Türkiye ve Suriye'deki korkunç depremde yaşamlarını yitiren kurbanların acısını tüm Dünya hissetti...
İnsanlığa hitap eden yardım çığlıkları evrensel olarak duyuldu...
Duygulandıran yardımlar yapıldı...
Türkiye’nin ebedi düşmanı Yunanistan yardıma koşanların en başında yer aldı...
İki ülke dışişleri helikopterle deprem bölgesini dolaştı ve “barışmak, kucaklaşmak için bir deprem daha beklemeyelim” mesajı verildi...
Elbette Tahsin Ertuğruloğlu ve benzer kafaya sahip kişilerin bunu anlaması zordu ama Kıbrıslı Rumlar da yardıma koşanların, acıyı paylaşanların en başındaydı...
-*-*-
Şimdi toplanma, toparlanma, yeniden inşa zamanı...
Ancak herkesin kabul ettiği acı gerçekleri göz ardı etmeden...
Tedbiri, denetimi maksimum seviyeye çekerek...
İmar afları, vizesiz inşaatlarla para kazanma hevesi olmaksızın...
-*-*-
Genelin kabul ettiği bazı gerçekler var...
Mesela yeterince hızlı davranılmadı...
-*-*-
Elbette çok uzun vadeli travmatik etkilerin üstesinden asla tam olarak gelinemeyebilir...
Bu, bizdeki kubranların yakınlarını da tüm toplumu da yakından ilgilendiren bir konudur...
Ve çok acı bir gerçektir.
Acı gerçeğin içinde, bu konuda hazırlıksız ve yetersiz olduğumuz konusu da bulunmaktadır.
-*-*-
Deprem bölgesinde hastaneler de yıkıldı...
Tıbbi tesis eksikliği söz konusu...
Temiz içme suyu yok...
Temel gıda maddelerinin, güvenli barınakların, sanitasyonun ve kışın ortasında ısınmanın sağlanması çok acil...
Ama butün bunların yanında, yağmacılık ve yağmacılığı anında cezalandırma gibi bir kaotik durum söz konusu....
Dünya Sağlık Örgütü, 1,4 milyonu çocuk olmak üzere 23 milyon kişinin uzun vadeli yardıma ihtiyacı olabileceğini tahmin ediyor.
Ve Türkiye bu konnuyu çok kısa sürede aşar mı aşacak mı yoksa oradaki “ufak tefek çatışmalar”, büyüyecek ve herhangi bir müdahaleyi imkansız kılacak mı?
Bu durum da çok acıdır ama gerçektir!
-*-*-
Antakya gibi yerle bir olmuş yerleşim birimlerinde, yeniden inşanın nasıl başlayabileceğini görmek çok zor.
Televizyonları izliyorum, çeşitli haber ajanslarını takip ediyorum, ortada bir Türk Hükümeti veya liderliğinin organize planları yok...
İnsanlar soğuktan donacak.
Elektrik yok, yakıt yok ve daha fazla binanın çökme riski var...
İnternet yok.
Haberleşme yok.
Mutlak bir sefalet ortamı, kesin çaresizlik hakim...
-*-*-
Suriye’de durum daha vahim...
Orada iç savaşın yıkımına bir de bu korkunç felaket eklendi...
Kimse tam olarak orada neler yaşandığını Türkiye’deki gibi izleyemiyor...
Halep’in yıkıldığı kaydediliyor.
Kimin kontrol ettiği belli olmayan İdlib'de Suriye, Rusya ve İran güçleriyle yarım kalan savaşın etkisi depremlerle daha da arttı.
Bu bölgelerde 3 milyona yakın insan zaten dış yardıma bağımlıydı. İhtiyaçları artık en üst seviyede. Daha da kötüsü var...
Yaralılar ve hastalar ne yapacak?
Kimisine göre Ruslar, kimisine göre isyancılar hastaneleri bolbalamış, yıkmış!
Personel katledilmiş!
İsyancılar, Suriye devleti kontrolündeki bölgelere; Suriye devleti ise diğer bölgelere yardımı engelliyor...
-*-*-
Türkiye’ye geri dönecek olursak, Erdoğan’ın, standartların altında binlerce apartman ve ofis bloğunun inşasına izin veren ihmalkar resmi düzenleme, planlama, uygulama ve “af” kuralları hakkında yanıtlaması gereken çok sayıda soru var.
