Arkadaşım Komikebirli Hristina Pavlu Solomi Patça’yla birlikte Londra’da Eptagomili Flora Marku’yla da röportaj yapıyoruz…
Gerek Flora Marku, gerek Eptagomili Bambos Dimitriu ve Markos Yanni Marku’yla röportajlarımızı ayarlayan, Londra’daki Eptagomililer Derneği yetkilisi Nick Yianullu’ya çok teşekkür ederiz…
Flora Marku, 1974’te henüz 17 yaşında bir genç kızdı… Onun gibi pek çok genç ve çocuk Karpaz’da artık yaşayamayacak duruma geldiğinde/getirildiğinde, tek başlarına Kıbrıs’ın güneyine geçmek durumunda kalmışlardı…
Aynı şey Hristina’nın da başına gelmişti… Hristina henüz 13 yaşında bir çocukken, “Artık Komikebir’de kalamazsın” denerek alınıp Ledra Palace barikatına götürülmüştü – annesi Komikebir’de 1976’ya kadar kalacak, Hristina da iki yıl boyunca çeşitli akrabalarının yanında bir göçmen çocuğu olarak ev ev, mahalle mahalle, şehir şehir dolaşmak zorunda kalacaktı…
Karpaz’da gençler için gidebilecekleri okullar yoktu ve bu da başlıbaşına bir “göç nedeni” oluyordu…
Anneleri-babaları atalarının topraklarında kalmak için direniyorlardı… Ne de olmasa Denktaş-Klerides anlaşmaları çerçevesinde Karpaz’da Kıbrıslırumlar’ın yaşamaya devam etmeleri öngörülmekteydi. Ancak Türk tarafının politikası bunu kolaylaştırmak yerine zorlaştırmak ve mümkün olduğunca çabuk ve çok Kıbrıslırum’u Karpaz’dan kaçırmak yönünde gelişmişti o günlerde. Kıbrıslırumlar’ı Karpaz’dan kaçırmak için de çeşitli yöntemlere başvurmaktaydılar… Bu yöntemlerin neler olduğunu geçmişte pek çok yazımızda dile getirmiştik…
Flora Marku da 17 yaşındayken güneye gitmiş, annesinin teyzesinin evinde kalmış, okula devam etmiş ve bir yıl sonra da Londra’da yaşayan dayılarının ve amcasının yanına gitmişti… Burada koleje gitmiş, İngilizce okumuş ve annesiyle babasını ancak üç yıl sonra görebilmişti…
Karpaz’ın çocukları çeşitli savaş travmalarının yanısıra bir de böylesi bir göç travması yaşamak zorunda kalacaktı, analarından babalarından uzakta…
Eptagomili Flora Marku, sorularımızı şöyle yanıtlıyor:
SORU: Flora Marku, Eptagomilisin…
FLORA MARKU: Evet, 22 Ağustos 1957’de Eptagomi’de dünyaya geldim.
SORU: Ben de 1958 doğumluyum, yani bir yaş büyüksün benden ama hiç göstermiyorsun yaşını…
FLORA MARKU: Teşekkür ederim! Geçtiğimiz Ağustos’ta 60 yaşında oldum… Bir erkek kardeşim, bir de kızkardeşim var. Erkek kardeşim burada, Londra’da yaşıyor. Kızkardeşim de New York’ta yaşıyor. 1969’da gitmişti New York’a… Erkek kardeşimin adı Markos’tur. Abim ortancadır, ben en küçükleriyim… Savaş esnasında askerdeydi abim. Güneye gitmişti abim diğer askerlerle birlikte. Kızkardeşim zaten New York’taydı.
SORU: Yani annenle babanın yanında bir tek sen vardın 1974’te savaş sırasında…
FLORA MARKU: Evet… Babamın adı Andreas Marku, annemin adı ise Despina.
SORU: Her ikisi de Eptagomili miydi?
FLORA MARKU: Evet.
SORU: Babanızın işi neydi?
FLORA MARKU: Herkes gibi çiftçilikle uğraşırdı. Ve annem de o dönem herkesin yaptığı gibi kah evde, kah çiftlikte uğraşır dururdu…
SORU: Köyünüzün savaştaki deneyimi nasıldı? Bana istediğiniz gibi, istediğiniz kadarını, istediğiniz şekilde anlatabilirsiniz…
FLORA MARKU: Hatırlarım, günlerden Perşembe’ydi… Ağustos ortalarıydı… İnsanların güneye geçişini durdurdukları yönünde bir haber almıştık. Sivillerin yani… Çok korktuğumuzu hatırlıyorum. Ve köyden kalkan son otobüsün gidişini hatırlıyorum… Otobüs nereye gidiyordu, bilmiyorum, belki de İngiliz Üsleri’ne gidiyordu, bilmiyorum. Hatırlıyorum, bir araba yola çıkmıştı otobüsten önce… Bu araba Komikebir’e gittiği zaman burada bazıları arabaya ateş açmıştı… O arabada olan kızı tanıyorum, omzundan yaralanmıştı açılan bu ateş sonucu.
