Hakkı Yücel
hkyucel52@gmail.com
Mart 2020 sayısı ile Gaile yayın hayatında on iki yılı tamamlamış oldu. Mart 2008 tarihinde aylık dergi formatı ile başlayan bu serüven, 10.sayıdan itibaren daha mütevazi, ‘otonom-özerk ek’ hüviyetiyle, Yenidüzen gazetesi bünyesinde, Aralık 2017’ye kadar haftalık, o tarihten günümüze ise aylık olarak devam etmektedir. (Bu vesileyle, Gaile’nin ‘otonom-özerk’ olma duyarlılığı ve ısrarına olumlu karşılık veren ve hiçbir müdahalede bulunmayan, aynı zamanda her türlü teknik desteği veren, başta Genel Yayın Yönetmeni sevgili Cenk Mutluyakalı olmak üzere Yenidüzen ekibine bir kez daha teşekkür ediyoruz.) Alt alta toplandığı zaman 12 yıl ve 473 sayı. Alanında benzeri olmadığı göz önüne alınırsa az şey olmasa gerek. Peki, yayın hayatı boyunca özgürlükçü, eleştirel, demokratik değerleri ve duyarlılıkları gözeten, nitelik olarak anlamlı bir düzey tutturmayı kendine hedef koyan, buradan hareketle özellikle Sol duyarlılığı esas alarak siyasal/ideolojik/düşünsel/ ölçekte yeni açılımlara ve dil inşasına harç koyma çabasını sürdürme misyonu üstlenen, bu bağlamda entelektüel aklın platformu olmayı talep ve beyan eden Gaile, gelinen aşamada iddiasında ne kadar başarılı olmuştur? Geride 12 yıl olunca, soru da ister istemez bu oluyor ve 13.yıla adım atarken Gaile’nin hem kendini, hem de temel hareket noktası olan entelektüel akılla ilişkisini sorgulamak ve yeniden değerlendirmek bir zorunluluk halini alıyor. Bu zorunluluk da, öncelikle retrospektif (geriye dönüşümlü) bir bakışı, Gaile’nin yayın hayatına başladığı, bir başka ifadeyle onun doğuşuna zemin teşkil eden tarihsel koşulları işaret ediyor.
Neydi o tarihsel koşullar? Burada evrensel ve yerel ayrımı yaparak söyleyecek olursak; 20.yüzyıl sonu itibarıyla evrensel ölçekte uluslararası sistem kapsamında ciddi altüst oluşlar yaşanmış (Duvarın yıkılması, İki Kutuplu Dünya’nın sonu), bu da, eş zamanlı olarak söz konusu siyasal yapı ile örtüşen ideolojij/düşünce alanlarında (zihniyet dünyalarında ) karşılıklar bulmuştur. Olan kısaca şudur: Özellikle 20. Yüzyılın son çeyreğinde hızlanan çok kapsamlı toplumsal/siyasal süreç, geçirdiği dramatik değişim/dönüşümle yeni bir dönemi başlatmıştır, Görünen, yerleşik/hükümferma siyasal ve ideoloji/düşünce alanlarının değişim/dönüşüme uğrarken arkalarında bu alanlara matuf bir vakum oluşturduğu, bu boşluğun ise aynı anda bir belirsizlik ortamına yol açarak, gerek siyasal gerekse ideoloji/düşünce kapsamında yeni açılımlar ve anlayışlara fırsat teşkil edecek yeni imkânları ve ihtimalleri gündeme getirdiğidir. Bu süreçten en çok etkilenenin -geniş yelpazede bütün konvansiyonel siyasal/ideolojik kurum ve anlayışları kapsasa da-, siyaset/ideoloji/düşünce olarak Sol olması ise (iki kutuptan biri olan sosyalist blok/sistem yıkılmıştır) ağırlıkla onu tartışılır kılmış ve zorunlu olarak yine en çok onun yeni arayışlar/açılımlar içine girmesine neden olmuştur. Bir başka ifadeyle hem siyaset hem de ideoloji/düşünce olarak, yani hem pratik (siyasal) hem de kuramsal olarak (ideoloji/düşünce) Sol adına bir iç hesaplaşma kendini dayatmış, bu bağlamda yeni anlayış ve açılımlar öne çıkmıştır.
