Özlem ERTAN
Doksan dokuz yıl evvel, İstanbul’daki evlerinden alınıp Anadolu’ya yani ölüme gönderilen Ermeni aydınlardan birinin, Rahip Krikor Balakyan’ın anılarını okuyorum. Bugüne kadar Balakyan’ın anlattıklarına benzer pek çok hikâye duydum, ama yine de onun satırları arasında ilerlerken içim daralıyor, gözlerim doluyor. Hiçbir tarih kitabı, insanlığın gördüğü en derin acılardan birine tanıklık eden, ölümün pusuda beklediği yollardan geçip şans eseri hayatta kalan biri kadar iyi aktaramıyor gerçeği; bunu bir kez daha anlıyorum.
Yıllar boyunca, ne geçen zamanın ne de Anadolu toprağının örtebildiği katliam izleriyle dolu yollarda yürür ve kendi ölümünü beklerken, “Eğer kurtulursam gördüklerimi yazacağım. Halkımın yaşadıklarını herkes bilsin” diye düşünüyordu Krikor Balakyan. “Hatta tüm bunları gelecek kuşaklara aktarmak için yaşamalıyım. Hayatta kalmak için elimden her ne geliyorsa yapmalıyım.”
Rahip, gerçekten de hayatta kaldı. Şansının, sürgün kafilesinde kendisine eşlik eden subaylara verdiği rüşvetin ve Ermeni Soykırımı’nı planlayıp gerçekleştiren İttihatçıların o dönemki ortağı Almanya’da eğitim görmesinin, Almancayı iyi konuşmasının da etkisiyle yaşamayı başardı. Sonra da planladığı gibi, envaiçeşit katliam silahıyla donanmış cellâtların arasında tamamladığı yürüyüşünün sonunda her ne gördüyse hepsini yazdı.
Balakyan, 1914-1916 yılları arasını kapsayan kitabı için “Ermenilerin Golgothası” adını uygun buldu. Düşünüyorum da tüm o karanlık dönemlerde yaşananları bundan daha iyi tanımlayacak bir isim bulunamazdı.
Bilenler bilirler, İsa Peygamber’in çarmıha gerildiği tepenin adıdır Golgotha. İsa Peygamber, çivileneceği çarmıhı sırtına alır ve Kudüs sokaklarını çevreleyen insanların kılıç kadar keskin, alaycı sözleri eşliğinde yavaş yavaş Golgotha Tepesi’ne doğru ilerler. Bu çileli yolculuğun sonunda ise ölüm vardır. 24 Nisan 1915’te İstanbul’daki Ermeni aydınların tutuklanıp Anadolu’ya sürülmesiyle başlayan ve kadim bir Anadolu halkının büyük ölçüde yok edilmesiyle sonuçlanan ölüm seyahatini “Golgotha Yolu” metaforundan daha iyi ne anlatabilir?
Rahibin bizzat tanıklık ettiği süreçte Osmanlı Ermenilerinin dörtte üçünün öldürüldüğünü ya da topraklarından uzaklaştırıldığını biliyoruz. Kitabı özel ve önemli kılan ise içerdiği bu tarihsel bilgilerden ziyade tanıklıklar.
Balakyan, tüm o günler boyunca “ölümün gün geçtikçe yaklaştığı” fikrini bir türlü aklından çıkaramıyor. Parçalanmış cesetlerle, iskeletlerle, kafataslarıyla dolu orman yollarında yürürken bunu yapabilmesi mümkün müydü? Hele de İstanbul’dan birlikte yola çıktığı arkadaşlarının vahşice öldürüldüğüne tanıklık ederken...
24 Nisan’da Balakyan ile birlikte tutuklananlardan biri de besteci, müzikolog, orkestra şefi ve rahip Gomidas’tı. Aynı trende, at arabasında yolculuk ettiler. Gomidas sürgünde ölmedi. Halide Edip Adıvar’ın da aralarında olduğu dostlarının girişimleriyle kurtuldu ama “Golgotha Yolu”ndaki yürüyüşü onun aklını alıp götürdü. Balakyan, 1935’te Paris’te bir akıl hastanesinde hayatını kaybeden dostu Gomidas’ın delirmesine de şahitlik ediyor. Onun, ağaçları Ermenilere saldıran eşkıyalara benzettiğini anlatıyor: “Gomidas Vartabed’in ruh sağlığının bozulduğu görülüyordu. Ağaçları, saldıran eşkıyalara benzetiyor, korkmuş keklikler gibi kafasını sürekli paltomun altına sokuyordu.”
Krikor Balakyan, sadece kurbanlarla değil, faillerle de konuştu. İçinde bulunduğu kafileyi Çankırı’dan Suriye’deki Der Zor Çölü’ne götüren Şükrü Yüzbaşı, gözünün içine baka baka Ermenileri nasıl vahşice katlettiğini anlatırken içinde uyanan korku ve nefreti gizlemek için tüm gücünü kullandı.
Rahip Balakyan, “Golgotha Yolu”ndaki yürüyüşünü tamamlayabilen azınlığa dâhildi. Yaşadı ve anlattı. Gördükleri, tanıklıkları kitap sayfalarında bugüne kadar ulaştı. Onun anıları, nihayet Türkiye’de de Belge Yayınlarıtarafından yayımlandı.
(TARAF – Özlem ERTAN – 4.8.2014)