Simge Çerkezoğlu
Doç. Dr. Erdal Aygenç, Karadeniz’de Hopa’da dünyaya geldi. On yedi yaşından sonra yaşamına Ankara’da devam eden sanatçı, son on yıldır Kıbrıs’ta yaşıyor. Geçtiğimiz günlerde Art Rooms’da açılan Gece Kuşları sergisiyle izini sürmeye başladığım sanatçıyla sonunda sergi mekânında bir araya geldik. Aygenç’in hayata dair farklı bakış açısı ve rahat tavırlarıyla kuşlarına insanda yarattığı özgürlük ve göç olgusunun ne kadar örtüştüğünü düşünmeden edemiyorum. 3 Ekim Pazartesi’ne kadar açık olacak olan sergiyi gezmenizi ayrıca tavsiye ediyorum.
COĞRAFYA KADER MİDİR?
Erdal Aygenç ile sohbetimiz biraz ‘coğrafya kaderdir’ sözünden etkilenilerek başlıyor. Karadenizli olan ve Hopa’da büyüyen sanatçı, resim yapmaya nasıl başladığını ve doğa güzelliği ile dillere destan bölgenin hayatının şekillenmesindeki etkilerini anlatıyor.
“Resme olan ilgim pek çok insan gibi benim de küçük yaşlarda başladı. İlkokulda, ortaokulda ve lisede sınıfın resim yapanı bendim. Kendi resimlerimi yapmanın ötesinde başka arkadaşlarımın da resimlerini yapardım. Klasik evler, çam ağaçları, ortada dere ve ördekler… Daha sonra üniversite için Ankara’ya gittim. Türk dili ve edebiyatı okumaya başladım. Ancak birden bire karar değiştirerek o zamanki Gazi Eğitim Enstitüsü’ne kayıt yaptırdım. Resim öğretmeni olacaktım ve bu kararım üçüncü sınıfa kadar devam etti. Üçüncü sınıfta fark ettim ki Ankara’dan ve içinde bulunduğum sanat ortamından ayrılırsam hayatıma bir öğretmen olarak devam edeceğim. Fakat gönlümde olan resim yapmaya devam etmekti. Böylece Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde yüksek lisansa başladım. Daha sonra da orada öğretim görevlisi olarak çalışmaya ve resim yapmaya devam ettim. Karadeniz’de doğdum. Doğasını göz önüne getirdiğinizde yaşamın zor oluğu bir bölgedir. Koşullar ağırdır. Hırçındır, isyankârdır ve asidir. Orada yaşayan insanlar doğayla haşır neşirdir. Yaşadığım bölgenin bana yüklediği imgeler beni resme yönlendirmiş olabilir diye düşünüyorum. Aslında ben bunun çok farkında değilim. İnsan bunu kendi fark edemez. Dışarıdan izleyenler bu gelişimin daha çok farkına varırlar. Fakat Karadeniz’de yaşamış olmamın resme yönlenmemde etkisi olduğunu söyleyebilirim.”
Elbette son on yıldır yaşamak için Kıbrıs’ı seçen sanatçının bu tercihi yapmasının nedenleri üzerine de konuşuyoruz. Hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığı gibi Aygenç’in Kıbrıs’a gelmesi kadar burada yaşamaya devam etmesinin de nedenleri var.
“Karadeniz’in etkisi kadar Kıbrıs’ın da resim yapmamda etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Kıbrıs’a gelmemin ve burada yaşamaya devam etmemin nedenlerinden bir tanesi Kıbrıs’ta gökyüzünün çok olması. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar gökyüzü olan başka bir yer daha yoktur. Kıbrıs’ın gökyüzü, ay ışığı, bulutu ve güneşi çok güzel. Sizi resim yapmasanız da fotoğrafını çekmeye yönlendirir. Kıbrıs insanı adeta dürter, tahrik ve teşvik eder. Bütün sanat dallarında sanatçının yaşadığı ortamın, sosyal ve coğrafi koşulların eserlerindeki etkisi büyüktür.”
“SANATSAL ÜRETİMDE BULUNAN KİŞİ İÇİN HER ŞEY BAHANEDİR”
Gece Kuşları Aygenç’in dördüncü kişisel sergisi… Son iki sergisini Kıbrıs’ta açtığını öğrendikten sonra ilk aklıma gelen, neden kuş figürleri ve neden gece kuşları… Gülüyoruz.
“Resim yapan insanın en son karşılaşmak istediği soru budur belki de. Çünkü ilk başta malzemelerimin başına kuş çizmek için oturmadım. O bir şekilde geldi. Bizler yaşantımız boyunca hep dış dünyadan imgeler topluyoruz. Beynimize bir sürü imge yerleşiyor. Sanatsal üretimde bulunacağınız zaman ise bu imgeler su yüzüne çıkmaya başlıyor. Sanatçılar bilinçli ya da bilinçsiz bu imgelerle temas kuruyor. İmgelem gücü oluşturuyor. Böylece bana kuşlar geldi. Neden geldi diye sorunca da bir sürü neden söylenebilir. Benim bu sergide öyküm yok aslında. Sadece kuşun içerdiği serçesinden, güvercinine, kuzgunundan kargasına kadar hareketlerinde hep bir enerji olduğunu söyleyebilirim. Leke bütünlüğü ve leke gücü var. Kiminde mutlu, kiminde hüzünlü, kiminde aşık… Kuşların durumunu bilemiyorum ama onlar gelince artık kuşlarla değil de resimle ilgilenmeye başlıyorum. O leke orada nasıl durmalı. O lekenin yanına hangi leke gelmeli. Nasıl bir çizgi ile o bütünlük ve boşluk bölünmeli. Çizim yapmaya başlayınca artık bu şekilde resmin plastik sorunları ile haşır neşir olmaya başlıyorum ve öyküsünden uzaklaşıyorum. Zaten imzayı attığım anda da o resimle olan ilişkim bitiyor. Galeride sergileyince de bu kez izleyicilerin o resimle olan yaratıcılığı başlıyor. Sanatçı o resme istediği anlamı yüklesin, istediği öyküyü yazsın fark etmez. Esas olan izleyicilerdir. Benim öykümle onların öyküsü çakışır mı çatışır mı bilinmez ama çakışırsa ne mutlu bana. Çatışırsa da sorun değil, esas olan izleyicinin yaratıcılığının bir şekilde gündeme gelmesidir. Bu kuşların gece kuşları olmasının nedeni de Kıbrıs’ın çok sıcak olması. Gündüz burada çalışmak çok zor. Gündüz uyuyup hep gece çalışarak bu resimleri yaptım. Doğrusu bu gece çizilmelerim kuşları, gece kuşları yaptı.”