Evrensel ölçekte koşulların bunlar olmasının doğal sonucu, yerel ölçeklerin de şu ya da bu oranda benzer siyasal/ideoloji/düşünce iklimine girmeleridir. Nitekim yeni milenyumla birlikte ülkemizde yaşanan gelişmeler büyük oranda yürürlükteki yeni evrensel koşulların yansımalarını taşıyacaktır. Şöyle ki, yarım asra varan bir süredir çözümsüzlük kıskacında düğümlenen Kıbrıs Sorunu bu dönemde Avrupa Birliği ekseninde yeni bir mahiyet kazanacak; bu müzmin sorunla ilgili iç ve dış hemen bütün aktörler, Annan Planı ile birlikte ilk kez çözüm konusunda aynı vektörel doğrultuda buluşacak; sınır kapılarının açılmasıyla iki toplum arasında ilişkiler yoğunlaşacak; meydanların yığınsal olarak AB ve çözüm hedefinde hareketlenmeleri gündeme gelecek; ardı sıra Referandumda yaşanan hayal kırıklığı, Kuzey’de statükonun temel dayanağı Denktaş döneminin sona ermesi ve nihayet gerek Kuzey ve gerekse Güney’de ilk kez Solun aynı anda iktidarda etkin olmaları, bütünüyle, siyaseten ve ideoloji/düşünce kapsamında yeni imkânlar ve ihtimalleri içkin yeni bir süreci başlatacaktır. Bu kapsamda (siyaset/ideoloji/düşünce) yeni anlayışları ve açılımları teşvik edecek olan bu yeni sürecin ise yerel ölçekte de Sol adına ‘yeni bir dil’e ihtiyaç duyacağı aşikârdır.
İşte, tam da bu dönemde, daha sonraları içinden Gaile’nin doğacağı, Sol adına yeni anlayış ve açılımları öngören, bu bağlamda ‘yeni bir dil’in oluşmasına katkıda bulunmayı bir sorumluluk olarak kabul eden bir grup duyarlı insan, “yeni bir dil olmadan yeni bir dünya kurulamaz” temel yaklaşımıyla, üç ayda bir olmak üzere, ilk sayısı 2006 kışında yayınlanan, kitap-dergi formatında ‘Kıbrıs Yazıları Dergisi’ni hayata geçireceklerdir. Arka planında, ağırlıklı olarak ülkenin içinde bulunduğu yeni ve dinamik tarihsel koşullar olan, muhteva olarak ise akademik ve teorik yanı ağır basan Kıbrıs Yazıları, eğer bir ayrım yapmak gerekirse, dar perspektifli angaje/propagandif ‘siyasal akıl’dan çok, geniş perspektifli özgürlükçü/eleştirel ‘entelektüel aklın’ kendini ifade ettiği bir yayın organı olacaktır. Daha açık bir ifadeyle, siyasetin organik parçası olan, bu nedenle kendini kendisiyle sınırlayan, dünyaya ve olaylara, içe kapalı ideolojik tutuculuk mertebesinde keskin sınırlar içinden bakan, haliyle açılım ve önermeleri de kendisiyle sınırlı kalan bir ‘siyasal aklın’ değil; bundan öte, siyasetin organik parçası olmak yerine, ona mesafe alarak dolaylı ilişki kuran, ideoloji ve düşünce olarak kendi sınırları dışına çıkabilen, dünyaya ve olaylara geniş açıyla bakmaya çalışan, tam da bu nedenle açılım ve önermelerinde imkân ve ihtimaller çokluğunu içkin, eleştirel ve özgürlükçü ‘yeni bir dil’ olma hüviyeti taşıyan ‘entelektüel aklın’ kendini ifade ettiği bir platform olmayı gözeten bir çizgide yayınını sürdürecektir ‘Kıbrıs Yazıları’. Bu hedef doğrultusunda -kimileyin birden fazla sayı bir arada olmak üzere- dergi toplam dokuz sayı çıkacak, iki yıllık bir aradan sonra da “milliyetçilik”in dosya konusu yapıldığı özel bir sayıyla yayın hayatına son verecektir. Bu kapsamda bir derginin gerek içerik olarak gerekse teknik olarak hazırlanmasının zorlukları bir yana, muhtevası itibarıyla dar bir kesime hitap ediyor olması, dergi kurucularını, Kıbrıs Yazıları yerine, özellikle belirgin bir hareketlilik içinde olan kamusal alana ve güncele daha etkin müdahil olacak, daha geniş kesimleri kucaklayacak aylık bir yayın organı çıkarma kararına götürecek ve buradan, bugün hâlâ varlığını sürdüren ‘Gaile’ doğacaktır.
