En son ne zaman hiç yorgun değildin

Mehmet Erdoğan, 1984 Lefkoşa doğumlu. Amerika Birleşik Devletleri'nde tamamlamış eğitimini... Hem "Uluslararası Barış ve Çatışma Çözümü" hem de "Halk Sağlığı" üzerine yüksek lisansını yapmış. Dahası, HIV/AIDS ile yaşayan bireylerle çalışmış. Bir senelik

 

 


Mehmet Erdoğan, 1984 Lefkoşa doğumlu. Amerika Birleşik Devletleri'nde tamamlamış eğitimini... Hem "Uluslararası Barış ve Çatışma Çözümü" hem de "Halk Sağlığı" üzerine yüksek lisansını yapmış. Dahası, HIV/AIDS ile yaşayan bireylerle çalışmış.  Bir senelik bir Amerika macerası var. O günlerde "Kıbrıs'a dönmem herhalde" diye düşünürken, bana röportajda, "Hayatımın en mutlu iki senesi döndükten sonra, burada geçti" diyor... Umutlanıyorum. Hem de nasıl. Mehmet de zaten benim için "umut kuşağı"nın bir ferdi.

<<... Yorgunluğun tamamı Kıbrıs’ta doğmuş ve Kıbrıs’ta yaşıyor olmak da değil, aslında... 2011'de doğmuş bir çocuk 1981’de doğan bir çocuktan daha da yorgun oluyor bence… Çünkü teknoloji arttıkça, hayatımıza giren yeni yeni akımlarla, çok daha fazla yorulmaya başladık. Özellikle de gençler bir şeylere yetişemediği hissine kapılıp telaşlanıyoruz...>>

<<... Teknolojiye bağlı bir yorgunluk var, bir de kapitalizmin verdiği bir yorgunluk var; daha güzel olmak için, daha güçlü olmak için.... Bir arkadaşın 5 yaşındaki yeğenine birisi kilolu olduğunu söylemiş. Bu çocuk artık bunun bilgisi ile büyüyecek. Onun ilk yorgun olduğu an bu andır ve bundan sonra hep yorgun olacak aslında...>>

----------------



"Hiç bu kadar yorgun değildim..."
Her birimiz, aslında hiç de fark etmeden ne kadar çok tekrarlıyoruz bu cümleyi.
İçimizden ya da ortaya söyleyerek, söylenerek, dertlenerek...
Sabah uyanırken dahi "yorgun" başlamak güne...
Rüyamızda dahi yorulmak...
Ve yorulmak düşüncelerin denizinde, geleceği göremeden ve bu kör karanlıktan kurtulmak için kulaç sallarken.
Kimi bedende, çoğu da zihinde yaşanan bu "yorgunluk" hallerini, çok farklı bir çalışma ile sergisine taşımış, Mehmet Erdoğan.
Fotoğraf sergisinin ismi "Rüyamda Bu Kadar Yorgun Değildik."
"Oto Portre" çalışmış.
Yani herkesin anlayacağı dilde, fotoğraf makinesini ayarlamış, sonra, karşısına geçmiş ve kendini çekmiş...
Bir nehirde çıplak, upuzun bir çimenlikle yorgun, bir elbise askısında bezgin...
İlk bakışta "ne kadar narsist" diyebilirsiniz, "Yani kendini beğenmiş"...
Oysa...
Öylesine güzel bir kompozisyonla karelerde yer almış ki, aslında "yorgunluğunuzu" fark ediyor, bu farkındalığı yaşayınca, daha bir dingin bakıyorsunuz hayata...


"UMUT KUŞAĞI..."

Mehmet Erdoğan, 1984 Lefkoşa doğumlu.
Amerika Birleşik Devletleri'nde yapmış eğitimini...
Sonra hem "Uluslararası Barış ve Çatışma Çözümü" hem de "Halk Sağlığı" üzerine yüksek lisansını tamamlamış.
Dahası, HIV/AIDS ile yaşayan bireylerle çalışmış.
O günlerde "Kıbrıs'a dönmem herhalde" diye düşünürken, bana röportajda, "Hayatımın en mutlu iki senesi döndükten sonra, burada geçti" diyor...
Umutlanıyorum.
Hem de nasıl.
Mehmet de zaten benim için "umut kuşağı"nın bir ferdi.
Çok zeki, yaratıcı, bilge, çoğunluklu Avrupa ve Amerika'da eğitim görmüş, mükemmel bir kuşak var şimdi, sayıları giderek artan.
Mehmet'i zaten "Gommalar"daki müzik yolculuğu, "Engelsiz İnisiyatifi"ndeki sosyal sorumluluğu ile tanıyoruz...
Hade geliniz, sergisini konuşarak, biraz daha fazla tanıyalım şimdi.


