmek, (doğru) (dürüst) okumadan bahsetmeye çalışmak tongaya basmakla eş anlamlıdır.
            
Öyledir pek tabii, çünkü kısa sürede tüketilip geçilen eserlerde genellikle diziler yoktur: Diyelim romanda belli bir olaydan veya psikolojik durumdan bahsedeceksiniz. Romanların çoğunda bu karışık bir şekilde ortaya konabilir. Mesela olayı anlatmaya başlayıp kahramanın ismini sonra söyleyebilirsiniz. O romanlar hakkındaki özetleri veya birtakım yazıları okumuşsanız romanı savunabilirsiniz. İyi bir eleştirmen bile anlamayabilir. Oysa Ulysses'te bu geçerli değildir. Olayla ilgili şeylerden bahsederken keşfettiğiniz iç kurallara bağlı olarak bunu yaparsınız. Üstelik belli bir sözcüğü es geçerseniz okumadığınız ortaya çıkar. Sözcükler, deyimler, kısaltmalar, noktalar v.b. dizinin içinde tesadüfi bir şekilde konumlandırılmamıştır. Çoğunlukla capcanlı sözcükler mekanik hale getirilerek dizilerin içine yerleştirilir. Bu şiirin karşı kutbu olmakla şiire yaklaşıyor. Bazen de sözcükler tüyo verir gibidir. Örneğin bir çeşit oyundan bahsedilirken ortamda ne olup-bittiğiyle ilgili "twinkle" sözcüğünün tüyo verir gibi göz kırptığını hissedersiniz. Bir yıldız parlaması oluşur. Bu tip deneyimleri okuyucu keşfettikçe eserin "orijinali"nin olmamasını filan dert etmez. Yazılan şey bizim eserimizdir. Bütünlüğü keşfetmeye başlamak biraz zor olsa da sonraları okuyucu kendinden katkılı epeyce okuma yapar. Okuyucu alımını almaya görsün… Bir batında 50 mücevher çıkarır. "Bir garında" kendi ikizini de doğurur.
            
Ulysses'te sonraları modern romanın çok kullandığı açıkta bırakılmış öğeler meselesinin bir bulmaca şeklinde eğlenceli olarak ortaya konduğunu görebiliriz. Bu konu çok işlenmiştir. Mesela ünlü "U.P.:up" nedir? Bence "U.P." basbayağı "Up the Pole" demektir. Uzun bir direğin üstüne çıkıp uzun uzun oturmak bir gelenekmiş. Başka biri için başka bir açılım olabilir, bilemiyorum. Hani bir kandırmaca cümle vardır: İngilizce okuyan birine bir cümleyi üç satıra bölerek yazınız. Cümlenin ortasında "the" olsun. Fazladan bir "The" yazınız (büyük harfle), yani birinci "the" ilk satırın sonunda, ikinci "The" ikinci satırın başında olacak şekilde. Satırlar ortalanarak simetrik şekilde yazılsa daha iyi olacak. Çoğu insan okurken bir hata göremeyecektir. "The" sanki görünmez olur. Ben de bundan yola çıkarak "U.P.: Up the Pole" dedim. Önemi yok. Tabii buradan "Carlisle girl"e geçmek gerekirdi. Uzatmayayım.
            
Mesela diğer keşfedilmeye bekleyen şey "Macintosh" şapkalı adamın kim olduğudur. Eski bir sevgili midir? Arabada bıraktığı kırıntıların ne anlamı vardır? Romandaki açıklıkların sayısı arttıkça okur ilk başta bunalabilir ama sonra yapı derinliklere doğru çeşitlenmeye başlar. Okur yapıyı keşfetmeye başlayınca U dönüşü yapmaktan vazgeçer. (U'nun üzerine çaprazlama olarak kendi ismini yazmaya başlar.) Bu "Macintosh" konusu gibi konuların üzerinde Ulysses hakkında  yazanlar o kadar çok durmuştur ki artık sıkıcı olmaya başlamıştır. Okur kendi yolunda çeşitli patikalara sapmasına rağmen ölene dek aynı kitabın çevresinde dönmek istemiyorsa çeşitliliği nerede sonlandıracağına da kendisi karar verecektir. Tıpkı romanda 16 Haziran sabahından 17 Haziran sabahına kadar döngünün tamamlanması gibi bir döngüyü tamamlar. Okuyucuda romanın da bir gün içinde yazılıp bitirildiği hissi doğar. Oysa romanın yazılması yıllar almıştır.           
            
Tüm zamanların bu en çok okunmayan kitabının dünyası içinde gezinmeye başlamak okuyucuda güzel bir his bırakır. Kıbrıslı bir okur için ayrıca zevkli olacaktır. İrlanda İngilizcesi (dil içindeki muadili olması açısından) Kıbrıslı Türkçesi'ne daha yakın gibi duruyor. Buna bir örnek Buck Mulligan'ın dilindeki "kip" sözcüğüdür. Bu sözcük küçültme eki kullanılır gibi kullanılarak bir sevecenlik ifadesine dönüşür, oysa küçültme eki değildir. Küçüklük hissi veren anlamları vardır: hayvanın yatağı, yatak, kısa uyku (kestirme), kısa süreli yatı yeri, 1-2 haftalık maaş gibi... Cümle yapılarına bakıldığında ortaya ilginç keşifler çıkabilir (mesela Buck Mulligan'ın veya Stephen Dedalus'un babası Simon Dedalus'un konuşmalarında). İçimizdeki İrlandalılar ne de güzel konuşuyor!
            
