Ülkeler arasında zaman zaman ekonomik, siyasal gerilimler yaşanabilir. Diplomasi, gerilimin çatışmaya dönüşmesini önlemek için devreye girer. “Dışişleri” dediğimiz yapılanma, tam da bunun için on yıllar içerisinde kriz çözme yeteneğine sahip diplomatları yetiştirir, kendi “diplomasi dilini” on yıllar içerisinde oluşturur.
Kurumlaşmış demokratik ülkelerde hükümetler değişse bile esen rüzgarlara göre dış politika ve diplomasi dili kolay kolay değişmez. Diplomasi dili de zaman zaman sertleşmez mi? Sertleşir elbette. Uluslar ailesi içerisindeki saygınlığınızla, ekonomik, siyasi ve nihayet askeri gücünüzle bağlantılı olarak diplomasi dilinizin tonunu ayarlayabilirsiniz. Bunun altını doldurabiliyorsanız ne ala… Yok eğer altını dolduramıyorsanız, giderek saygınlığınızı ve gücünüzü yitirirsiniz. Zaten dikkat ederseniz, güçlü devletler aynı zamanda güçlü ve etkin bir diplomasi yürütürken, halklarını uluslar ailesi içerisinde utandıracak bir dilden özenle kaçınırlar.
Diplomaside pespayeleşen bir dil kullanmak genellikle Ortadoğu ve Afrika diktatörlüklerine özgü bir durumdur. Vaktiyle Libya diktatörü Muammer Kaddafi’nin, Irak diktatörü Saddam’ın kurduğu dil bu pespayeliğin sayısız örneğini içerirdi. Bu diktatörler “Eeeeyy!” diye başlayan cümleler kurdukça hitap ettikleri kitleler coşar; kültürel, sanatsal, ekonomik, siyasi, askeri alanlardaki ezikliklerini, bu diktatörlerin dünyaya kafa tutan hezeyanlarıyla unutmaya çalışırlardı. Kötü yönetilen ülkelerin halkları için bir tür sarhoşluk haliydi bu. Bakmayın “di” li geçmiş zaman kullanmama… Ezelden ebede, bütün diktatörlerin, bütün kötü yönetimlerin dili ortaktır: hamaset ve pespayelik!
Gelir dağılımındaki adaletsizliğin, yoksulluk ve sefaletin, soygun ve talan düzeninin maskelenmesi için düşmana, daha çok düşmanlığa ihtiyacı var tüm kötü yönetimlerin. Bunun için önce iç düşmanlar, onlar tüketilince de dış düşmanlara ihtiyaç duyulur.
Lider çıkar kitlelerin karşısına, “Eeeey!” diye başlayan cümleler kurmaya başlar. Hatırlarsınız belki, Saddam’dan Kaddafi’ye, Nasır’dan Esad’a bütün diktatörler için, meydanları dolduran onbinler, liderleri coştukça coşar, aynı sloganı haykırırlardı: “bi’r ruh, bi’d dem nefdik ya Saddam!”, “ruhum, canım, kanım feda sana ya Saddam!”…
Diktatörler de halklarının boğazından, eğitiminden, geleceğinden çaldıkları paraların bir kısmını İsviçre bankalarına, bir kısmını da Batılı ülkelerden satın aldıkları silahlara yatırır, o silahlarla halklarını daha da coşturacak büyük gövde gösterileri yaparlardı…
Bayılırlardı “dev yatırımlara” diktatörler… Kaddafi mesela, çölün ortasına devasa yaşam merkezleri kurdurmak üzere Türkiyeli müteahhitleri çağırırdı. Meydanlarda “size Osmanlı’nın çocuklarını getirdim hizmet etsinler” diye böbürlenir, İtalya’da futbol takımları satın alır, Fransa’da Elysee sarayının bahçesine Bedevi çadırı kurdurur, zamanın Türkiye Başbakanını çöl ortasına kurdurduğu çadırda karşılar, görgüsüzleşip nobranlaştıkça halkının tarih içerisinde incinen onurunu iade ettiği vehmine kapılırdı. Dünya Kaddafi’nin nobranlığıyla, görgüsüzlüğüyle dalga geçerdi ince ince… Saddam da farklı değildi mesela… Öyle görkemli saraylar yaptırmıştı, öyle güçlü bir hava filosu kurmuştu ki… Irak halkı gurur duyuyordu onunla… Saddam dünyaya efelendikçe milyonların coşkusu artıyor, milyonların coşkusu arttıkça Saddam coşuyordu… 8 yıl boyunca şuursuzca İran’la savaşıp 1 milyon insanın ölümüne neden olduktan sonra hızını alamayıp “tarihsel bağlara dayanarak” 19. İli ilan ettiği Kuveyt’i işgale kalkışmıştı. Kuveyt macerasının bedelini Irak ve Kuveyt halkı, Körfez savaşında 35 bin insanın canıyla ödedi. Saddam günün sonunda devrildi ama ülkesinin ABD tarafından işgal edilmesine, Ortadoğu’da on yıllar sürecek savaşlar ve işgaller döneminin başlamasına neden oldu. Tahran’da sabah namazı kılmayı, Körfez’i Irak denizine dönüştürmeyi, ABD ve Batı emperyalizmine diz çöktürmeyi hayal eden Saddam, kendisini bir çukurda buldu.
Tarih oldu hepsi… Böyledir çünkü… Diktatörler er ya da geç yıkılır… Pespayelikleri bir zaman, halklarını utandırmaya devam eder… Sonra diktatörlerin isimleri unutulmaya başlanır… Halklar er ya da geç, diktatörleri tarafından kırılan onurlarını geri alırlar… Er ya da geç…