HRİSTİNA PAVLU SOLOMİ PATÇA: Kapsula ailesindendi bu kız…
FLORA MARKU: Evet, evet…
SORU: Bu söylediğiniz nedir, anlamıyorum…
HRİSTİNA PAVLU SOLOMİ PATÇA: Otobüs Eptagomi’den ayrılmadan önce sanırım küçük bir Morris arabaydı, bir aileye ait özel bir araçtı bu, aile arabasına bitmiş ve Komikebir’den geçerek güneye geçebilmek amacıyla Mağusa’ya gitmek üzere yola çıkmıştı. Bu araba Morris miydi, emin değilim, sanırım öyleydi, küçük, beyaz bir arabaydı…
Bizim Komikebir’deki zeytinyağı değirmenimizi bilirsin, işte oralardan bir yerden, köyün Kıbrıslıtürk tarafından ateş
Eptagomi’ye geri dönerken, yolda Eptagomi’den ayrılmış olan otobüsle karşılaşmışlar ve “Geri dönün! Geri dönün da ateş açarlar” demişlerdi otobüstekilere… Böylece otobüs de geri dönmüştü Eptagomi’ye…
FLORA MARKU: Ben o günlerde 17 yaşındaydım… Çok korkmuştum, şimdi çok kötü şeyler olacak diye düşünüyordum. Nenemin bize geldiğini hatırlıyorum… Birkaç yıl önce dedem vefat ettiği için tek başına yaşıyordu…
SORU: Adı neydi nenenizin?
FLORA MARKU: Benim adım gibi Flora, Florentia… Nenem bize gelmişti, kaygılıydık, ne yapacağımızı bilemiyorduk… Sanırım öğle yemeği saatleriydi… Birkaç saat boyunca ne yapmamız gerektiğini kestiremeden öylece kalakalmıştık… Köylülerden çoğu, Eptagomi’nin dışındaki bir tarlaya gitmeye karar vermişti. Komikebir’in tam ters yönündeki bir tarlaydı bu. Bladanissos’a doğru… Burada ne kadar kaldık, hatırlamıyorum. Herkes ne düşüneceğini kestiremiyordu… Herkes korkmuştu. Sonra Andonis Konis geldi landroveriyle…
HRİSTİNA PAVLU SOLOMİ PATÇA: Ondan sonra “kayıp” edildi Konis… Hala “kayıp”tır…
FLORA MARKU: Konis, köyün önde gelen insanlarından birisiydi.
SORU: Turkobullo (desteban) mıydı?
FLORA MARKU: Hayır, bir süpermarketi vardı… Her konuda, herkese çok yardım eden bir insandı. İngilizce bildiği için…
Konis o bulunduğumuz tarlaya gelerek “Tamadır, köye dönebilirsiniz” dedi. Böylece köye döndüğümüzü hatırlarım, akşamüstü 6-7 gibiydi, karanlık bastırıyordu… Köyümüzden Kıbrıslıtürkler’in herkesi gezerek kiliseye gitmelerini söylediklerini de hatırlıyorum.
SORU: Yani Türk askerleri yoktu, devam mı etmişlerdi yola?
FLORA MARKU: O ana kadar Türk askeri falan görmemiştik.
HRİSTİNA PAVLU SOLOMİ PATÇA: Türk askerleri Eylül ayına kadar gelmemişlerdi köye…
FLORA MARKU: Gürültüyü hatırlıyor musun? Tankların çıkardığı gürültüyü?
HRİSTİNA PAVLU SOLOMİ PATÇA: Evet, şoke olmuştuk! Birbiri ardına bir sürü tank geliyordu… Eylül ayındaydı bu… Nereden geldiklerini bilmiyorum… Bizim evin arkasından geçiyorlardı, Livadya’ya giden yola doğru gidiyorlardı…
FLORA MARKU: Köyümüzün ortasından geçen anayolu kullanmışlar mıydı, hatırlamıyorum… Ama tankların sesini duyabiliyordum.
