“EOKA B’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’yle eşitlenmesi...”

Sevgül Uludağ

George Kumullis

Milliyetçi sağ güçlerin Temmuz 1974’te meydana gelen trajik olaylarla ilgili arkasına sığındığı şey, “milli bölünme”dir. Hitler’in Altın Şafak örgütünün, ELAM’ın ve Grivas’ın taraftarlarından sık sık bu görüşü duymaktayız zaman içerisinde... Ancak bu pozisyonun Kıbrıs’ın en büyük partisi olan Demokratik Parti DİSİ’nin lideri, Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’na aday olan Bay Averof Neofitu tarafından ortaya koyması sürprizdir ve pek çok soru işaretine yol açar.

Kendi deyişiyle “kalleş darbe”nin yıldönümü olan 15 Temmuz’da parlamentoda yaptığı konuşmada aşağı yukarı şöyle dedi kendisi: “Biz politikacılar, bölünmenin yol açtığı trajik sonuçlardan ders çıkarmalıyız.”

Gerçekten de 1974’ün yazında “trajik sonuçları” deneyimlemiştik ve bu da bir “bölünmenin” sonucuydu!

“Kalleş darbe”ye atıfta bulunsa da, Averof Neofitu, şeytandan kaçarcasına terörizmden, EOKA-B’den, Grivas’tan ve cuntadan hiç söz etmiyor.

Bir başka deyişle Neofitu, skandal bir şekilde taşı gediğine oturtmaktan kaçınıyor. Bu yıldönümünde sessiz kalsa daha iyi olacak çünkü Kıbrıs halkının çoğunluğunun demokratik duygularını provoke ediyor, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni savunmak için savaşanları da incitiyor bu şekilde konuşmakla...

Averof Neofitu gibi bazı milliyetçilerin sözünü ettiği sözde milli bölünmenin 1974’te başımıza gelenlerin nedeni olarak gösterilmesine daha yakından bakacak olursak, şunu belirtmeliyim ki dünyadaki tüm ülkelerde milli konularda her zaman karşıt görüşler yaygın biçimde bulunmaktadır. Bu sıradan olaya “milli bölünme” denmez çünkü nihayetinde seçimler ya da referandumlar organize edilerek mutlu sona ulaşılır demokratik ülkelerde ve bu sonuçlara da herkes saygı gösterir. Örneğin 2016 yılında bir referandumla Britanya ahalisi Birleşik Krallığın Avrupa Birliği’nden çıkmasına karar vermişti. Birleşik Krallığın AB’den çıkma kararını, oy verenlerin %52’si onaylamıştı. Böylece Brexit gibi bölücü bir konu nihayetlendirilmişti – şimdilerde Britanya halkının kararına herkes saygı duymaktadır. Birleşik Krallığın AB içerisinde kalmasını savunan ve bunun için oy vermiş olanların isyan ederek EOKA B tarzı silahlara sarılarak polis karakollarını ve diğer hükümet binalarını bombalamaları ve kamuoyu önünde kendilerini eleştirenleri kurşuna dizselerdi, bu bir terörizm saldırısı demek olurdu. Elbette demokrasi geleneği derin köklere bağlı ülkelerden söz ettiğmizde, böylesi bir senaryo tam bir fantazi olur...

Şimdi de Kıbrıs’taki Grivas terörizminin oluşumuna (bazılarına göre bu milli bölünmedir) bir bakalım.

1968 yılının Ocak ayında Başpiskopos Makarios herkesi şaşırtarak Kıbrıs sorununa “istenen, özlenen bir çözüm” yani Yunanistan ile birleşme yerine Kıbrıs sorununa “mümkün olan bir çözümü” benimsediğini duyurdu. Çok geç kalmış olsa da, “Enosis”in ulaşılmaz bir rüya olduğunu kavrayan ilk Kıbrıslı politikacı olmuştu – özellikle de Yunan birliğinin 1967 sonlarında cunta tarafından Kıbrıs’tan geri çekilmesi sonrasında... Bu yeni politikasının halk tarafından desteklenmesini sağlamak maksadıyla da Makarios 1968’in Şubat ayında başkanlık seçimleri ilan etmişti. Makarios’un karşısındaki muhalif aday Takis Evdokas idi ki onun politikası ENOSİS idi. Bu seçimlerde Başpiskopos Makarios oyların %95.45’ini alarak yeniden seçilirken, muhalif aday ise oyların %3.71’ini almıştı. Makarios’un bu kadar yüksek oranda bir destek almasının ana nedeni, Kıbrıs halkını ENOSİS peşinde koşmanın yararsız bir çaba olduğuna ve Kıbrıslırumlar için çok büyük riskler içerdiğine ikna etmesiydi – bu korkular ne yazık ki 1974’te doğrulanacaktı. ENOSİS hedefi için oy vermiş olan %3.71 oranındakiler arasından bir bölümü, Kıbrıs halkının kararını kabul etmediler ve nihayetinde Grivas’ın önderliğindeki EOKA-B’nin terörizmiyle karşı karşıya kaldık – bazıları çok yanlış biçimde buna “milli bölünme” diye atıfta bulunuyor.

