En rahat dönem

Tayfun Çağra

 

“Kavga devam mı?” şeklindeki soruma devlette örgütlü bir sendika başkanı “En rahat dönemimi geçiriyorum, geçmiş sol hükümet insanlarla uğraşıyordu, şimdi öyle bir şey yok, herşey daha kolay” dedi.
Bu yanıt üzerinde durup düşünmek, tartışmak gerek. Ne kadar doğru, ne kadar yanlış!.. Doğruluk payı varsa nelerdir, yanlışlar varsa nelerdir? Bir sendika başkanı neden böyle düşünüyor?
Hemen akla sendikanın talepleri karşısında hükümetin olumlu bir davranış içine girdiği şeklinde bir anlam gelebilir. Geçmiş sol hükümet, daha doğrusu bütün icraatlar CTP’den sorulduğu için koalisyon da olsalar CTP-DP veya CTP-UBP hükümeti döneminde bütçe dengeleri hep birinci planda tutulduğundan sendika talepleri çok olumlu tepkilerle karşılaşmadı o dönemlerde…
Şimdi bu konuda bir sıkıntı yok gibi görünüyor… Daha doğrusu UBP’nin ve UBP klasiğini taşıyan partilerin bir politikasıdır bu; Bütçe dengesi gibi bir gaile yok, sendikalardan, halktan gelen taleplere olumlu yanıt vermek, işi yapılmasa bile hoş karşılamak, işinin yapılacağına dair umut dağıtmak, popülist yaklaşmak… Bu politikanın sonucu da o anlayışın sahipleri için genelde kazançlı olmuştur. Toplum kazanmış mıdır o tabii ki tartışılır ama toplumun bireylerinde sürekli “ben de bir şey elde edebilirim” anlayışı sürekli bilinç altlarında yer etmiştir.

***

Bu bilinç altına işleyen anlayış, bireysel beklentiler o süreçte olan bitene de ses çıkarmamayı gerektirir çoğu zaman… Bakınız hükümet nerdeyse her hafta Bakanlar Kurulu’nda yurttaş yapıyor. Yurttaşlığa başvuru hakkını 13 yıldan 11 yıla düşürüyor, muhaceret affı çıkarıyor, neredeyse ülkede ne kadar kaçak yaşayan varsa “size her şey serbest” diyor ama vatandaştan veya sivil toplum örgütlerinden olması gereken tepkiler yok.
Yine popülist davranıyor hükümet ve seyrüsefer affı çıkarıyor. Borcu olanlar affediliyor, her yıl borcuna sadık kalan yurttaş neredeyse ödemesi gerekeni ödediği için cezalandırılıyor, görevini yerine getirmeyen ödüllendiriliyor. Vergide de elektrikte de defalarca yapıldığı gibi… Böyle bir durumda görevini yapıp cezalandırılan değil, ödüllendirilen kişiler bunu yapanlara karşı kendini borçlu hisseder. Borcunu ödeyen yine öder, cezalandırıldığını da unutur ama verilen ödüller unutulmaz ve o ödülü verenler zamanı gelince karşılığını alır.

***

Bakın hükümet Başbakanlığın misafirleri için 2 adet lüks araba alımı için karar çıkarıyor. 75,500 Euro değerinde yani yaklaşık 250 bin tl değerinde… Okullara para yok, sağlık için para yok, kültüre, sanata para yok! ama Özgürgün’ün konukları için para var.
Peki bu gelişmelere karşı ses var mı? YOK.
Başta da yazdığım gibi; Sendika başkanı “en rahat dönemimi geçiriyorum” diyor. Herhalde bu rahat dönem iki taraf için de aynı olsa gerek. Ne sendikalardan hükümete katı baskılar, ne de hükümetten sendikalara olumsuz yaklaşımlar…
Hayat güllük gülistanlık gidiyor sözkonusu taraflar için…
Peki diğer kesimler! Ses çıkarmazsanız sizin de hayatınızın pembeleşebilme ihtimali her zaman için var!..


--------------------------------------------------------

 

Yamyamlığın bir biçimi…

Yamyamlık nedir? Bir insanın kendi türünden birilerinin etini yemesi… Bu yamyamlığın üç nedeni olabilirmiş; Açlık veya kıtlık, Delilik veya Sosyal Sapkınlık, üçüncü de Kültürel ve Sosyal Nedenler… Şimdi nereden yamyamlık konusuna geldik? Çok şükür ki henüz kendi türümüzden canlıların etlerini veya iç organlarını yiyecek bir durumumuz veya deliliğimiz yok, açlık ve kıtlığımız da… İnsan eti için yok ama insanın ihtiyaç duyduğu doğa… Kıyılar… Dağlar… Ormanlar… İşte bunları yoketmeyi, iç organlarını dahil yeyip bitirmeyi yamyamlığın üç maddesinden biri olan Kültürel ve Sosyal Nedenlere artık yerleştirebiliriz sanırım. Baksanıza; bütün uyarılara, tepkilere, isyanlara, eylemlere rağmen yıllardır süregelen ülke zenginliklerinin yokedilmesi için yürütmeden (otoriteden) gelen ısrar başka bir kategoriye giremez artık. Kişisel çıkarlarımız uğruna verilen izinler, değiştirilen emirnameler Sosyal Nedenler, yıllardır sürdürülen bu alışkanlık da bir Kültür haline gelmiş olarak sayarsak bir tür yamyamlık ortaya çıkmış da diyebiliriz. 

-----------------------------------------------------------

DÜŞÜNCE

Unutkanlık galiba!

Küçücük çocukların, erkek veya kız, camilerde veya başka yerlerde kuran kurslarına götürülmelerinin, kim ne derse desin tazecik beyinlerinin çeşitli hurafelerle yıkanmasının, istenilen biçime sokulmasının ‘inançlara saygı’ çerçevesinde ele alınmasına çalışılması bir devletin Elçiliği tarafından da desteklenmesi ve teşvik edilmesi ve belki de yaptırılması çağdaş bir insanın kabul edebileceği, hoş görebileceği bir durum değil. Son yıllarda Türkiye’de yaşanan gelişmeleri ve 15 Temmuz sonucunu burada da yaşatmanın bir anlamı yok. Acaba diyorum henüz birileri Elçiliğe ve Din İşlerine “bu işe bir son verin artık” demeyi unutmuş olabilir mi!

-------------------------------------------------------

GÖRÜŞ

“Hedef askerdi”

PKK, Kılıçdaroğlu’na yapıldığı söylenen saldırıyı üstlendi ama “saldırıyı Kılıçdaroğlu’na değil, devletin askerine karşı yaptık” dedi. PKK, konvoyun CHP konvoyu olduğunu bilmediğini, asker gördüğü için saldırdığını açıklarken bu açıklamayı normal bir prosedürmüş gibi yaptı veya bana öyle geldi. Burada sorgulanması gereken aslında bu açıklamanın normal bir gerekçeymiş gibi sunulması aşamasına PKK’nın nasıl geldiği veya getirildiği…

----------------------------------------------------------


"Yalnızca kültürlü insanlar öğrenmeyi sever  cahiller ders vermeyi tercih eder."

Edouard Le Berquier