Gazeteciliğe “spordan” başladım.
Nasıl da keyifli günlerdi, unutamam.
Motosikletin üzerinde, boyunuza çaprazdan asıp çantanızı antrenmanlara yol almak, “tozun toprağın içi” olsa da o dönemde...
***
Lefke’de bir maçta fotoğraf çekiyorum.
Saha çizgisiyle tribün parmaklıkları arasında anca bir insan genişliği kadar daracık alanda..
Yan hakem gelip üzerime çıkmasın mı!
Tepetaklak yere düşerken, tam da bayrak kaldırması gereken andı.
Son dakikalardı ve şeytanın işi, gol oldu!..
Orta hakem Türker Heper hem golü vermişti, hem de anında bitirdi maçı....
Ama bitiş düdüğünün daha üçüncüsü ötmeden, bir kaç yüz kişi sahanın içine dolmuştu bile!..
***
Yirmi sene önce, iki elin parmaklarını geçmezdi, spor yazarlığını “profesyonel bir meslek” olarak yapanların sayısı...
Yirmi sene sonra, yine geçmiyorsa, ortada mutlaka bir sorun olmalı.
Böylesi bir saptama, ikinci bir uğraşla, ana meslekleri dışında ve ek iş ya da hobi olarak spor yazarlığı yapanların konumunu asla değersizleştirmez.
Ama bu durumu “normalleştirmek” yerine, sorgulamak ve tartışmak da, geleceğe borcumuzdur herhalde..
***
Bunları söylüyorum diye, kimi spor yazarı dostları bana kızıyor.
Kızmakta haklı oldukları zamanlar da var tabii, çünkü bazen, “sorgulama”nın ötesinde “dangalaklığa” varıyor dilim!..
“Eşek arısı soksun” deycem ama bazen de can çıkıyor, huy çıkmıyor işte...
Geçenlerde örneğin, Ogün (Genç Kaçmaz) dostum dedi ki;
- Sen zaten öğretmen olduğum için benim Spor Yazarları Derneği Başkanı olmama da karşı çıkıyorsun!..
Oysa iyi biliyor ki, bunu ben söylemiyorum, dünya söylüyor, üyesi olduğu uluslararası örgüt dahil...
İtirazım, ülkedeki pekçok meselede olduğu gibi sürer durumu “kanıksama” ve “normalleştirme” dürtüsüne sadece..
Eğer beş üniversite yüzlerce ‘gazetecilik’ mezunu veriyorsa her sene... Ve buna rağmen, güne bir medya kurumunda “günaydın” diyen “spor gazetecileri”nin sayısı tek tükse, birilerinin de gidişten rahatsız olması, çok mu tuhaf sizce?
***
Öğretmenliğini öğrencileri bilir ama spor yazarlığı, deniz ötesine taşacak seviyede bir yetenektir benim için Ogün.
Ama yetmez.
Bir “mesleği”, onun kazandırdığı statü ya da keyfi dışında seçmek, biraz da “bedel ödemek”le ilgilidir.
Tüm imkansızlıklarını, maddi ve manevi sıkıntılarını göze almak, bunun bedelini de ödemeye hazır olmaktır bir mesleği seçmek...
O nedenle de anlaşılmaz kimi zaman isyanlarımız.
***
Nereden çıktı şimdi tüm bunlar, diyeceksiniz, pazar pazar..
Ya da, “bize ne?”
Napayım, kime anlatayım yani!..
Ha bir de şuradan çıktı.
Basın turnuvaları, Spor Yazarları Derneği’nin en güzel etkinliği, yıllardır.
Geçen akşam yine başladı!..
Bir “sinirle” ve “hışımla” sahaya dalışım kaldı aklımda... Bir de gece, feci bir baş ağrısı ile yastığa başımı koyuşum.
Son dönemde bizim spor servisi ‘apar topar’ uçunca fena dolmuşum...
Bizim servisten Kuzey’e, “kural böyle sen oynamazsınız” dedikleri zaman, biraz “rezillik” yapmışım galiba!..
Yine kendime kızdım.
Çünkü ‘öfkelerden dahi küçük bir tebessüm kotarmayı’ istedim, hayat boyunca...
İçimdeki ‘kırıklıklar’ baki olsa da, ‘kırdıklarıma’ üzüldüm, sonra.
***
Ve evet, belki de yeniden, 20 Temmuz Stadı’nın kale arkasında, elimde fotoğraf makinesi oturmayı özlerim en fazla...
Nice yüzsüzlükle yüzleşmeden, maskesiz bir rekabeti...
Hade geliniz, Paul Eluard’ın o unutulmaz şiiriyle koyalım noktayı:
İnsanlarda tek sıcak kanun,
üzümden şarap yapmaları,
kömürden ateş yapmaları,
öpücüklerden insan yapmalarıdır.
İnsanlarda tek güzel kanun,
suyu ışık yapmaları,
düşü gerçek yapmaları,
düşmanı kardeş yapmalarıdır.
Hep var olan kanunlardır bunlar,
bir çocukcağzın tâ yüreğinden başlar,
yayılır, genişler, uzar gider
ta akla kadar.