Erdem Ertürk
erdem.ertourk@gmail.com
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz nisan ayında, hakkında aşağılayıcı şiir okuması sebebi ile Alman komedyen Jan Böhermann’ın yargılanmasını talep etti. Türkiye büyükelçisi tarafından Berlin’de verilen not uyarınca, Almanya Başbakanı Angela Merkel konunun yargıya taşınmasına karşı çıkmadı. Avrupa ve Türkiye basınında geniş yer bulan olay, Batı’da sert tepkilere yol açtı. Erdoğan’ı despotlukla suçlayan kimi eleştirmenler, Türkiye’de gazeteci ve akademisyenlerin tutuklanarak yargı önüne çıkarılmasını tekrardan gündeme taşıdı. Kuşkusuz, eleştirilerin odağında Erdoğan’ın giderek artan ifade özgürlüğünü kısıtlama eğilimi vardır. Bu yazının amacı Böhermann olayı üzerinden Erdoğan rejimi hakkında eleştirel bir yeniden-okuma getirmektir. Fakat söz konusu yeniden-okuma Erdoğan rejiminin ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı hareketlerini, güce doymayan bir despotun otoriter tavırları olarak algılamaktan kaçınacaktır. Böyle bir algının yerine, özellikle komedyenleri (ki bu gruba daha önce yargıyla yolu kesişmek zorunda kalan mizah dergileri de dahildir) hedefine alan bu rejimin saldırganlığında, çok daha bütünlüklü ve tehlikeli bir anlam/mantık oluşturma teşebbüsü olduğu savunulacaktır.
Adalet ve Kalkınma Partisi kurulduğu ilk dönemlerde yorumcular tarafından ‘üstü örtülü İslamcı emellere’ sahip olmakla suçlandı. Ülke yönetimini devralmanın akabinde de, parti Avrupa Birliği üyeliği için olumlu adımlar atmaya, Kıbrıs ve Kürt sorunlarını çözüp, komşularla sıfır sorun politikaları gütmeye çalışan bir siyaset yürüttüğünün izlenimini vermeye çalıştı. Geçen yıllar boyunca Erdoğan’ı başta tutmanın formüllerini başarıyla uygulayarak ilk dönemlerde ortaya konan hedeflerden ciddi anlamda sapıldı veya bu hedeflerin ardında yatan daha saklı siyasi emeller su yüzüne çıkmaya başladı. Bölgesel siyasette proaktif ama ılımlı gibi gözüken bir bakış açısından, dışarıda Orta Doğu ve Sunni Müslümanlar üzerinde etki kurmaya çalışan, içeride ise eleştiriye acımasız ve sert tepki uygulayan bir rejime dönüştü. Sert tepkinin hedefinde de çoğunlukla rejimin baskıcı unsurlarını eleştirmekten geri durmayan akademisyen, gazeteci ve mizahçılar var.
