Eroğlu ve SOL’un vicdan muhasebesi

Tümay Tuğyan

 


Türkiye Başbakanı Erdoğan, Çankaya Köşkü’nün en güçlü adayı.

Durum buyken, diğer siyasi partilerin çıkaracağı ya da destek vereceği adaylar da haliyle önem kazanıyor.

Ancak tam da bu noktada şu soru gündeme geliyor:

Doğru yaklaşım; ‘Köşke Erdoğan çıkmasın da kim çıkarsa çıksın’ mıdır?

Yani diğer siyasi partiler, çıkaracakları ya da destek verecekleri adayları belirlerken, kendi ideolojik çerçeveleri içinde mi hareket etmelidirler yoksa Erdoğan’ın köşk yolunu kapatmak adına ideolojiler geçici de olsa bir kenara bırakılabilmeli midir?

***

Benzeri senaryolar bizim de çok yabancı olduğumuz türden senaryolar değil aslında.

UBP ile ayrı yollarda yürüdükleri ilk Cumhurbaşkanlığı seçimi olan 1995’e kadar Denktaş, katıldığı hiçbir seçimde ikinci tura kalmadı, tümünde de ilk turdan galibiyetini ilan eti.

İki turlu seçim maceramız, UBP’nin kendi adayını çıkardığı 1995 seçimi ile başladı.

Karşısına Eroğlu’nun çıkmasının ardından 1995 ve 2000 seçimlerinde Denktaş ilk turda yeterli oyu elde edemedi ve her iki seçimde de Eroğlu ile birlikte ikinci tura kaldı.

Denktaş 1995’te ikinci turu % 62 ile geçerken, 2000’de durum biraz daha ‘riskli’ idi.

Muhalefet partilerinin, Denktaş’ı değiştirebilmek adına, tıpkı şimdi CHP’nin, ‘Erdoğan olmasın da kim olursa olsun’ mantığıyla hareket edebileceğine yönelik güçlü sinyaller vardı.

Muhalefet ikinci turda Denktaş’a karşı Eroğlu’nu destekleyebilir, ilk turda %30 oy alan Eroğlu, ikinci turun galibi olabilirdi.

Ama iş o noktaya gelmeden, ‘tehlikenin’ kokusunu alan ‘derinler’ derhal devreye girdi ve Eroğlu akşamdan sabaha adaylıktan çektirildi, Denktaş ikinci tur yapılmaksızın yeniden Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.

Eğer olaylar bu şekilde seyretmeseydi ve Eroğlu 2000 yılında muhalefetin de desteğiyle ikinci turda Cumhurbaşkanı olsaydı, tarih farklı şekilde biçimlenir miydi, Kopenhag ve Lahey zirveleri farklı sonuçlar doğurur ve tek başına AB üyeliği Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yine altın tepsi içinde sunulur muydu, bilinmez!

Gerçi, ‘muz bahçeleri’ gibi referanslardan hareketle, bu sorunun yanıtını az çok kestirmek mümkünse de, yine de sonuç her daim müphem kalacak.

Ama 2000 Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu öncesinde,  ‘Hele bir Denktaş’ı o koltuktan indirelim, daha sonra Eroğlu’nun icabına bakmak çok daha kolay olur’ diyenlerin, bugün Eroğlu’nu o koltuktan indirebilmek için ne yapacaklarını ‘kara kara düşünmekte oldukları’, su götürmez bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

Yine de en azından galiba o gün, bugünün Denktaş’ı ve hatta belki de daha beteri olan Eroğlu’na koltuk değneği olmalarını engellediği için, malum ‘derinlere’ bir teşekkür borçlular.