Dolayısıyla Neofitu’nun 1974’te yaşanan felaketin gerekçesi olarak “milli bölünme” teorisini ortaya koyması, “Helenizmin etini kemiren”in bu olduğunu ileri sürmesi doğru değildir. Makarios ve Grivas gibi iki çok güçlü kişiliğin “hedeflerinin uzlaşmazlığının” sonucunda da meydana gelmemiştir bu felaket. Bu felaket kader de değildir, yüce bir takdirin sonucu da değildir. Bunların hiçbiri değildir nedeni.

Gerçek neden, Grivas ve diğerlerinin faşist mentalitesidir, Kıbrıs halkının %95.45’le aldığı kararı şiddet kullanarak alaşağı etmeye çalışmalarıdır. İki dirhem akılları olmuş olsaydı (daha fazlası gerekmezdi) hükümet mallarını havaya uçurarak, bakanları kaçırarak ve karşıt görüşlüleri öldürerek ENOSİS’e ulaşamayacaklarını kavrarlardı. Bu trajik olaylardan söz ederken Neofitu, sözde milli bölünmeden söz edeceği yerde demokrasinin önemine atıfta bulunmalıydı çünkü sözde milli bölünme söylemi, tarihin büyük bir biçimde çarğıtılmasından başka bir şey değildir. Kıbrıs, Grivas’ın faşizmi nedeniyle çok ağır bir bedel ödedi ve buna karşın Neofitu her sene gidip bu baş teröristin anıtına çelenk koymaya devam ediyor. Mantığa vuracak olursak, EOKA-B’nin eylemlerinden en fazla yararı sağlayan Türk milliyetçilerin de Grivas’ın anıtına bir değil, binlerce çelenk koyması gerekir!

Kıbrıs’ın yeni bir Sağ’a, yurtsever bir Sağ’a, Grivas’ın aşırı forumuyla uzlaşmayacak olan yeni bir lidere ihtiyacı vardır. Eminim ki bu mümkündür çünkü sağ içerisinde çok üst düzeyde eğitim almış, aydın insanlar vardır ve bunların mentalitesi de Grivas’ın terörizmine ve aşırılığına tümüyle yabancıdır...”


Ressam George Gavriel'in KARA TEMMUZ 1974 başlıklı resmi...

(30 Temmuz 2022’de POLİTİS gazetesinde yayımlanan George Kumullis’in yazısının kendi yaptığı İngilizce çevirisinden derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞME İÇİN DÜNYADA NE GİBİ MÜCADELELER VERİLİYOR?

“Urfa’da eski “JİTEM karargahında” çıkan kemikler kayboldu...”

Bianet.org

Türkiye’de Urfa’da savcılık, kazıda insana ait üç adet kemik parçası bulunduğu belirtilirken, İHD Urfa Şube Eşbaşkanı Mustafa Vefa, kemikler içinde kafatasının da olduğunu ve 9 kemik bulunduğunu söyledi. Vefa, kafatasının kaybedilmiş olabileceğini belirtti.

Urfa’nın Hilvan ilçesi Arabuk (Tutumlu) Mahallesi’nde 7 Haziran 2022’de bir tarlada yapılan taş temizliği sırasında toprağın altına gizlenmiş 3 ayrı torba içinde insana ait kemikler bulundu.

21 Temmuz’da Urfa Valiliğine ihbar yapıldı.

İhbardan bir gün sonra jandarma, savcılık gözetiminde kemiklerin bulunduğu yerde kazı yaptı.

Mezopotamya Ajansı’ndan Emrullah Acar’ın haberine göre; alanda insana ait olabileceği düşünülen ayak uyluk kemiğinin de içinde yer aldığı 3 parça kemik bulundu.

Kazıda yer alan kişiler, torbalarda kafatası gördüklerini belirtti. Güvenlik nedeniyle isimlerini gizleyen kişiler,  kafatasının mermi ile delinmiş olabileceği tahmininde bulundu.  

Kayıp yakınları başvurdu

Kemiklerin korucu Bucak aşiretine ait ve 1990'lı yıllarda “JİTEM karargahı” olarak kullanıldığı iddia edilen mahallede bulunması, 1990’lı yıllarda yakınlarını kaybeden aileleri harekete geçirdi.

 İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) Urfa şubeleri aracılığıyla Hilvan Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuruda bulunan 1993-1994 yılları arasında kaybedilen Ahmet Kalpar, Hüseyin Taşkaya, Şefik Geçgel, Faik Kevci, Adnan Bağca ve Nazım Babaoğlu’nun aileleri DNA ve kimlik testi yapılmasını istedi.

5 farklı kemik bulundu

Savcı ile görüşen İHD ve ÖHD yetkililerine, kazı çalışmalarında sadece 3 (adet) kemiğin bulunduğu ve İstanbul Adli Tıp Kurumu'na gönderileceği belirtildi.

MA'nın ulaştığı bir fotoğrafta ise; alanda bulunan kemiklerin sayısının daha fazla olduğunu ortaya koydu. Fotoğrafta bir kayanın üzerine dizilmiş 4 ayak uyluk kemiği ve 5 farklı kemik görülüyor.

"Kemikler Bucaklara ait köyde çıktı"

İHD Urfa Şube Eşbaşkanı Mustafa Vefa,  1990’lı yıllarda zorla kaybettirmelerin yoğun olduğu illerin başında Urfa’nın geldiğini söyledi. Vefa, “Birçok insan hem faili meçhul cinayet sonucu yaşamını yitirdi, hem de zorla kaybettirildi. Urfa genelinde yakını kaybettirilen ve derneğimize başvuru yapan 40 aile var” dedi.

Kemiklerin bulunduğu yerin bir mezar yeri olmadığını belirten Vefa, şöyle devam etti: “Orası daha önce Bucak aşiretine ait bir köy. Bu basına yansıyınca Bucak aşireti mensubu kişiler tarafından kaçırılan kişilerin aileleri, kemiklerin yakınlarına ait olabilme düşüncesiyle derneğimize başvuruda bulundular. Başvuruların çoğu köyün bulunduğu bölgede kaybettirilen kişiler.

“Altı aileden aldığımız başvuru sonrası Hilvan Cumhuriyet Başsavcılığı’na DNA eşleşmesi için başvuruda bulunduk. Savcılık ile yaptığımız görüşme ve görgü tanıklarından aldığımız bilgiler birbirini tutmuyordu. Kazı yapıldığında orada bulunanlar 3 insana ait kemik hatta içinde kafatasının olduğunu naylona sarılı şekilde görmüşler."

"Minnesota'ya uygun kazı yapılmalı"

"Bölgenin 1990'larda JİTEM karargahı olduğunu" ifade eden Vefa, son olarak şöyle dedi: "Herkesin gözü önünde insanlar korucular tarafından alındı. O bölgenin ciddi bir şekilde çevrelenmesi gerekiyor. En az iki insana ait kemikler bulunduysa çevre tarlalarda yapılacak kazılarda belki daha fazla kemik çıkacaktır.

"Öncelikli olarak oranın koruma altına alınması gerekiyor. Uzman kişiler gelip kazı yapmalı. Minnesota Protokolü’ne uygun bir kazı için bir arkeolog, antropolog, adli tıp uzmanı hep birlikte çalışmalı. Kemikler özenli bir şekilde çıkarılmalı. Gerekli özen gösterilirse kemiklerden nasıl öldüğüne dair bilimsel veri de ortaya çıkar. Bu soruşturma dosyasına titiz yaklaşılması gerekir."

CUMARTESİ ANNELERİ’NDEN AÇIKLAMA...

Cumartesi Anneleri Urfa'dan seslendi: "Şefik Geçgel'i Bucak Aşiretinin korucuları kaçırdı"

Türkiye’de Cumartesi Anneleri/İnsanları, Urfa'da bulunan kemiklerin ardından bu hafta "Urfa kayıplarına" dikkat çektiler ve zorla kaybedilen Şefik Geçgel dosyasında adaletin sağlanmasını istediler.

Cumartesi Anneleri/ İnsanları 905. haftanın açıklamasını geçtiğimiz günlerde toprağa gömülmüş insan kemikleri bulunan Urfa'da yaptı.

Geçtiğimiz haftalarda Urfa'nın Hilvan ilçesi Tutumlu Köyü'nde iş makineleriyle tarlada çalışma yapan kişiler toprağa gömülmüş kafatası ve kemikler buldu.

Urfa'da gözaltında kaybedilen Hüseyin Taşkaya, Nazım Babaoğlu, Adnan Bağca, Faik Kevci, Ahmet Kalpar ve Şefik Geçgel'in aileleri 25 Temmuz 2022 tarihinde Hilvan Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdu.

Aileler başvuru dilekçelerinde Şanlıurfa Adli Tıp Kurumu'na gönderilen kemik örnekleri üzerinden kimlik tespiti yapılması, ölüm nedenlerinin ve ölüm zamanlarının belirlenmesi, kayıp yakınlarından alınacak kan örnekleri üzerinden DNA incelemesi yaptırılmasını talep ettiler.

