8 Ağustos 2023 tarihinde (Salı günü), AKEL Erenköy Direnişi ile ilgili bir açıklama yapmış.
Haravgi gazetesinde yer alan habere göre AKEL, “Türkiye’nin 1964 yılında Dillirga’da gerçekleştirdiği hava saldırısının çağdaş Kıbrıs tarihinde kanlı ve acı verici bir sayfa teşkil ettiğini” iddia etmişler.
Buna cevaben:
AKEL’cilere Makarios’un Kıbrıslı Türkler’i azınlığa düşürmeyi ve “ortaklıktan” silikleştirmek için dayatmaya çalıştığı 13 Maddeyi sorun. Size eveleyerek geveleyerek Makarios’un 13 Maddeyi dayatma çabasının neden haklı olduğunu anlatsınlar. Ne da olsa onlara göre, destekledikleri Makarios rejiminin 2000 NATO üyesi olan Yunan askerleriyle Erenköy yakınındaki Türk köylerine saldırması ve insan öldürmesi “çağdaş Kıbrıs tarihinde kanlı ve acı verici bir sayfa teşkil” etmiyor ve buna karşı direnç göstermek için adaya çıkan 600 Kıbrıslı Türk öğrenci ise “kanlı ve acı verici bir sayfa” teşkil ediyor!
Diyorlar ki:
Dillirga’daki Türk bombardımanlarının, Kıbrıs’ın bölünmesiyle ilgili NATO planlamalarının tırmandığı bir dönemde gerçekleştiğini de öne süren AKEL, partinin, milliyetçilik ve Kıbrıs’ın NATO’laşması senaryolarıyla mücadele ettiğini, öte yandan ülkenin serbest dış politikasını desteklediğini ifade etti.
Buna cevaben:
Evet AKEL 1950 ve 1967’de ENOSİS’i destekleyip Kıbrıs’ın NATO üyesli olan Yunanistan’a bağlanması doğrultusunda siyasi irade koyarak “milliyetçilik ve Kıbrıs’ın NATO’laşması senaryolarıyla” karşı mücadele etmişler. Makarios ne de olsa onlara göre bir Rum milliyetçisi değil! Zamanında ittifak yaptıkları ve saygı duydukları bir lider! NATO üyesi olan Yunanistan’dan Makarios rejimine yatlarla ve botlarla destek vermek için çıkarma yapan Yunan askerleri bir yana dursun, 1967 de MECLİS’TE Yunanistan’a bağlanmak için “evet” oy vererek NATO’laşmaya direniş göstermişler!
Diyorlar ki:
Güney Kıbrıs’ın Bağlantısızlar Hareketi ve sosyalist devletler topluluğundan aldığı diplomatik ve siyasi desteğin, "Kıbrıs Cumhuriyeti’nin" devlet varlığının kurtarılmasında belirleyici olduğunu da ileri süren AKEL, Kıbrıs tarihinde yabancı askerler ve yabancı vasilerin olmadığı yeni bir sayfa açılmasının ne kadar gerekli olduğunu iddialarına ekledi.
Buna cevaben:
Başpiskopos Makarios’un Birleşmiş Milletlerde Elen Kıbrıs Cumhuriyeti adına destek almak için siyasi manevra olarak flirtleştiği bağlantısızlar grubunu “solculuk ve bağımsızlık” olarak algılayıp lanse etme çabasında her zaman olduğu gibi kararlılar. Kendi deyimleriyle “Kıbrıs tarihinde yabancı askerler ve yabancı vasilerin olmadığı yeni bir sayfa açıldığında” Kıbrıslı Türkler’in haklarını kim koruyacakmış acaba? Geçmişte olduğu gibi yerel ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devlet varlığını garanti eden Rum Milli Muhafız Ordusu mu?
AKEL’in uzun yıllardır aradığı ve yaratmaya çalıştığı “MAKBUL KIBRISLI TÜRK” hayali vardır. 1963’ü tamamen ayrılıkçı TMT’nin yaptığı, Kıbrıslı Türkler’in aslında can güvenliği ve ölüm korkusundan dolayı Türk köylerine göç etmediğini, TMT’nin silah zoruyla Kıbrıslı Türkler’i Kıbrıs Cumhuriyeti’nden ayırdığını iddia eden tamamen Makarios ve Elen Kıbrıs Cumhuriyeti’ni aklama üzerine kurulu koskaca bir yalan! Dedemin ailesinin Rumlarla karışık köy olan Bodamya’dan neden Türk köyü olan Akıncılar’a göç ettiğini birebir kendi ailemden dinlemesem AKEL’in yalanlarına belki kanabilirdim! Bunu AKEL’cilere anlatsanız da duymak ve bilmek istemezler! Ne de olsa Makarioscu Elen Kıbrıs Cumhuriyeti’ni dünyadaki tek meşru devlet olarak göstermek ve bu siyasi algıyı Kıbrıslı Türkler’in hegemonik şekilde kabullenmelerini sağlamak onların asli görevleri arasındadır.
