İstanbul’da önceki gün Türk ve Yunan işadamları ile bir araya gelen Yunanistan ve Türkiye Başbakanları Antonis Samaras ve Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs sorununun çözülmesi gereği üzerinde durdular. Erdoğan, “Kıbrıs sorununu tarihe gömelim. Bu sorunu iki ülkedeki güçlü siyasi irade çözecektir” derken Samaras, Kıbrıs sorununun BM Güvenlik Konseyi kararlarına ve BM müktesebatına saygı çerçevesinde çözülmesi gerektiğini vurguladı.
Geleneksel iki tarihsel ‘düşman’ arasında bu kadar da fark olacak elbette. Ancak Samaras – Erdoğan arasında Kıbrıs ile ilgili başka bir detay daha vardı. Erdoğan konuşmasında, “50’nci yılına giren Kıbrıs meselesinde…” derken Samaras, “Kıbrıs sorununun 40 yıldır çözülmediği doğrudur...” hatırlatmasında bulundu. Anlaşılan Samaras yani Yunanlılar hesaplarında 1974’ü baz alırken Erdoğan 1963’ü başlangıç noktası olarak görüyor.
Arada bir on yıl kadar fark var. İnsan ömrü için oldukça uzun bir süreyi ifade eden bu on yılın, devletlerin ve halkların tarihinde çok da fazla bir önemi olmayabilir. Örneğin Irak işgal edileli 10 yıl oldu. Amerikalılar Afganistan’ı 12 yıl istila ettiler.
Ama Osmanlı’nın deyimi ile ‘Hafıza-i beşer nisyan ile malul’ olduğundan bunlar artık insanlar için hiçbir şey ifade etmiyor. 1974’te doğanlar bugün 39 yaşında. Ankara ve Atina’da kim bilir kaç hükümet gelip geçti. Belki de hepsi Samaras ve Erdoğan gibi ‘çözüm için ortak iradeden söz etmişti’ ama hiçbir zaman bu ‘ortak irade’ çözümün önünü açmadı. Örneğin Lefkoşa’nın iki yakasında çözümü hedefleyen AKEL ve CTP’nin çözüm yönündeki tüm çabalarına karşın bu çabalar hep Ankara ve Atina ile onların adadaki uzantıları tarafından engellendi.
Sonuç ortada. Çözüme umut bağlayan Kıbrıslı Türk ve Rumlar ortada kaldı ve ada halkı yeniden karamsarlığa sürüklendi. Zarar gören de daha çok Kıbrıslı Türkler oldu. Çünkü onlar için durum daha farklıydı. Çünkü onlar güneydekilerden farklı olarak kuzeydeki Türkiye’ye daha bağımlıydı. Çünkü kuzeydeki siyasal yapılanma UBP gibi hep çözümsüzlüğü ama aynı zamanda siyasal, ekonomik ve toplumsal yozlaşmayı ve yıkımı amaçladı. Yani bilinçli ve programlıydı. Neredeyse hedefine de vardı!
İşte bu nedenle Erdoğan’ın samimiyeti önce Lefkoşa’da test edilmelidir. Erdoğan gerçekten Kıbrıs sorununu tarihe gömmek istiyor ise önce UBP’ye ve onun zihniyetinde olan karanlık siyasal yapılanmalara sahip çıkmaktan vazgeçmeli ve Kıbrıslı Türklerin birleşik bir adada özgür iradeleri ile yaşama istek ve kararlılıklarına destek vermelidir. Bunun da birden çok yolu var. Ama bu yol asla 40 ya da 50 yıl hesabı yapma yolu değil.
Ne demiş Erdoğan’ın çok sevdiği Mehmet Akif; “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar. İbret alınsaydı hiç tekerrür eder miydi!”