NEDİR BU YORGUNLUK HALİ?

 

·        C. Mutluyakalı: Nerden geldi bu yorgunluk hali ?

·        Mehmet Erdoğan: Ben Amerika’da okudum, orada çalıştım bir sene. 2005 – 2006 gibi ilk çalışmaya başladığım sene. Ben uzun süredir oto portre çalışması yapıyorum. Bir gün çok yorgun geldim, bitmiş bir haldeydim, şöminenin üstünde gördüğünüz bir fotoğraf var… İşte böyle bir fotoğraf gördüm zihnimde ve onu çektim. Sonrası arkası geldi.

 

·         Yani hep kendini çekiyorsun, makinenin arkasında yoksun sen, önündesin?

 

·        Makinenin hem önünde hem arkasındayım aslında. Tüm fotoğraflar oto portredir. Aldığımda ilk makineyi elime oto portre nedir bilmezdim. 200 yılı idi. Dijital makineler çok yeniydi daha... Ve ben bir anda, kendimi fotoğrafların içinde buldum.

 

·         Peki neden hiç düşünmedin, örneğin bir mankenle çalışmayı?

·        zaman yalnızdım Amerika’daydım ve öyle bir çevrem yoktu… Ben de sürekli bu şekilde kendimi çekiyordum…

 

·        "Bu da kendini beğenmiş, kendinden başkasını çekmiyor" diye düşünürler mi diye, endişe etmedin mi?

·        Doğrudur dünyada da bu tip düşünceler hep mevcut. Mesela arkadaşlarım fazla narsist bir sergi olacak herhalde diye geldiler; ama gördüler ki pek öyle değil…

 

·        Bir düşünce dünyasını anlatıyorsun sanırım, kendinden fazla.

·        Evet aslında ben kendimi göstermek, ne bileyim güzelim anlamında fotoğraf çekmiyorum. Ama iç dünyamı yansıtmak hissiyle çekiyorum. O nedenle kendimi kullanıyorum. Çünkü başka birini kullansam, o insanın hislerini yansıtmışım gibi gelecek. Oysa ben kendim yaşayarak çekiyorum.

"İYİCE İÇİNE BATTIM"

·        Ama hep böyle yorgunluk teması üzerinden, biraz da umutsuzluğu besleyen bir yorum gördüm ben, yani bu sergiyi gezen insanlar, hep yorgun olduklarını hatırladılar. Oysa biraz daha dingin olmaya ihtiyacımız var, daha yaratıcı olmaya ihtiyacımız var.

·        Şimdi şöyle bir şey var dingin olmaya doğru gitmek için ne kadar yorgun olduğumuzu anlamamız gerekir. Benim yaptığım o yorgunluğun içine tamamen battım. Yani o yorgunluğu tamamen diplemesine tanımak için 5-6 senedir bu fotoğrafları çekiyorum. Birkaç fotoğrafta birkaç dinlenme var. Ama hep fantezidirler…

 

·        Fotoğraflarında hiç photoshop, montaj tekniği kullandın mı?

·        Bir veya iki fotoğraf, o da çok az. Doğrusu ben Photoshop'u da tam bilmiyorum.


"AMERİKA'DAN DÖNECEĞİMİ DÜŞÜNMEZDİM"

·        Peki sergiyi gezenlerle kurduğun diyaloglarda, beklediğin sonuca ulaştığını gözlemledin mi?

·        Beklediğimden çok daha ötesinde tepkiler geldi. Ben iyi tepki alıp almayacağımdan emin değilim. Hiç tanımadığım insanlardan, çok dokunaklı mesajlar gelmeye devam eder… Bundan sonra ne yapacağım önemli. Ben birçok dalda uğraşıyorum, yazı tarafım da var, kısa öyküler yazmaya çalışıyorum, aynı zamanda videolar ve kısa filmlerle uğraşıyorum… Aynı zamanda Proje Koordinatörüyüm, AB projeleri, BM projeleri ile yoğun uğraşıyorum.