Cumartesi Anneleri/İnsanları, bu hafta "Urfa kayıplarına" dikkat çekti ve Şefik Geçgel dosyasında adaletin sağlanmasını talep ettiler. 

"Akrabaları iftira attı"

Haftanın açıklamasını Urfa kayıplarından Nazım Babaoğlu'nun ağabeyi Cemal Babaoğlu yaptı. Babaoğlu, Geçgel dosyasında etkin bir soruşturma yürütülerek sorumların açığa çıkarılabileceğini söyledi:

"39 yaşındaki Şefik Geçgel Siverek Yılanlı köyünde yaşıyordu. Şefik Geçgel ve ailesi ile korucu olan akrabaları arasında bir arazi anlaşmazlığı vardı.

"Konu adli makamlara intikal etmiş, mahkeme itilafa konu  arazinin Şefik Geçgel’in ailesine ait olduğuna karar vermişti. Bu durumu kabullenmek istemeyen bazı akrabaları, intikam amacıyla Şefik Geçgel’in PKK’li olduğuna dair ihbarda bulundu.

"Köye baskın yapıldı"       

"11 Kasım 1993 günü sabah saatlerinde Şefik Geçgel’in bazı akrabaları, Bucak Aşireti'nin korucuları, Üsteğmen Ahmet Şentürk’ün komuta ettiği askerlerle birlikte Yılanlı köyüne baskın yaptı.

"Şefik Geçgel ve aile arasında Hamo olarak bilinen kuzenini gözaltına aldı. Duruma itiraz eden aile bireylerine gözaltı işlemini gerçekleştiren Uzman Çavuş Mehmet Kıraç ve Astsubay Mehmet Demirci bir soruşturma kapsamında ifadelerinin alınacağını ve daha sonra bırakılacaklarını söyledi.

"Bucaklar elimizde bırakacağız, dediler"

"Askeri araca bindirilen kuzenler, köyden uzaklaşınca araçtan indirildi. Açık arazide gün boyunca işkenceye tabi tutuldular. Akşam üzeri Hamo Geçgel yaralı bir halde arazide bırakıldı. Şefik Geçgel ise tekrar askeri araca bindirilerek götürüldü. O günden sonra 9 çocuk babası Şefik Geçgel’den bir daha haber alınamadı.

"Aile Siverek ve Urfa  Cumhuriyet Savcılıklarına, Urfa Emniyetine, Urfa Valiliğine, Genel Kurmay Başkanlığına, Adalet Bakanlığına başvurdu. Ancak Geçgel’in gözaltına alındığı reddedildi.

"Ayrıca baba İsmail Geçgel  Bucak Aşireti lideri DYP Milletvekili Sedat Edip Bucak ile görüştü. Bucak önce 'Şefik bizim elimizde bugün yarın bırakacağız' dedi. Aile ısrarla Şefik’i sormaya devam edince Sedat Bucak bu sefer de onu devlet güçlerine teslim ettiğini söyledi.”

Soru önergeleri verildi

"Olay Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve Adıyaman Milletvekili Mahmut Kılınç tarafından yazılı soru önergeleri ile Meclis’e taşındı. Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin’in soru önergelerine verdiği  cevapta 'Kasım 1993 günü gerek Güvenlik Kuvvetleri tarafından, gerekse Bucak Aşiretine mensup korucular tarafından Yılanlı Köyüne operasyon düzenlenmemiştir' dedi.

"Bütün köyün ve ailesinin tanıklığında gözaltına alınan Şefik Geçgel için devletin ilgili tüm kurumları söz birliği halinde 'Operasyon yok, gözaltı yok' dedi.

"Ailenin bugüne kadar yaptığı tüm suç duyuruları takipsizlikle sonuçlandı. Anne Aves Geçgel oğlundan bir haber alamadan 2000 yılında aramızdan ayrıldı. Eşi Aliye Karakaya, çocukları ve kardeşleri Şefik Geçgel’i aramayı, hukuki girişimlerde bulunmayı sürdürüyor.”

"Takipsizlik kararı kaldırılsın"

"Şefik Geçgel’i gözaltına alanlar ve  işkence ile sorguladıktan sonra kaybedenler bilinmektedir. Etkin bir soruşturma yürütülmesi halinde suçu ve suçluyu açığa çıkarmak mümkündür. Şefik Geçgel dosyasındaki takipsizlik kararlarının kaldırılıp soruşturmanın yeniden açılmasını ve etkin bir soruşturma, kovuşturma yürütülmesini talep ediyoruz.

"Kaç yıl geçerse geçsin; Sefik Geçgel ve Urfalı kayıplarımız için adalet istemekten, devletin evrensel hukuk normları içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmaktan, 206 haftadır bize yasaklanan kayıplarımızla buluşma mekânımız Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz."

(BİANET.ORG – 30.7.2022)