Çevirilerden ayrıca bahsetmek istemiyorum. Üzerinde durmak istediğim bir başka konu Ulysses'in dişilere pozitif ayrımcılık yapmasıdır. Daha ilk sayfada ("christen veya Christine" sözcükleri aracılığıyla) vaftizden bahsederken veya ayın yüzeyindeki lekelerin "mare" (kısrak) olmasının vurgulanması… Aydaki yaşlı adamın (bu lekelerin çağrıştırdığı) kim olduğu ile ilgili düşünceler… Ve tabii en sonunda Evet diye başlayıp Evet diye biten "Molly" Bloom'un iç konuşmaları. Kısrağı (ve aydaki lekeyi) Proteus bölümünün başında mimlememiz ("deleine the mare") çeşitli yerlerde işimize yarayacak (yoksa niye mimlensin!?).
            
Kısrak, at v.b. de bir diziyi oluşturur. Aynı nitelikteki sözcükler romana yayılır. Bu dizilerin takibi ses oyunlarını çok boyutlu hale getirir. Ses, ritm ve tını olduğu yerde durmaz, kendi içine gömülmüş olarak sunulmaz. Hem anlam hem ses özellikleri romanın çeşitli bölümlerine gönderme yapar. Kaotik dünyanın sözcükleri kendilerine "gelirler" ve "sıraya girerler". Yüzeyde sözcükler domino taşları gibidir. Büyük dominolarda taşlar çeşitli yerlerden devrilmeye başlayarak resim içinde resim oluştururlar. Hepsi devrildiğinde ortaya çıkacak tablonun güzelliği başkadır. O yüzden bazı yerlerde sırf orijinal sözcükler yok diye resmi göremiyor değiliz. Resim sadece biraz bozulmuştur. Aslında bu bazen iyidir bile, özellikle çeviri ile "orijinal" metni bir arada okuyanlar için. Ben Maximum II (Maximum the Second) isimli atı "Çok Çok İki" diye düşündüm. Yarışta çok çok ikinci gelecekmiş. Bu özel ismi çevirecekseniz çok fazla "şans" kalmıyor zaten. Başka yerde "çok çok iki saniye", "en fazla iki saniye" gibi birşey demek zorundasınız. Şimdi düşündüm de, evet. Yukarıdaki Molly'nin Evet'i (2 Evet'i) 1 tüyo değildir!
            
Daha esnek bir başka diziye örnek "elle kavranabilen, genellikle silindirik olan şeyler" diye tanımlayabileceğimiz değnek, baston, sopa, baton, asa (ki yarıştaki bir tayın ismi Sceptre'dır) gibi sözcüklerdir. 20'den fazla sözcüğün takibi de okuyucuyu yan yollara sürükler. Tek tek sözcüklerin haricinde sözcük bütünleri de buna yardım eder. Bunu ancak uzaktan görebiliriz. Kulvarların tamamen dışında (dış kulvarın dışında, pistin dışında) yeterince ilişkiye giremeyeceğimiz için, yeterince tecrübemiz olamayacağı için bunu göremeyiz. İç kulvarda ise tecrübe dedikleri olan-biten her şey gözü kör eder. İlişkiler dışında herşey görünmez olur. "İdeoloji" denir, ama ilişkilerden başka bir şey değildir, "estetik" denir ama hep ilişkilerden oluşur, "adalet" denir hep ilişki… Cissy Caffrey'in Gerty'ye dediği gibi: İleriden daha iyi görürüz (havai fişekleri): We can see (better) from farther (up)!

Ulysses'e sürekli giriş-çıkış yaparsak o hareket içinde görünmeyen "The" görünmeye başlar. Farklı kaynakların okunması önemli olsa da en nihayet eser içe kapalı bir ansiklopedi veya sözlük gibi iş görür. Bir sözcüğü başka sözcüklerle açıklamaya çalışmak… Fakat diğer sözcükleri ne kadar biliyoruz? İlk başta kısır döngü gibi görünür. Tesadüfi olarak romanda ordan-burdan parçalar okumak çok zevkli olur. Kısır döngü belki de ancak böyle kırılabilir. Romanı bırakmak için sayısız neden varken neden devam edelim? Zorlukların üstesinden gelmek için uğraşmanın, çaba göstermenin içeriğe göre önemli olduğu bir anda romana ısınmaya başlarız. İçerik peşimizden gelecektir. Ulysses'in bulmaca niteliği de buna yardımcı olur. Somurtkan, bilmişlik taslayan, didaktik, sözümona modernlik iddiasındaki pekçok metnin aynasıdır Ulysses. Sözcükler yazılmış değil, yerleştirilmiş gibidir. Bu anlaşıldığında romanın çıplak kafasının romandaki kütüphanecinin kafası gibi "bir auk yumurtası" olarak ortada durduğunu görerek gülümseriz. Yani ben öyle yaptım. Çoğu modern romanda her okuyucu kendine özgü farklı okumalar yapabiliyor. Bana öyle geliyor ki Ulysses'i her okur aynı şekilde okur. Okur Ulysses okuyorsa Ulysses okumalı!

Dikilitaş'ın yanında, "Bu da mı gol değil!" diye duyduğumda, "Seçim vodvili bitti ama daha bıkmadılar," diye düşünüyordum. Meğer seksi bir turistin arkasından bakıp hadiseyi görmeyen karşı kaldırımdaki arkadaşına gözlerinin kime oynayacağı konusunda tüyo veriyormuş. Tabii ki bakmasam görmeyecektim.

Dergiler Haberleri