AKEL’in yaratmaya çalıştığı “Makbul Kıbrıslı Türk”, her zaman için Makarios’un 13 Maddesine “o kadar da abartılacak şey değil işte Rumlarla birlikte yaşayın nedir yani” deyecek olan “SİLİKLEŞTİRİLMİŞ” ve “KURUCU ORTAK SİYASİ HAK ÖZNELLİĞİNİN” SULANDIRILMASINA RIZA GÖSTEREN BİR VARLIKTIR! “1950 de ENOSİS’e neden oy verdiniz” diye sorarsanız da size güler yüzlü şekilde söyleyecekleri “Eğer o zaman Kıbrıslı Türkler de Evet deseydi Enosis’e neden olmasın” cevabıdır. Allah Allah! Kıbrıslı Türkler ENOSİS’e neden evet desin ki? Sağolsunlar ne kadar demokratik ve bizim de RIZAmızı alacak kadar anlayışlı ve nazikler. Yani aslında AKEL’in o dönem ve şu anda yaptığı şey, sayıca azınlıkta olan Kıbrıslı Türkler’in üzerinde çıplak şiddete değil de rızaya dayalı hegemonya kurmaktır. Abarttığımı düşünenler yanılıyorlar! Ben bizzat tanık olduğum ve yaşadığım şeyleri yazıyorum.
O yüzden Makarios’un adada siyasi olarak Rum hegemonyası kurma çabasına kazan kaldıran, kendi bağımsızlıklarını korumak için örgütlü biçimde Türkiye ile birlikte gerek siyasal gerekse askeri mücadele ile direniş gösteren Kıbrıslı Türkler hiçbir zaman AKEL nezdinde “MAKBUL KIBRISLI TÜRK” olamaz! Onların NATO üyesi olan Yunanistan’dan askeri yardım alırken diğer taraftandan da Yunanistan’a bağlanmaları doğal sayılırken, Kıbrıslı Türkler’in NATO üyesi olan Türkiye ile birlikte örgütlü karşı mücadele vermesi asla doğal olamaz ve kabul edilemez!
Bizim de zaten AKEL’in kendi hayalinde tasarladığı “Makbul Kıbrıslı Türk” olmak gibi bir derdimiz veya niyetimiz olmadı! Olmayacak da! Bu yüzdendir ki sınır kapıları açıldıktan sonra AKEL ile yaptığımız görüşmelerden sonra, AKEL hükümette olan CTP örgütü ile değil de, oy oranı yüzde 1-2’lerde olan Kıbrıslı Türk partileri ile temasları yoğunlaştırmayı bilinçli şekilde tercih etmiştir. AKEL çünkü kendi hayallerindeki “Makbul Kıbrıslı Türkler’le” mutlular.
1963-1974 arasında AKEL’in desteklediği Makarios’un sayesinde binbir eziyet çekmiş ve yok olmanın eşiğinden geçmiş Kıbrıslı Türkler’in, neden 20 Temmuz’da istisnasız bir biçimde “kurtarıldık” diye sevinçten ağlayarak Türk askerlerine koştuklarını elbette AKEL duymak ve bilmek istemeyecektir. Ne de olsa, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “DEVLET AKLI”, 1963-1974 arasında olan herşeyi “ayrılıkçılığa karşı alınmış zorunlu önlem” (Necessity Doctrine) diyerek, bu dönemde Kıbrıslı Türklere yapılan sistematik SİNDİRME ve ŞİDDET operasyonlarını üzerini örtmek ve silikleştirmek üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin VAROLUŞUNUN bizatihi (Raison d'être) bilinçli şekilde tasarlanmış yalanların üzerine kurulu olduğunu ve bunun bir “DEVLET POLİTİKASI” olarak da tüm dünyada kendi meşruluğunu kanıtlamak üzere kurgulandığını vurgulamakta fayda var! Nasıl ki Rusya’nın Büyük Petro’dan başlayarak, Sovyet’lere uzanan ve şu anda da Putin ile devam eden bir “Devlet Aklı” varsa, Elen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de bir “Devlet Aklı” vardır.
