Hatıraların uğultusu içindeyim son sıralar. Geçmişin kapısı aralanınca böyle bir uğultu var işte. Hayatın yoğunluğu biraz da bu uğultudan kaçmak için sanki. Pek çok şeyi yanlış hatırladığımın, farklı zamanlardaki yaşanmışlıkları bir araya getirip boşlukları doldurarak kurgular yaptığımın farkındayım. Bellek böyle bir şey çünkü… Beni kahreden bazı anların karanlık ve kasvetli duygusu… Geriye dönüp değiştirememek… Yanlış anlamalar, yanlış anlaşılmalarla seyri değişen ilişkiler yumağı… Hayatın içindeki adaletsizlik… Gizli kalanın, görünmeyenin gerçeğin anahtarı oluşu… Yanlış kaydedilip geçmişe teslim edilmiş pek çok durumun karşısındaki çaresizliğimiz.
İnsan bir biçimde geçmişle barışıp bugünü ve geleceği kurtarmalı… Önerilen bu…
Geçmiş orada ama… Kulakları sağır ediyor kimi zaman gürültüsü… Büyüyor sürekli. Her an, benim şu satırları yazmakta olduğum bu anlar, siz bu yazıyı okurken geçen anlar hep ona armağan ediliyor. Söylediğimiz bütün sözler, bakışlarımız, davranışlarımız bir biçimde bir başkasının belleğine yerleşiyor.
Bazen şiirime giren bir imgeye şaşıyorum… Belleğin kargaşasından çıkıp geldiğini biliyorum onun. Geçmişin istiridye kabuğu içinde yoğunlaşıp bir inci gibi çıkagelen imgeler vardır. Bir türlü anlatılamayanın, ele geçirilemeyen uçucu bir duygunun çilingiridir onlar. Bazı anlar şiire teslim edilince de kalbe saldıkları zehirden kurtulmak mümkün olmuyor ama… Yine de azalıyor biraz ağırlıkları…
Geçmişe dair böyle bir bilince sahip olmak bugüne yüklüyor sorumluluğu. Yaşadığımız her ana, başkalarıyla olan ilişkilerimize, ağzımızdan çıkan sözlere daha fazla özen gösterebiliriz belki. Birilerini yargılarken, reddedip damgalarken daha dikkatli olabiliriz. Her konuda fikir belirtmekten kaçınıp bazen susabiliriz. Görünenin, hatta aşikâr sandığımızın ardındaki gizli gerçeğin, her şeyi değiştirebilecek ayrıntının varlığını akılda bulundurabiliriz.
Geçmiş, bugün ve gelecek hep bir arada… O sınırsız düzlemde hayatımıza ayrılan ömür dediğimiz zaman dilimi kim bilir ne kadar? Hiçbirimiz tam bilemiyoruz bunu. Her an son derece değerli bu yüzden… Boşuna harcadığımız, kıymetini bilemediğimiz anlarla dolu hayatlarımız.
Her hayatın bir izahı vardır ama… Var olmanın katlanılmaz bir ağırlığı da olabilir kimi zaman… Başkalarının yarattığı cehennemlere düşebiliriz bir biçimde. Eleştirdiğimiz, kıyasıya yargıladığımız pek çok insan bizim bilmediğimiz, farkına varmadığımız zorluklarla boğuşmaktadır.
Güçlü olmak, hep güçlü olmak ya da güçlü taklidi yapmak… Başarı için önerilen bu günümüzde. Oysa güç istense de istenmese de ezer başkalarını… İnsanı diğerlerinin kırılganlıkları karşısında duyarsızlaştırır… Otoriter figürler, kendini âlemin kıralı görüp başkalarına tepeden bakanlar, hiyerarşi basamaklarında birilerinin omuzlarına basıp yükselenlerdir dünyadaki cehennem kapısının bekçileri.
Birileri benden korksun istiyorsan onlara güç gösterisi yapabilirsin… Sana itaat ederler belki ama sevmezler. Kırılganlıklarını gördüğün, temelde sana benzediğini hissettiklerine yer açarsın ancak kalbinde. Onların gerçek değerini senin gibi bir insan olduklarını hissettiğinde teslim edersin.
Her insanın geçmişinde suçluluklar, küçük günahlar bulunabilir. Bunların pek çoğu bazı çaresizlikler, hayatın karmaşık örgüleri içindeki çıkmazlarla ilintilidir. İnsan, hatalar yapıp bunlarla ilgili pişmanlıklar da yaşayabilir.
Benim için bağışlanmaz olan başkalarının ölümüne bir biçimde iştirak etmiş olmaktır. Ses çıkarmamak, pasif kalmak da küçük bir iştirak sayılabilir. Bize benzemeyen insanların, farklı etnik gruplardan, farklı dinler ya da mezheplerden insanların ölümleri karşısında duyarsızlaştırıldığımız “milliyetçilik” denen bir ideoloji ile eğitildik. Bazı ölümlerin diğerlerinden önemli olduğu bir ölüler hiyerarşisi konusunda şartlandırıldık.
Kalbim acıyor hayatın içindeki nefreti, insanın insanı kıyımını izlerken… Kimse ölüp geçmemiştir. Yaşlı yatağında ölenler bile… Düşünüyorum da; bu dünyada sınıfsal, etnik, ideolojik, cinsel ya da herhangi bir nedenden ötürü insanın insandan tiksintisi kadar ürkütücü ne olabilir? Dünyayı daha iyi bir yer yapmak için çözmemiz gereken en temel mesele bu galiba…