Kuşlarla ilgili Hacettepe Üniversitesi’nde yaşadığı ilginç bir anıyı da bizlerle paylaşan Aygenç, üretmek isteyen sanatçı için aslında her şeyin tetikleyici olabileceğine vurgu yapıyor.
“Yaşadığınız sürece depoladığınız imgeler farklı şekillerde ortaya çıkıyor. Sanatçı imge dünyasını ne kadar zenginleştirirse resmedilecek malzeme de o denli fazla olur. Hacettepe Üniversitesi’nde eğitim verirken öğrenciler çalışsın diye biyoloji bölümünden okula dondurulmuş kuş getirtmiştik. Elbette kuş bir bahanedir. Bahane ortada duruyordu. Ben de o bahaneyi kullanarak bir resim meydana getirdim. Hep söylerim kuştur, çiçektir, denizdir fark etmez… Sanatsal üretimde bulunan kişi için her şey bahanedir.”
“HER ŞEY BAHANE”
Kuşları çizerken kullandığı teknikleri de hepimizin anlayacağı bir dille açıklayan sanatçı resme dair yeni bilgiler edinmemize de olanak sağlıyor.
“Kuşları yaparken daha çok mürekkep kullandım. Mürekkebi sulandırarak ara sıra suluboyayla da müdahale ederek çizimlerimi yaptım. Bu tekniğe, mürekkebin sulandırarak farklı lekeler elde edilmesiyle oluşan resim tekniğine lavi tekniği deniyor. Benim öğrencilik yıllarımdan beri benimsediğim bir uzak doğu felsefesi vardır. Diyor ki düşünce varsa, fırçanın fazla çalışmasına gerek yoktur. Türkçe söylemek istersek de, az çoktur anlamında olduğunu söyleyebilirim. Ben daha yalın, daha sade ama güçlü bir leke ile ifade edilebileceğim görüntüler oluşturmayı tercih ediyorum. İçimdeki enerjiyi bu şekilde aktarmayı istiyorum, bu bir yolu tercih ediyorum.”
RESİMLE ŞİİR BULUŞTU
Bu sergide kuşlar her ne kadar çok güzel ve anlamlı olsa da onları benim için daha anlamlı kılan Kıbrıslı Türk şairlerin kuşlarla ilgili şiirleriyle buluşmaları. Ümit İnatçı’dan, Tamer Öncül’e, Gürgenç Korkmazel’den Zeki Ali’ye kadar pek çok şairin kuşlarla ilgili şiirleri bu sergide yeniden anlamlandırılıyor.
“Şiir ve resmi buluşturmak sergiyi hazırlayan Oya Silberi’nin düşüncesiydi. Benim de kuşlarla ve ay imgesiyle ilgili düşündüğüm bazı şiirler vardı ama bunları özellikle o seçti. Bana önerdi. Ben de birebir örtüştürdüm. Hoşuma gitti ve sergide şiirleri de kullandık. Sergiyi izleyenlerden bazıları teveccüh edip, resimlerde de şiirsel duruş, ifade ediliyor dediler. Onur duydum. Hoşuma gitti. Demek ki örtüştü diye algıladım. Şiirin yanında resmin pek şansı olmaz aslında. Şiir çok daha güçlü bir sanat dalıdır. Şiirin tek malzemesi sözdür ve ondan başka da bir şeye ihtiyacı yoktur. Resmin ise boyaya, kâğıda tuvale, pek çok şeye ihtiyacı var. En pür, en soyut sanat dalıdır şiir. Çok da imrendiğim bir şeydir. Her zaman yazayım derim ama benim becerdiğim resimdir.”
Her sergisinde farklı teknikler denemeyi tercih eden sanatçı, yaratım sürecini serüven gibi görürken her zaman cesur denemeler yapmaya hazır görünüyor.
“Aslında resim yapanlar arasında genelde bir yol tutturup o yolun üzerinde devam etmeyi tercih edenler var. Ben böyle bir yolu hiç seçmedim. Yeni bir şey denemek her ne kadar risk taşısa da cesaret de ister. Ben denemeyi seviyorum. Uzun süre resim yapmayı aza indirmiştim. O nedenle bileğim tutuktu. Bileğimi açmak için boyayı ve fırçayı rahat kullanabileceğim bu tekniği seçtim. Böyle devam eder miyim bilmiyorum. Sanatsal yaratım süreci bir serüvendir. Bu serüven yarın ne getirir, beni neyle karşı karşıya bırakır, neye çarparım, neye toslarım bilmiyorum. Düşünmüyorum. Sanırım düşünmemek daha iyi.”