Ergüçlü’nün Lefkoşa’sı

Serkan Soyalan

   2023’ün Ağustos ayında hayatını kaybeden ve büyük özlemle andığımız Süleyman Ergüçlü, tam bir Lefkoşa aşığıydı. Saatleri deviren uzun sohbetlerimizin öznesi hep Lefkoşa ve sakinleriydi. Onun eserleri arasında gezinirken, buram buram Lefkoşa’yı yaşayıp, içinize doldururdunuz. “Ben Lefkoşa” şiiri,  sonrasında şiirleştirilerek “Söyle” ismiyle bestelenen köşe yazısı, “Lefkoşa Çarşı Esnafı” sergileri ilk aklıma gelen örnekleri.

   Arşivimi karıştırırken Eylül 2015 tarihli Lefkoşa gazetesinde Süleyman Ergüçlü’nün “Lefkoşa Canlanıyor” başlıklı yazısı karşıma çıktı.

   Ergüçlü, kendisine ayrılan köşesinde Şeher için şunları yazmıştı:

   “Lefkoşa, nihayet, yıllardan beri sürdürdüğü düşüşünü durdurdu ve hatta ters çevirdi gibi görünüyor. Eski Lefkoşa’dan, Surlariçi’nden söz ediyorum.

   Ruhu olan, karakteri olan bir şehir. Her köşesinde bir anımız var.

   Bu surların içinde acı ve tatlı hatıralarımız var. Bu nedenle, onun toparlanmaya başladığını görmek beni ve eminim tüm Lefkoşalıları mutlu ediyor.

   Son zamanlarda, şehrin değişik köşelerinde, her kesimden insanların keyif yapabileceği mekanlar açıldı ve açılmaya devam ediyor. Büyük Han da, sanki kendisini eski şehrin merkezi olarak ilan etmiş gibi.

   Mutlulukla gözlemliyoruz ki, şehrin nüfus yapısında da olumlu yönde gelişmeler var. Eski şehirde şu anda yaşayanların çoğunluğu, düzgün aile yapısına sahip, işinde gücünde olan insanlar.

   Ancak şimdi bizi önemli görevler bekliyor. Restorasyon konularını ivedilikle ileri götürmeli, var olan değerleri dört gözle korumalıyız.

   Şehirde, geçmişleri yüzlerce yıl gerilere ulaşan değerler olduğu gibi, günümüze daha yakın zamanlarda anlam kazanan değerler de var. Bunların tümü bizim. Korumalıyız ve sahip çıkmalıyız.

   Görülebildiği kadarıyla doğru yoldayız. Yıllar önce bir İsveç gezisinde Stokholm’u görmüştüm. Stokholm da Lefkoşa gibi eski, ruhu ce karakteri olan bir şehir.

   Yaşayan bir varlık gibi. İsveçliler Stokholm’u korumayı ancak çağdaş bir şekilde geliştirmeyi başarmışlar. Hayran kalmıştım. Bunu nasıl başardıklarını sorguladığımda da, aldığım cevap netti: ‘Bütün eski şehirler, yaşayan şehirler, bir noktada çöküşe geçip dibe vururlar ve dibe vurduktan sonra da toparlanmaya başlarlar. İşte Stokholm’da da bu oldu. Biz de bunu planlamayla yönettik.’

   Şimdi dönüp Lefkoşa’ya baktığımızda, aynı sürecin yaşanmakta olduğunu görürüz.

   Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu değişimi bilinçli ve planlı bir şekilde yönetmek. Bu görev de kentin yöneticilerine ilaveten ülkenin yöneticilerine düşer.

   Biz Lefkoşalıların görevi de onları takip ve teşvik etmek.”  

    


“Kıbrıs’ın Üreten Kadınları”

   Kıbrıs Fotoğraf Sanatı Derneği’nin “Kıbrıs’ın Üreten Kadınları” Fotoğraf Sergisi, hafta başında Işık Kitabevi bünyesinde faaliyetlerini sürdüren Blckbrd Social’da açıldı. Işık Kitabevi’ni ziyaret edenler, Blckbrd Social bünyesinde kahvelerini içerek, başarılı isimlerin objektiflerine yansıyan fotoğraf seçkisi arasında gezinebilecek.