-*-*-
Bu noktada, Ersin Tatar’ın kısa bir süre önce müteahhit ve yatırımcılara, “ne vize tanıyın, ne imar planı, inşaatlarınızı yapın arkanızdayız” anlamına gelen dangalaklığı, konuyu veya zihniyeti en iyi açıklayan tavırdır...
Tatar’ın bahsettiği “arkanızdayız, yapın da korkmayın” konusu ile KKTC Hükümeti’nin Meclis’e getirmeye çalıştığı “vizesiz yapalım, paramızı kapalım” yasa değişikliği çabası, katliam planından başka bir şey olamaz!
-*-*-
Türkiye’de yerleşik bir kültür, yerleşik bir yaşam tarzı, bazı yabancı yayın organlarına göre “Endemik” seviyedeki üst düzey yolsuzluk, KKTC’nin de en ciddi derdidir...
-*-*-
Erdoğan ve hükümeti sorumluluk alacak mı?
Hayır almayacak!
“Çok şiddetliydi, yapılacak bir şey yoktu, kaderdi, şimdi yeninden inşaya geçeceğiz”dan başka bir şey yok!
Erdoğan, kendinden bekleneni yapacak ve başkalarını suçlayacak, “alçak, şerefsiz” diye açıklamalar yapacak...
Zaten şu anda da yapılan odur müteahhit avına çıkılmıştır...
-*-*-
Türkiye’de ve haliyle bizde, Avrupa’dan farklı olarak, demokratik hesap verebilirliğin olmaması, Erdoğan'ın otoriter yönetiminin en belirgin ve en ayrıt edici özelliğidir.
Düşünün, KKTC’nin Cumhurbaşkanı, müteahhitlere, “yasalara uymayın, yapın, arkanızdayız” diye çağrı yapıyor!
Ve herkes, “... Bıakın söylesin, bu Ersin’dir” deyip geçiştiriyor...
-*-*-
Kısacası, TC ve yavrusu KKTC’de mevcut siyasi yapı değişmezse sonumuz kesinlikle karanlıktır...
Şaka mısınız?
Ersin Tatar ve Ünal Üstel, Türkiye’den gelen talimat üzerine müteahhit avcısı oldu!
İkisi de, özellikle Adıyaman’da çocuklarımızın yaşamlarını yitirdiği otelin sahipleri veya müteahhitleri ile ilgili soruşturma – araştırma talep etti...
Bu yapılanlar, “devlet yöneticilerinin sorumluluğunu azaltma çabası veya PR çalışmasıdır”...
-*-*-
Oğuzhan Hasipoğlu da, “ruhsatsız bina yapanların peşine düşme zamanıdır” dedi...
Eğer söylediklerinde gerçekten ciddiyse, “Külliye” diyorum...
Buyursun!
Ruhsatsızdır!
Kaçaktır!
-*-*-
Şaka bile değilsiniz ve bunu biliyorsunuz değil mi?
Sigorta!
“Zamanı değil yazma” dedi bir arkadaş!
Nasıl zamanı değil?
Olur mu?
Neyi mi yazacağız?
“Sigorta” konusunu!
Çocuklarımız Türkiye’ye uçarken sigorta yapıldı mı?
Kaldıkları otelin sigortası kontrol edildi mi?
Eğitim Bakanlığı, Okul Yönetimi, KKTC Hükümeti bu konuda tedbir aldı mı, alıyor mu?
Mesele, çocuklar öldükten sonra tazminat almak meselesi değildir!
Mesele, doğru – düzgün ve iddia edildiği gibi “eşit – egemen” devlet olabilmektir!
Vizesiz bina yapmak, izinsiz inşaat yapmak, denetimsiz inşaat tamamlamak suç mu? Suçtur! Bu suça insanları teşvik etmek suç mu? Suçtur tabii ki! Peki bu suça teşviği bir cumhurbaşkanı yaparsa ne olur? Türk Bayrağı gönderdeyse, camilerden ezan sesi iyi işitilebiliyorsa ve bu cumhurbaşkanı her Cuma namazını kılıyorsa, sıkıntı yoktur... Devam edin, bir sallanalım, görelim bakalım ne olacak da gene!