Ancak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devlet aklının Uluslararası tanınmışlığı var diye Kıbrıslı Türkler’e yaptığı gözle görünür fiziki ve görünmez şiddet zinciri otomatik olarak meşru mu oluyormuş? Ve bu yapılan silahlı ve siyasi şiddete karşı Erenköy’de “bu adada Kıbrıslı Türkler olarak biz de varız” demek için çıkan gençlerin verdikleri silahlı mücadele mi meşru olmuyormuş? Erenköy’den başlayan silahlı direniş, 20 Temmuz ve 14 Ağustoz 1974 tarihlerinde Türkiye ve Kıbrıslı Türkler’in savaşı kazanmasıyla sonuçlandı. 1974 öncesi Kıbrıs Cumhuriyeti’nde de facto olarak azınlık statüsüne düşürülen, hiçleştirilen ve korku içinde sıkıştıkları etnik gettolarda abluka altına alınan Kıbrıslı Türkler, 1974 sonrası artık iki bölgeli ve siyasi eşitliğe dayalı bir Federasyon hayal edebilme yetisi ve erkine haiz oldu.
Türk tezi olan Federasyon, savaşı kaybeden Rum liderliği tarafından “mecburen” imzalanıp kabul edildi. Ancak Türk tezi olan Federasyon, kısa süre içerisinde ve özellike de KKTC’nin kurulması ile Denktaş’ın önderliğinde “istenmeyen, tehlikeli ve Rum yanlısı” bir hayal ve düşünce olarak hep marjinalize edilmeye çalışıldı. Kıbrıs Türk sağı, Federasyon tezini savunan soydaşlarına uzun yıllar en kibar deyimiyle şüphe, en açık tabiriyle de “içimizdeki Rumcular veya Ruma yama olmaya çalışan kesim” gözüyle baktı. Kıbrıs Türk sağının bakış açısına rağmen gerçek şu ki, Kıbrıs Türk solunun (Talat ve Akıncı) savunduğu “İKİ BÖLGELİ ve SİYASİ EŞİTLİĞE” dayalı Federasyon, 20 Temmuz ve 14 Ağustoz’da yapılan askeri harekatın birebir sonucunda ortaya çıkıp bu harekatın kazanımlarını savunan bir tez olarak tarihteki yerini korumaya devam ediyor.
Annan Planı süreci ve sonrasında da yoğun iç bölünme yaşayan Kıbrıs Türk Toplumu “KKTC Forever” ile “Federal Çözüm Hemen Şimdi” diye iki farklı siyasi kampa ayrıldılar. Her yoğun kutuplaşmanın sonucunda yaşanan bilinç yarılmaları Kıbrıs Türk Toplumu içinde de mevcutur. Ancak sırf bu bilinç yarılmaları var diye Kıbrıslı Türkler büyük resmi göremeyecek kadar körleşmedi! Kıbrıslı Türkler’in Federasyon isteyen bir kesimi çok iyi biliyor ki, eğer 20 Temmuz ve 14 Ağustos 1974 Türkiye askeri çıkarması olmasaydı, Kıbrıslı Türkler’den ne Talat, ne de Akıncı, müzakere masasında Rum tarafına karşı “siyasal eşitlik” ve “iki bölgeli” Federasyon tezini (Kıbrıs Türk soluna göre “çözüm” veya “barış”) telafuz dahi edemeyceklerdi.
Erenköy’de başlayan ve Kıbrıs Türk Halkı’nın var olabilmesi için canını ortaya koyan tüm Mücahitlerimizi ve Mehmetçiklerimizi sonsuz bir saygı ve rahmetle anıyorum. Onların geçmişte canlarıyla verdikleri mücadele olmasaydı, KKTC’ciler 1983’de Cumhuriyeti kuramayacakları gibi, Federasyoncu kesim de, 2004 yılında “Evet” oyu vereceği herhangi bir Annan Planı’na rastlayamayacaklardı. Kıbrıslı Türkler’in var oluş mücadeleleri (yarım yamalak bir demokrasi, adil ve hesap verilebilirliği olmayan siyasi bir düzen ve kötü ekonomik koşullar) binbir zorlukla halen günümüzde de devam ediyor. Ancak günümüzde tüm bu kötü koşullar var diye, 1974 öncesi yaşananların çarpıtılmasına izin verecek değiliz.