Mecliste temsil edilen ve edilmeyen siyasi partilerin başkanlarıyla bu haftadan itibaren röportajlar yaparak gündemi değerlendireceğiz. Röportajlar dizisine bu hafta BKP Genel Başkanı İzzet İzcan ile başlıyoruz.
BKP Genel Başkanı İzzet İzcan, Kıbrıs sorunuyla ilgili uluslararası konferansın hatta Ocak’ta Greentree’de yapılacak zirvenin tehlikede olduğunu savundu
“Eroğlu’ndan hiçbir beklentimiz yok”
· “Eroğlu’ndan hiçbir beklentimiz yoktur. Biz Eroğlu’nun hiçbir surette federal, birleşik, ortak bir vatan istediğine inanmadık, inanmıyoruz. Anlaşmanın belli bir zemini vardır, orta noktada buluşmanız lazımdır. Eroğlu hangi konuda orta noktaya gelmiştir. Hiçbir başlık tam anlamıyla kapanmamıştır. Eroğlu Talat’ın bıraktığının üstüne ne koydu? Hiçbir şey”
· “UBP hükümeti Ankara tarafından tutuşturulan paketin gereklerini yapıyor. Efendisine hizmet ediyor ve efendisinden de kendisini beslemesini bekliyor. Para alıp, maaşları ödemeyi bekliyor ve maaşların ödenmesini müjde olarak insanlara sunuyor”
· “Birbirimizi kandırmanın alemi yoktur, sokak ortadadır, 300 binleri aşan araba sayısı, 2 GSM şirketinin 650 bin abonesi ortadadır, Tıp-İş hastanelerin acil servislerine geçen yıl 400 bin başvuru yapıldığı açıklanmıştır. Okullara, yollara bakarsanız nüfusun 295 binin çok çok üzerinde olduğunu görürsünüz”
· “Sadece parlamento dışındakiler değil, parlamento içinde çözümden, barıştan yana kesimlerin, sivil toplumun, bireylerin bir cephede buluşması lazım. Herkesin evi kendinin olsun, herkes evinde devam etsin buna bir itirazımız yok. Bu birliktelik için aylardır çalışıyoruz, önemli ilerlemeler de sağlanmıştır”
Birleşik Kıbrıs Partisi (BKP) Genel Başkanı İzzet İzcan, Kıbrıs sorunuyla ilgili uluslararası konferansın hatta Ocak’ta Greentree’de yapılacak zirvenin tehlikede olduğunu savundu.
“Talat ve Eroğlu’nu hiçbir zaman aynı kefeye koymadık” diyen İzcan, “Biz Eroğlu’nun hiçbir surette federal, birleşik, ortak bir vatan istediğine inanmadık, inanmıyoruz. Anlaşmanın belli bir zemini vardır, orta noktada buluşmanız lazımdır. Eroğlu hangi konuda orta noktaya gelmiştir. Hiçbir başlık tam anlamıyla kapanmamıştır. Eroğlu Talat’ın bıraktığının üstüne ne koydu? Hiçbir şey” diye konuştu.
İzzet İzcan, çözümden, barıştan yana partilerin, sivil toplumun ve bireylerin bir cephede buluşması gerektiğini vurgulayarak, bu konuda aylardır çalıştıklarını ve önemli ilerlemeler sağlandığını da anlattı. İzcan, “Rejime, statükoya, militarist yapıya, antidemokratik anayasaya ve ülkede oluşan ayrılıkçı düzene karşı gücümüzü birleştirerek mücadele etmek istiyoruz” dedi.
· Soru: Geçtiğimiz günlerde nüfus sayımı yapıldı ve ilk veriler açıklandı. Sayım sonuçlarını ve Kuzey Kıbrıs’taki nüfus politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
· İzcan: Bugüne kadar Kuzey Kıbrıs’ta uygulanan nüfus politikası nüfusu mümkün olduğu kadar artırmak ama bunu da dünya kamuoyundan gizlemek üstüne kurulmuştur. Bu resmi bir politika olmuştur. Bunun sonucu olarak da Kuzey Kıbrıs’taki demografik yapı bilerek ve isteyerek değiştirilmiştir. Egemen çevreler bunu neden böyle yapıyor? Çünkü bizim azınlığa düşmemizi istiyor, Kıbrıs Türk kimliğinin, kültürünün ve varlığının ortadan kalkmasını istiyor, buradaki yapının önce KKTC vatandaşlığı temelinde yeni bir şekil almasını, daha sonra rakamı daha da artırarak, nüfusu bir milyonlara çıkararak, buradaki insan sayısını ve niteliğini tamamen değiştirmeyi hedefliyor.