Kuşkusuz, ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar otoriter eğilimler gösteren rejimlerde rastlanan temel tehlikelerin başında gelir. Peki bu rejimlerin kahkaha ile alıp-veremedikleri husus nedir? Bu konuda akla gelen ilk tepki Bülent Arınç’ın başbakan yardımcılığı görevini üstlendiği Temmuz 2014’te yaptığı açıklamadır: ‘‘kadınlar sokakta kahkaha atmayacak!’’ (i) Mart 2015’e gelindiğinde bu kez de mizah dergisi Penguen’in kapağında yer alan Erdoğan karikatürü yüzünden çizerler Bahadır Baruter ile Özer Aydoğan yargılandı. (ii) Charlie Hebdo saldırılarının akabinde bu dergide yayınlanan bazı karikatürleri sayfalarına aktarmaya çalışan Cumhuriyet Gazetesi devlet tarafından sansürlendi. (iii) Son örnek de yukarıda da bahsettiğim Alman komedyen Böhermann’ın Erdoğan için yazdığı müstehcen içerikli şiirden ötürü yargılanması talebidir. Arınç’ın açıklaması toplumsal cinsiyet ile ilgili önyargıların dışa vurumudur. Bu tür önyargıların aşılması gerektiğini savunmakla birlikte bu yazının konusu olmadığını belirtmem gerekir. (iv) Yazının odak noktasında diğer örneklerin ortak paydası olan hiciv (yergi) kavramı vardır. Mizah, ironi, abartı ve alay tekniklerinin kullanıldığı bu edebi türün amacı özellikle çağdaş siyaset ve diğer güncel konular bağlamında insanların zaaf ve kötülüklerini ortaya çıkarmaktır. (v)
Otoriter rejimlerin kahkaha ile alıp-veremedikleri nedir sorusunu cevaplayabilmek için hiciv sanatının Erdoğan rejimi için nasıl bir tehdit oluşturduğunu anlamamız gerektiğini düşünüyorum. Merkezine mizahı yerleştirmiş bir yazın sanatının siyasi rejimler için tehdit oluşturabileceği fikri sanırım ilk bakışta saçma duyulacaktır. Düşünce tarihinde rastlanmayan bir olgu olmamakla birlikte hicivin oluşturduğu tehditi anlayabilmek için dolambaçlı bir yol takip etmek gerekecek. Hiciv olmamakla birlikte, benzer bir olgunun en ünlü örneğini, düşlediği ideal devlet yapısında şairlere yer olmadığını vurgulayan Platon verir. (vi) Filozof, Homeros ve Sofokles gibi düşünce tarihine destanları ile önemli katkı sağlamış şairlerin ideal devlet yapısından kovulması gerektiğini savunur. Platon’un gayesini kimi yazar şairlerin gerçekleri çarptıran ve gençlerin yetişmesinde etkili olacak kültürü bulandıran şiirler üretmesi olarak açıklar. (vii) Dolayısı ile tehditin temel adresi, nesillerin yetişmesini sağlayacak kültürün (diğer bir deyişle ideal devleti saracak anlam bütünlüğünün) altüst edilmesidir.
Biraz daha karmaşık olmakla birlikte, benzer bir söyleme Hegel'in düşüncesinde de rastlamak mümkündür. Bunun için Hegel’in ‘‘bağımsız bilincin gerçeği kölesel öz bilinçte saklıdır’’ söylemini incelememiz gerekir. (viii) Bu söylemin ardında mutlak bilinç ve özgürlük yatır. Fakat ‘’kölesel öz-bilinç’’ koşulu, özgürlüğe giden yolun aynı zamanda efendi korkusu yüzünden arzuları askıya alıp işlemekten geçtiğinin göstergesidir. Efendi ve köle diyalektiğinin sunduğu özgürlük anlayışının esasında köle bilinci olduğu gerçeği yatır. Aynı zamanda içinde bahse konu özgürlüğü barındıran gerçekliği de köle davranışı belirler. Diyalektikten çıkan gerçekler ve bu algılar üzerine inşa edilen mutlak bilgi sistemi de dolayısı ile özünde köle bilincini muhafaza eder.
Hegel’in bütün ve mutlak anlam kavramını inceleyen Bataille’ın bu kavrama tepkisi gür bir kahkaha patlamasıdır! (ix) Bu patlamanın sebebi Bataille’ın köle bilincini sınırlayıcı bir anlam ekonomisi olarak yorumlamasıdır. Bu yorumun dayandığı nokta Hegel ve Platon’un ideal sistemlerini kesin olgular üzerine kurma ve bu kesinliği bulandıracak unsurları düşünce sistemlerinden defetme çabalarıdır. Platon’un ideali için şairler, Hegel’in idealine karşı anlam bütünlüğünü bozan kavram olarak da ölüm defedilmiştir. Ne var ki Bataille’a göre kovma eylemi sadece kısıtlayıcı bir ekonomidir ve özünde yıkıcı bir çelişkiyi barındıran mutlak veya ideal anlamı bu yıkımdan kurtaramaz. Bataille çelişkinin sebebini şöyle açıklar: anlam diye tabir ettiğimiz şeyi doğrulayan muhakkak anlamsızlıktır. Dolayısı ile bütün veya mutlak anlam kavramı kendisini doğrulayan fakat bunu yaparken bütünlüğünü bozan bir kavramla baş etmek zorundadır. Anlamsızlığı ortadan kaldırmadan bütünlüğü başaramayacağını bilen Hegel aklın hilesine başvurup ölüm-kalım savaşına giren iki bilinci de savaş sonunda yaşatarak efendi ve köleye dönüştürür. Dolayısı ile Hegel’in efendi söylemi ve bu söylem üzerine inşa ettiği mutlak anlam olgusu, köle bilincine, yani ölüm korkusuna ve zahmete dayanır.
Kahkaha tam da bu noktada zahmet ve ölüm korkusundan ötürü askıya alınmış arzunun anlamsızlığını vurgulamak için en değerli tepkidir. Batı felsefesinde defedilen şiir, efsane, (James Joyce’un romanı Finnegan’ın Uyanışı’nda olduğu gibi) ölüme neşeli bir yaklaşım ve kahkaha Bataille’a göre anlamı askıya alarak anlamsızlığı bir an olsun somutlaştırabilen unsurlardır. Kahkaha patlamaları da mutlak anlam bütünlüğü güden düşüncelerin kesinliğinde en büyük çatlakları açan eylemdir.
Yazının başında Erdoğan rejimini Böhermann davası üzerinden yeniden okumak diye kastettiğim şey hicivin bu rejim için oluşturduğu sonuçların ifade özgürlüğü kısıtlaması söylemi ile sınırlandırılmaması gerektiğidir. Erdoğan’ın akıl hilelerine başvurarak Yeni Türkiye kavramı üzerine inşa etmeye çalıştığı ve gitgide daha da despotik bir hal alan mutlak anlam bütünlüğü oluşturma çabası var — adını isterseniz başkanlık sistemi koyun, yeni Osmanlı emperyalizmi çabası deyin, veya mutlak Erdoğan monarşisi diye adlandırın pek fark etmez. Bu çabayla birlikte Erdoğan’ın, anlam bütünlüğüne giden yolda önüne sekte koyan herkesi defetmek konusunda hiç bir çekincesi yoktur. Böyle tehlikeli, aldatıcı ve hayali bir anlam macerası üzerinde, müstehcen, sınırları zorlayan, ‘‘anlamsız’’ hicivler en derin çatlakları oluşturarak rejimin içindeki yıkıcı çelişkileri gün yüzüne çıkarır.
Notlar
i) Cumhuriyet Gazetesi, ‘Arınç: ‘‘Kadın Sokakta Kahkaha Atmayacak’’’, 28 Temmuz 2014. Erişim: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/99627/Arinc___Kadin_sokakta_kahkaha_atmayacak_.html
ii) Bianet, ‘Bir Haftada Yargının Erdoğan Mesaisi’, 30 Mart 2015. Erişim: http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/163389-bir-haftada-yarginin-erdogan-mesaisi
iii) Wikipedia, ‘Charlie Hebdo Saldırısına Uluslararası Tepkiler.’
Erişim: https://tr.wikipedia.org/wiki/Charlie_Hebdo_saldırısına_uluslararası_tepkiler#T.C3.BCrkiye
(iv) Ayrıca, Charlie Hebdo’nun hiciv dergisi mi yoksa ırkçı bir yayın organı mı olduğu tartışması da başka bir yazının konusu olmak zorundadır.
(v) İngilizcede hicive tekabül eden ‘‘satire’’ kelimesinin tanımı için Oxford Dictionary of English’ten faydalanmıştır.
(vi) Platon, Devlet, Kaynak Yayınları, 2006.
(vii) M.F. Burnyeat, ‘Art and Mimesis In Plato’s Republic’, London Review of Books, Vol. 20, No. 10, 21 Mayıs 1998.
(viii) GWF. Hegel, Phenomenology of Spirit, Oxford University Press, 1976
(ix) J. Derrida, Writing and Difference,University of Chicago Press, 1980; G. Bataille, Accursed Share Vol 2-3, Zone Books, 1993.