SORU: Yani Eptagomi’de idare Eptagomili Kıbrıslıtürkler’deydi…
FLORA MARKU: Evet ve başka bazı köylerden gelen Kıbrıslıtürkler’de…
Ben onları tanımıyordum ama köylümüz pek çok Kıbrıslırum, bizim köylümüz Kıbrıslıtürkler’i isimleriyle tanıyorlar, biliyorlardı. Ama ben kişi olarak tanımıyordum kendilerini.
SORU: Böylece kiliseye gitmiştiniz…
FLORA MARKU: Evet… Babam gitmişti kiliseye. Annem, nenem, ben ve annemin yaşlı bir dayısı vardı – bu adam anneme babalık yapmıştı, annemin babası vefat ettiği zaman – biz evde kalmıştık. Annem “Ben kiliseye gitmek istemiyorum” demişti. Ben de “Yok anne, gitmemiz lazım kiliseye” demiştim o genç yaşımda… “Bir şey olacaksa, diğer insanlarla birlikte olmak isterim” demiştim. “Evde yalnız kalmak istemem… Çünkü Kıbrıslıtürkler biliyorlar bizi, ailemizin kimlerden oluştuğunu biliyorlar…”
O anda iki aile – Leondi’yi tanıyor musun? Leondis Hristofi… Leondi’nin karısı, küçük çocuklarıyla birlikte – büyük oğlu askerdeydi çünkü – üç-dört küçük kızı ve oğlu Spiros’la birlikte, kocasının kızkardeşi yani görümcesiyle… Pinnalu’yu bilir misin? Kızı ve kaynanası ile kaynatası… Bu iki aileden söz ediyorum yani. Evleri kilisenin yanında olmasına rağmen, bizim evin önünden geçerken görmüştük kendilerini… Görümcesine ve onun kaynana ile kaynatasına kalmaya gitmişlerdi. Bunlar yaşlı insanlardı, bizim evin yanında kalıyorlardı. Kiliseye gitmek istememişler, burada kalmaya gelmişlerdi. Annem onları görünce, kendisi de öyle yapmak istemişti. Ve biz de onlara katılmıştık.
Biz de bu yaşlı insanların evine gidip orada kalmıştık. 10 kişi falan mıydık, hatırlamıyorum. Işık yakamıyorduk evde, sokak lambaları da yanmıyordu.
Karanlıktı. Çok ürkütücüydü. Ne yapacağımı bilmeden tir tir titrediğimi hatırlarım… Ne saatti hatırlamam ama geceyarısı 12-1 gibi olmalıydı, açıkçası Kıbrıslıtürkler biliyordu kiliseye gitmemiş olduğumuzu. Ve gelip kapıyı çaldılar! Yaşlı adam kapıyı açtı.
Ona “Seni biliriz. Biliriz ki gelmedin kiliseye” dediler. “Gelen defa söylediğimizi yapasın” dediler.
Tamam, kaldık orada… Ertesi sabah tekrar evimize döndüğümüzü hatırlarım. Sonra bizi köyün merkezinde topladılar. Orada ne olduğunu hatırlamıyorum. İsimlerimizi yazmak zorundaydık. O gün müydü yoksa başka bir gün müydü ama herhalde başka bir gündü. Fotoğraf çektirmek zorundaydık ve bize bir tür “Türk kimliği” vermişlerdi…
DEVAM EDECEK
OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…
“Komikebirli üç “kayıp” Kıbrıslıtürk, Ayis Fokas bölgesine gömülmüştü, şirocu halen hayattadır…”
Bir Kıbrıslırum okurumuz bize yazarak şu bilgileri paylaştı:
“Sevgili Sevgül,
1963’te Komikebir’den yola çıkarak Lefkoşa’ya bir otobüsle gitmeye çalışan üç Kıbrıslıtürk’ün gömü yeri hakkında bazı yeni ve güvenilir bilgiler elde etmiş bulunuyorum ve bunları seninle paylaşmak istiyorum…
Sözkonusu üç Kıbrıslıtürk, Lefkonuk köyünün kuzeyinde, Lefkonuk-Yipsu (İpsoz/Akova) yolu yakınına gömülmüşlerdi. Bu bölgeye Ayis Fokas denmekteydi…
Bu üç Kıbrıslıtürk’ü bir buldozerle gömmüşlerdi ve onları gömen şahsın lakabı ise “……” idi… Bu şahıs halen hayattadır ve bildiğim kadarıyla Larnaka’da yaşamaktadır. Eğer onu bulabilirseniz ve konuşmak isterse, bu gömü yerinin bulunmasına yardımcı olabilir…”
Bu okurumuza paylaştığı bu değerli bilgiler için çok teşekkür ederiz. Söz konusu şirocuyu bulabilmek amacıyla çeşitli girişimler başlatmış bulunuyoruz.