2008 mart tarihli ilk sayıda yer alan ‘Çıkarken’ başlıklı editoryal yazıda “….Kıbrıs Yazıları’nı üreten ekip(in), uzunca bir süreden beri, daha güncel, daha az akademik, politik yaşama daha fazla müdahil olan bir yayın organı arayışı içinde” olduğu belirtilirken “Kıbrıs Yazıları’nın kardeşi olacak Gaile’nin doğma zamanı(nın)” geldiği ilan edilecektir. Gaile’nin yayın hayatına başladığı bu tarih, ülkenin içinde bulunduğu koşullar bakımından, yüzyıl başı itibarıyla ivme kazanan iyimserlik dozu yüksek değişim rüzgârının, özellikle referandum sonuçlarının yarattığı hayal kırıklığı nedeniyle hız kesmeye başladığı, ancak bir yandan da aynı dönemde Kuzey ve Güney’de Sol’un iktidarda etkin olmalarının adeta son bir ümit ve kaçırılmaması gereken bir fırsat olabileceği algısını yaratarak, o değişim rüzgârına nefes verilmeye çalışıldığı da gerilimli bir dönemdir. İşte böylesi bir ortamda, daha geniş kesimlerle buluşmak ve de kamusal alana daha etkin müdahil olabilmek adına yayın hayatına başlayan Gaile, dokuz sayı aylık olarak yayınlandıktan sonra, 10.sayıdan 2017 Aralık sayısına kadar, bu kez Yenidüzen gazetesi ile birlikte ‘haftalık Ek’ olarak dağıtılan daha mütevazi bir formata geçmiş ve bu süreç 2017’den bugüne aylık ek olarak devam edegelmiştir.
13. yıla girerken, toparlamak gerekirse, Kıbrıs Yazıları’yla başlayan ve Gaile ile devam ederek elan varlığını sürdürmekte olan bu serüvenin ilk günden bu yana izlediği çizginin temel özelliklerini; yapabildiği oranda geniş katılımlı entelektüel aklın kendini zihinsel konformizmlerden arındırarak, sadece ve ağırlıklı olarak toplumsal/politik alanla sınırlı kalmayan, tam da olması gerektiği gibi, ilaveten düşüncenin ve varoluşun bilgisi olarak felsefe, bugünü anlamanın arka planı olarak tarih, varoluşun karanlık dünyasına ışıklar düşüren olarak edebiyat/sanat ve daha yaygın olarak toplum bilimleri ve insan bilimlerinin konu alanlarına varana kadar geniş bir yelpazede ifade etmeye çalışmak, bu anlamda bir platform oluşturmak olduğunu söylemek mümkün.
473. sayıyı geride bırakırken, başlangıçtan bugüne ayrılan ve yeni katılan yayın kurulu üyeleriyle Gaile aynı ilkeler doğrultusunda ve aynı sorumluluk bilinciyle, niteliksel düzeyini korumaya özen göstererek yoluna devam etmektedir. Ancak şu da vardır ki, bunu yerine getirirken, muhteva olarak farklı dönemlerde farklı koşulların da etkisiyle farklı yoğunluklar içermesi, dergiye yönelik farklı eleştiri ve değerlendirmeleri de gündeme getirmektedir. Söz gelimi, özellikle son dönemlerde Gaile’nin eskiye oranla toplumsal-siyasal alanlara yönelik yazılarının giderek azaldığı, bu kapsamdan uzaklaşıldığı, kültürel/psikolojik yazıların ağırlık kazandığı en sık dillendirilen eleştirilerdir. (Bunun siyasete olan güven ve ilginin azalmasından, genel bir umutsuzluk halinden, sosyal medyanın aktif/etkin aklın zahmetine katlanmaktan uzak, reaktif/tepkisel aklın anında kendini ifade etme kolaylığına ve şehvetine kapılmasına kadar çeşitli nedenleri olabilir.) Öncelikle Gaile’nin her türlü eleştiriye açık olduğunu kabul ederek bu noktada şunu hatırlatmakta yarar var. Gaile sadece onu çıkaranların dergisi değildir, yola çıkarken benimsediği temel ilke ve değerler kapsamında ona katkı koyan ve koyacak olan herkesin dergisidir. Bir başka ifadeyle Gaile’nin niteliğini belirleyen ona katkıda bulunanların niteliğidir.
Gaile ailesi olarak eleştiri, görüş ve düşünceleriyle bugüne kadar katkıda bulunan herkese müteşekkiriz. Bu ilgi ve katkının genişleyerek ve yoğunlaşarak sürmesi ise en büyük dileğimizdir. İnanıyoruz ki Gaile’nin entelektüel akla, entelektüel aklın gaileye bugün dün olduğundan daha fazla ihtiyacı vardır ve bu birlikteliğin pekişerek sürdürülmesi, toplumsal/siyasal/düşünsel/kültürel yaşamamıza olumlu katkılarda bulunacaktır.
Gaile şimdi 13. yaşında. Bu eğer bir başarı hikâyesi ise, bu başarı, insana, hayata ve doğaya dair gailesi olanların ve Gaile’ye katkı koyanların başarısıdır. Ve eğer bu başarı hikâyesi daha da gelişerek devam edecekse, bu da insana, hayata ve doğaya dair gailelere sahip olmayı sürdüreceklerin ve bunu Gaile’ye katkı olarak yansıtacakların başarısı olacaktır.