 

·        Amerika’da iken hiç aklına geliyor muydu, Kıbrıs’a geleceğim ve böyle bir şey  yaşayacağım! Çünkü genelde gidenler Kıbrıs’a neden döneyim ki diye düşünürler…

·        Ben de öyle düşündüm. 9 sene kaldım Amerika'da. 2000 yılında gittim, eğitim yaptım, 2 ayrı yüksek lisans yaptım. İlk barış ve çatışma çözümü, sonra halk sağlığı üzerine ihtisas yaptım. Hiç dönesim yoktu. O zamanlar Kıbrıs çok daha izole ve kapalıydı. Burada olmak insanın içini karartan bir şeydi. Ama 2009’da gelmeye karar verdim ve de çok memnun ve mutluyum geldiğime. Çünkü son iki senedir hayatımın en güzel iki senesi oldu, çünkü birçok etkinliğe imza attık. Mesela Engelsiz İnisiyatifi'ni kurduk, annemin yaşadığı tekerlekli sandalyede bir olay vardı... Gaile’de yazdım. Engelsiz Karnaval'a siz de geldiniz… O hareket çok başarılıydı… Bu sergi inanılmaz tepki aldı. Kıbrıs küçücük bir yer, dolayısı ile etkileşim çok farklı… Mesela ben bu olayı Amerika’da yapsam, benzerleri çok var diye etkileşim daha az olurdu… Ama burada insanlar bu tip olaylara çok aç ve sonuç da az önce belirttiğim gibi çok memnuniyet verici…

 

YETİŞME TELAŞINDA YAŞAM

·        Bu bir ilk deneme sanırım, en azından ülkemiz açısından. Yani tümü oto portreden oluşan bir sergi anımsamıyorum.

·        Buradaki sanat camiasını pek takip edemedim ama az olmalı bence de bu tür çalışmalar…

·        Yorgunluğumuzun bir sebebi de hep Kıbrıs'la yaşamak, hep "sorun"la anılmak mı?

·        Yorgunluğun tamamı Kıbrıs’ta doğmuş ve Kıbrıs’ta yaşıyor olmak da değil, aslında dün arkadaşlarla konuşuyorum da ben şöyle diyorum. 2011'de doğmuş bir çocuk 1981’de doğan bir çocuktan daha da yorgun oluyor bence… Çünkü teknoloji arttıkça, hayatımıza giren yeni yeni akımlarla, çok daha fazla yorulmaya başladık. Eskiden sadece televizyon vardı, şimdi gazete var internet var facebook var twitter var… Örneğin facebook’unuzu bile 6 saat bırakıp gitseniz geri döndüğünüzde takip edecek, etmeniz gerektiği hissine kapıldığınız bir sürü şeyiniz oluyor. Dolayısı ile insanlar sürekli, özellikle de gençler böyle bir şeylere yetişemediği hissine kapılıp telaşlanıyoruz. Dünyadaki birçok haberi bir anda okuyabiliyoruz ama bunu yapabildiğimiz için de çok fazla negatifliği bir anda yüklenebiliriz. Teknolojiye bağlı bir yorgunluk var, bir de kapitalizmin verdiği bir yorgunluk var; daha güzel olmak için, daha güçlü olmak için, daha kaslı olmak için. Mesela 20 yıl önce böyle bir pazarlama var mıydı bilemiyorum. Ama geçen gün bir şeylerle tanık oldum. Bir arkadaşın 5 yaşındaki yeğenine birisi kilolu olduğunu söylemiş. Bu çocuk artık bunun bilgisi ile büyüyecek. Onun ilk yorgun olduğu an bu andır ve bundan sonra hep yorgun olacak aslında…


"BENİ İNTERNET FOTOĞRAFÇI YAPTI"

·        Fotoğrafçılıkla ilgili özel bir eğitim aldın mı, ya da etkilendiğin birisi oldu mu, usta-çırak ilişkisi ile çalıştığın birisi?

·        Hayır hiç eğitim almadım. Hayatımda çırak eğitimi aldığım biri de olmadı. Ama ben internet jenerasyonundanım. 2000'de fotoğraf çekmeye başladım. 2003 gibi fotoğraflarımı paylaşmaya başladım. Beni internet fotoğrafçı yaptı diyebiliriz.

·        Amerika’da bulunduğun süre sanırım sana şunu kazandırdı; bakıyorum fotoğraflarına da bizim kapalı toplum kültürüne göre biraz cesur bir tavrın var. Yani objektifin karşısında bir erkeğin çıplak durması, biraz cesaret istiyor sanırım.

·        Aslında o fotoğrafı koyarken çok korktum gerçekten, düşündüm bunu koysam mı koymasam mı diye, bir sürü arkadaşıma da sordum. Ama benim için, serginin hikayesi için o fotoğraf çok önemliydi. Herhangi bir fotoğraf olsa koymazdım ama verdiği mesaj açısından önemli bir fotoğraftı… Dolayısı ile kullandım… Evet Cesaret gerektiriyordu; onu da ben üstlendim bu seferlik…




 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri