Erdoğan ve o havaalanı

Sami Özuslu

Önceki gece biz Limasol'da semaya bakarken, bir askeri uçak iniyordu Ağrotur'daki askeri havaalanına...

O askeri havaalanı ki, 41 yıl önce oradan kalkan bir yolcu uçağı bizi alıp bambaşka bir yaşam yolculuğuna sürüklemişti.
Bir uçak kalktı o alandan ve yepyeni bir yaşam başladı bizim için...
Herkes konuştu bizim hayatımız hakkında da, o havaalanıyla ilgili söz eden olmadı hiç...

Bir 20 Temmuz daha yaşıyoruz. 1974'te 15 Temmuz darbesi ve ardından patlak veren çatışma Türkiye'nin müdahalesiyle ve adanın fiilen ikiye bölünmesiyle sonuçlanmıştı. 1950'lerin son çeyreğinde, özellikle de 1958 ve sonrasında Kıbrıs Türk liderliğiyle Ankara'nın inat ve ısrarla istediği, bastırdığı 'TAKSİM' formülü bir şekilde gerçekleşmişti böylece...
Her ne kadar dönemin Kıbrıslı Türk liderliği ve Türkiye "Bu Kıbrıs Cumhuriyeti'ni yeniden tesis etmeye dönük bir polis harekâtıdır" dese de, soğuk savaş koşullarının adayla ilgili gerekleri 'bölünmüşlük'ten geçiyordu.
Emperyalist çıkarlar Kıbrıs'ta öylesine sağlam bir düğüm atmışlardı ki hem uluslararası dengeler açısından, hem de yerel düzeyde, yaratılan milliyetçi dalga açısından, soğuk savaş çoktan bitti ama kimse o düğümü bir türlü çözemedi.
Her deneme bir şekilde başarısızlıkla sonuçlandı.
Sonuçta adada 1974'te oluşan statüko 41 yılını geride bıraktı.

Dile kolaydır bunca yıl...
Birkaç nesil yenilendi 1974'ten bugüne...
Dünyada onca değişim yaşandı da Kıbrıs'ta 'ateşkes koşulları' değişmedi!
Bir Ortadoğu, bir de Kıbrıs... BM Barış Gücü hala ilk günkü görev tanımıyla işine devam ediyor bu iki coğrafyada...
Oysa 1974'te Kıbrıs'ta önce darbe, sonra müdahale gerçekleşirken çok farklı bir dünya vardı.
Mesela Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) vardı. Üstelik 'dünyanın iki önemli gücünden biri'ydi.
Avrupa Birliği (AB) yoktu. Kömür Çelik Birliği kurulmuştu çok önceden ama Avrupa ülkelerinin gün gele böylesine yakınlaşacağı, tek çatı altına gireceği tahmin bile edilemiyordu.
'Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdanmışsınız' kelimesi, 'Türkçede kurulabilen en uzun birleşik sözcük' unvanını taşıyordu. Zira Çekoslovakya diye bir ülke vardı.
Ha keza Yugoslavya da vardı. Lakin onun ismi Çekler ve Slovakların birlikte yaşadığı ülkenin adından kısa olduğu için literatüre giren herhangi bir türemiş sözcük yoktu.

Kıbrıslılar boşuna mı karamsar oldu sanırsınız?
Bu kadar uzun yıldır dünyada her bir şey değişirken, sistemler ve rejimler alt üst olurken Kıbrıs sorununda döne döne aynı noktada duruyor oluşumuzdur "Bu memlekette bir şey olmaz" algısını besleyen...
Kıbrıslının gen haritasında 'pesimizm' vardır bu yüzden... Umutsuzluk, kendine güvensizlik, dışarıdan medet ummak bir tür karakterimiz haline geldi yani...
En çok da 'anavatan'lar rol oynadı, oynuyor bu adanın kaderinde...
Ya da biz Kıbrıslılar öyle zannediyoruz.
Belki de öyle zannetmesek, hayatımızda bu kadar belirleyici olamayacak Türkiye de Yunanistan da...
Bir de Birleşik Krallığı, yani İngiltere'yi saymak lazım tabii... 'Ana'lık rolü yok ama 'garantör' ne de olsa... Hem de adanın egemen ortaklarından!..

Dikkat edin, zaman zaman 'güvercin, çoğu zaman 'şahin' kesilen iki 'anavatan' hiçbir zaman konu etmezler İngiltere'nin adadaki varlığını, üslerini, buradaki stratejik konumunu...
Ağrotur üssünden kalkıp bölgeyi kontrol eden, sık sık askeri operasyonlar düzenleyen Kraliyet Hava Kuvvetleri'nin (RAF) varlığı hiçbir şekilde gündemlerine gelmez, bundan rahatsızlık duymaz iki ülke ve hatta sık sık eğitim de yaparlar RAF ile birlikte, askeri yeteneklerini geliştirmek açısından...
1974'ten beridir adada statüko bir milim değişmedi ve İngiltere 1959-60 antlaşmalarına koydurduğu egemen üsleri bir tamam yönetmeyi sürdürüyor.
Ne Kıbrıslı Türklerin ne de Kıbrıslı Rumların rızası soruldu bu konuda... Ve ne de herhangi bir çözüm planında dokunulabildi İngiliz üslerinin statüsüne...

Bir 20 Temmuz daha geldi. Erdoğan da geliyor bugün adaya bir kez daha...
Merak ediyor herkes, Türkiye Cumhurbaşkanı ne söyleyecek diye...
2000'li yılların başındaki o "çözümsüzlük çözüm değildir" diyen, yüzünü Batı'ya dönen, derin devletle mücadele eden Erdoğan yok son yıllarda... Takiyye yapmış gibi duruyor o günlerde... Yahut siyaseti kendi bildiği kitaba göre oynuyor.
Türkiye'de demokrasi, özgürlükler, laiklik adına birçok değerin üzerinden buldozerle geçmeye devam ederken Erdoğan, burada söyleyecekleri çok da heyecan vermiyor artık...
Muhtemeledir çözüm adına tatlı sert, ama pozitif sayılabilecek sözler sarf edecek bugünkü törenlerde Erdoğan... Dünyada ve bölgede yitirdiği prestiji toparlayabilmek için de ihtiyaç duyuyor buna, ama aynı zamanda konjonktür de bunu gerektiriyor.
Yani 'palikarya edebiyatı' yapma zamanı değil, liderler iyi bir süreçten söz ederken, BM çözüm umutlarını beslerken...
Erdoğan da buna uygun, belki de "yirmi adım önde" gibi üslubuna uygun iddialı sözler de sarfedecek ve gidecek bugün...
Sonra biz Kıbrıslılar umut etmeye devam edeceğiz, "acaba mı" diyerek...

41 yıl geçti ve önceki gece biz Limasol'da semaya bakarken, bir askeri uçak iniyordu Ağrotur'daki askeri havaalanına...
O askeri havaalanı ki, 41 yıl önce oradan kalkan bir yolcu uçağı bizi alıp bambaşka bir yaşam yolculuğuna sürüklemişti.
Bir uçak kalktı o alandan ve yepyeni bir yaşam başladı bizim için...
Herkes konuştu bizim hayatımız hakkında da, o havaalanıyla ilgili söz eden olmadı hiç...
Erdoğan da etmedi, etmeyecek.