ERDOĞAN DOĞU AKDENİZ’DE ÇIKIŞ ARIYOR

Sami Özuslu

Berlin’deki 3’lü görüşme sonrasında Türkiye’nin farklı tonda bir yaklaşım içine girdiğine dikkati çekmiştim. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sözcüsü İbrahim Kalın’ın dikkatlice seçilmiş cümlelerden oluşan açıklaması yere basan türdendi. Zaten Türkiye adına şu ana kadar Berlin zirvesi sonrası başka da önemli bir açıklama gelmedi.

Bu nispeten ‘sessizlik’ içerisinde ve bu tavrın paralelinde sayılabilecek bir gelişme ise Libya ile imzalanan ‘kıta sahanlığı antlaşması’ oldu. Her ne kadar Libya’da taşlar yerli yerinde değilse de, bu girişim Ankara’nın Doğu Akdeniz’de bir ‘çıkış yolu’ aradığının işareti olabilir.

Nitekim Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan hafta sonu Azerbaycan ve Gürcistan’ın da dahil olduğu TANAP projesiyle ilgili açılışta sözü Doğu Akdeniz’e de getirdi ve bazı ‘şahin’ ifadelerinin yanı sıra şunları da söyledi:

“(…) Özellikle Doğu Akdeniz'de bulunan hidrokarbon kaynaklarının paylaşımı konusunda birileri hakça paylaşım yerine gerilimi körüklemeye çalışıyor. Adaletli paylaşım imkanı varken tehdit diline ve şantaj politikalarına başvuruluyor. Oysa hiç bir ülke uluslararası hukuktan üstün değildir…”

**

Erdoğan’ın bu sözlerini aslında ‘Türkiye’nin uluslararası hukuk dışında kaldığını ve bundan kurtulmaktan başka çaresi olmadığını’ anladığının bir itirafı olarak okumak mümkündür.

Konuyu yakından izleyen bütün uzmanlar ve aklı selim sahipleri yıllardır aynı şeyleri söyleyip duruyorlar:

Bir… Türkiye ‘Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (BMDHS) derhal taraf olmalı, yani imza koymalıdır.

İki… Ankara, Doğu Akdeniz’deki haklarını uluslararası hukuka uygun, ikili münhasır bölge antlaşmaları yaparak sağlamak yuoluna gitmelidir.

Erdoğan şimdi ‘uluslararası hukuka uyum’dan söz ediyor, ama Ankara’nın şu ana kadarki bütün girişimlerinin hukuksuzluktan ötürü ‘kaba kuvvet’e dayandırıldığını en iyi kendisi biliyor.

Mesela KKTC ile TC arasında 2011’de imzalanan ve Kuzey Lefkoşa’nın Ankara’ya ‘ruhsat vermesi’ gibi…

Komik bile değil!

Zira uluslararası hukukta KKTC diye ‘tanınmış ve de tanımlanmış bir devlet’ yok.

**

Ancak sadece bu da değil…

Türkiye Doğu Akdeniz’de ‘ev ödevlerini’ hiç yapmadı. Google’a girip ‘Doğu Akdeniz, petrol, Türkiye’ yazınca, karşınıza bir yığın makale çıkıyor. İlk çıkanı aldım, okudum. Batman Üniversitesi dergisinde çıkan makale ‘Uluslararası Deniz Hukuku Kapsamında Doğu Akdeniz’deki Petrol ve Doğalgaz Kaynakları ile Türkiye’nin Hukuki Durumu’ başlığını taşıyor.  Prof Mehmet Akif Kütükçü ile TYrd. Doç Dr İslam Safa Kaya tarafından 2016’da yayımlanan makalede çok değerli bilgiler var. Makalenin ‘sonuç’ bölümünde ise şunlar not edilmiş:

“(…) Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz kaynaklarının üretime özgülenerek dünyanın kullanımına tahsis edilmesi için bölgedeki devletlerin deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında ortak hareket etmeleri gerekir. Zira, mevcut durumda olduğu gibi taraflardan biri veya birkaçının denklemin dışına itildiği bir durumda, çözümsüzlük sürecektir. Çünkü bölgede üretilen doğalgazın özellikle Avrupa pazarına naklinin LNG ve klasik boru hattı yöntemleri ile olabileceği dikkate alındığında, daha düşük maliyetli olan boru hattı alternatifi için KKTC ve Türkiye’nin topraklarına ihtiyaç bulunmaktadır. Sorunun çözümü için öncelikle Ada’daki siyasi yapının netliğe kavuşması gerekmektedir. Bunun yanında Türkiye’nin, konuya ilişkin tüm savlarını dayandırdığı ancak taraf olmadığı BMDHS’ye ivedilikle taraf olması, müzakerelerde daha da güçlenmesinin önünü açacaktır.”

**

Gerek Kıbrıs’ta, gerekse Türkiye’de ve başka ülkelerde yaşayan uzmanların yıllardır söylediği, yazdığı, anlatmaya çalıştığı bu zaten…

Ankara’nın son bir hafta içerisinde gerek Berlin buluşmasına verdiği ılıman tepki, gerekse Doğu Akdeniz’de hukuka uygun çıkış arayışları, bu bölgedeki siyasetin işe yaramadığı tespitini yapmış olabileceklerini akıllara getiriyor.

Birçok ülkenin yakın geçmişte Türkiye’ye sismik araştırma gemilerinde kullanılan kimyasallarının satışını yasaklamış, bölgede ‘yasa dışı işler’ yapan gemilerle çalışanlar hakkında da ‘tutuklama’ kararları çıkarılmış olması da bu tavır değişikliğinde etken olabilir.

İşin özeti şu ki, Ankara Doğu Akdeniz’de yanlış siyaset nedeniyle sıkıştı ve hukuka uygun bir çıkış yolu arıyor. Ankara’nın bu ‘akl-ı selim’ adımlarına destek için Kıbrıs’ta federal çözümün arkasında durmak, onu zorlamak lazımdır. Maceracı hayaller peşinde koşmak değil!..