   Işık Kitabevi’nin artık bir markaya dönüşen ve bu yıl 36’ncısı açılan kitap fuarı ile aynı hafta açılan sergi, üreten kadınları konu almasıyla da büyük önem taşıyor. Çünkü içinden geçmekte olduğumuz bu kaotik ortamdan sadece üreterek çıkabilir, bu topraklara üreterek kök salabiliriz.

   LTB Başkanı Mehmet Harmancı’nın açılışını yaptığı sergi, bir ay boyunca ziyaret edilebilecek. Bu arada sergi kapsamında sergilenen fotoğrafların satışlarından elde edilecek gelirin bir kısmı Kemal Saraçoğlu Lösemili Çocuklar ve Kanserle Savaş Vakfı’na bağışlanacak.


Antroposen

   Antroposen, bir diğer deyişle insanın devri, 20. yüzyılın sonlarına doğru meteorolog Paul Joseph Crutzen’in dolaşıma soktuğu, jeolojik kronolojiyle ilgili bir terim.

   Dünya tarihinde Holosen Çağ’ın hemen ardından gelen yeni bir çağı tanımlamak üzere önerilen bu terim, insanlığın biyosfer üzerindeki etkisinin önemli bir “jeolojik güç” haline geldiği, dünya üzerinde çok ciddi izler bıraktığı bir devri niteliyor.

***

   Nicolas Bourriaud, “Yedinci Kıta: Küresel Isınma Çağında Sanat Üzerine Tezler” başlıklı yazısında şöyle yazar:

   “1. yüzyılda Mısırlılara lahitlerinde eşlik eden ‘Feyyum portrelerinden’ 19. yüzyıl Avrupa’sının tarihsel tablolarına kadar sanat tarihi, insanları doğal çevrelerinden açık şekilde ayrık olarak gösterir: Bizans kiliselerinin altın arkaplanında ya da İtalyan Rönesansı’nın mimari perspektiflerinde.   Tektanrılı dinlerin kutsal metinlerinde yazıldığı kadarıyla, insanlar-kaçınılmaz olarak erkek cinsiyetinde- bir Tanrı’nın suretinde yaratılmıştı; doğa ise bir dekor, insanın canının istediği şekilde düzenlenmekle görevlendirildiği bir tiyatro sahnesinden başka bir şey değildi. Empresyonist resmin ilk başta bu kadar büyük skandal yaratmasının sebebi, insanların konturlarını flulaştırması ve onları atmosfere karıştırması, fırça darbelerinin figürleri yatay bir şekilde birbirinden soyutlamak yerine üst üste bindirmesiydi. 19. yüzyılda insanı, doğal aksesuarları olan nesneler ve peyzajlarla aynı şekilde resmetmek hâlâ olmayacak bir işti. İşte İncil’e dayanan ‘doğanın efendisi ve sahibi’ olarak insan anlayışıyla birlikte bu temsil ideolojisi de (figür /arkaplan) –ki bunlar zaten ayrılmaz bir ikilidir- ‘Antroposen’ terimiyle özetlenen küresel bilinçlenme sayesinde şimdi altüst ediliyor.”

***

   Bourriaud aynı başlıklı çalışmasında konuyu daha derin bir düzleme çekiyor ve “Aristo’nun MÖ 1. yüzyılda ileri sürdüğü sanat kavramı bugün sarsılmakta. Aristo’nun gözünde sanat, bir biçimde (morphé) bir arkaplan (hylé) ile bir araya gelmesiydi. Oysa ki Antroposen’in sanatçıları için he rşey malzemedir ve artık hiçbir şey durağan ya da ikincil bir arkaplan değildir. Günümüzde herhangi bir şeyin arkaplan olarak betimlenmesi, farklı madde âlemleri ve durumları, insani ve gayriinsani şeyler ya da özne olarak ifade edilen Antroposen olayının inkâr edilmesi anlamına gelir” şeklinde yazıyor.

***

   Bu yeni çağın zihniyeti, önceden ayrı kabul edilen alanların birbirine yaklaşması; bitkisel, mekanik, hayvansal, mineral, moleküler ve toplumsal alanların görülmedik derecede gelişigüzel karışıklığı şeklinde tezahür eder.

***

   Yine Bourriaud’a bakarsak, “Antroposen, atmosfere ve jeolojiye değgin, dolayısıyla metafizik bir düzlemde, dünya kapitalizminin tetiklediği küresel yakınlığı vurgular. Bu bakımdan, Andreas Malm tarafından önerilen ‘Kapitalosen’ ifadesi de tercih edilebilir” satırlarını görürüz.