Birbirimizi kandırmanın alemi yoktur, sokak ortadadır, 300 binleri aşan araba sayısı, 2 GSM şirketinin 650 bin abonesi ortadadır, Tıp-İş hastanelerin acil servislerine geçen yıl 400 bin başvuru yapıldığı açıklanmıştır. Okullara, yollara bakarsanız nüfusun 295 binin çok çok üzerinde olduğunu görürsünüz. Eski Cumhurbaşkanı Sayın Talat bir süre önce nüfusumuzun 500 bin civarında olduğunu söylemiştir, ondan sonra Sayın Başbakan İrsen Küçük çok kalabalık olduğumuzu söylemiş ve 600 bin rakamını telaffuz etmiştir. “300 bin bile değilsiniz” diyen sadece TC Büyülelçisi olmuştur ve açıklanan 295 bin de onu doğruluyor. Peki o nereden biliyordu ve bu rakamlar bu noktaya nasıl çekildi? Biz bu açıklanan rakamlara inanmıyoruz, bu rakamları tanımıyoruz. BM gözlemcileri maskaralığının, yalancılığının da netleşmesi gerekmektedir. Bu gözlemciler BM tarafından görevlendirilen, burada denetim yapan uzmanlar değildi, bunlar KKTC hükümetinin bir firmadan para karşılığı hizmet satın aldığı elemanlardır.
Sayımda vatandaşların uyarılarına rağmen numaralı olmadığı için sayılmayan haneler oldu. Sayılmadığını açıklayanlar oldu, İçişleri Bakanı da “sizi de sonra sayarız” dedi ve sonraki açıklamasında 900 kişiyi daha listelere eklediklerini söyledi. Bu şekilde bir nüfus sayımı olmaz. Doğru bile saysa belli ki toplaması, çıkarması yanlış bu sayımın. Sayın Serdar Denktaş başbakan yardımcısı olduğu dönemde “sonuçları Türkiye’ye yolladık ve oradan gelen sonuçlar bunlardır” demişti, “ben de inanmıyorum” demeye getirmişti. Bu iş bu şekilde olmaz, bu rakamlara kimse inanmaz. Bu rakamlardan sonra çıkacak başka sonuçlar var. Bizim kişi başına düşen milli gelirimiz 14 bin doları buldu. Geliri nüfusun yarısına bölerseniz tabi ki kişi başına düşen milli gelir yüksek olur. Ama gerçek öyle değil.
· Soru: Bu arada kaçaklarla ilgili bir de af çıktı, 5 günde 100 kişinin başvurduğu açıklandı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
· İzcan: Bu günde 20 başvuru demek, 60 günümüz var, 60 günde de 1200 kişi eder. Hani 40 bin civarında kaçak vardı ve aileleriyle beraber bunlar 100 binlere çıkardı. Belki ilerleyen günlerde başvurular hızlanır. Bu kaçıncı aftır? Bundan önceki hükümet de af ilan etmişti. 40 bin civarında kaçak önce kaydoldu, ilk birkaç ayda sosyal sigorta yatırımları yapıldı, daha sonra ödenmedi, gene kaçak durumuna düştüler. Daha sonra TC elçiliğinin bastırmalarıyla hükümet ailelerinizi de getirebilirsiniz dedi ve nüfus 200 bin patladı. 4-5 sene sonra gene 40 bin kaçak, gene sayım ve yeni bir vatandaşlık yasası. Hükümet yasayı geri çekti, bu hükümetin de taktiği insanları bağırtmak, geri çekmek ve sonra da parça parça uygulamaya koymak. UBP hükümeti Ankara tarafından tutuşturulan paketin gereklerini yapıyor. Efendisine hizmet ediyor ve efendisinden de kendisini beslemesini bekliyor. Para alıp, maaşları ödemeyi bekliyor ve maaşların ödenmesini müjde olarak insanlara sunuyor. Eğitim Bakanı Kemal Dürüst hiç sıkılmadan çıkıp öğretmenlere “parayı benden alıyorsunuz” diyebiliyor. Tam tersi Sayın Bakan biz seni ödüyoruz, bu kriz ortamından üst düzey yöneticiler olarak hiçbir fedakarlık yapmadınız ve utanmadan insanlara hain demeye getiriyorsunuz. Bu insanlar maaşlarını emeklerinin karşılığı olarak alıyor. Kim kime para veriyor, toplum böyle bir anayışla karşı karşıyadır. Bu statükonun ne yapıp yapıp ömrünü uzatmaya çalışıyorlar. Sayın Egemen Bağış baklayı ağzından çıkardı, “Tayvan Modeli” dedi. Neden? Sen TC devleti AB’ye gtmek için, başlıklarını açmak ve tamamlamak için bizi şantaj unsuru olarak, rehine olarak kullanıp dünyaya ve Avrupa’ya şantaj yapacaksın. Yetmedi mi Kıbrıs Türkü’nü ve küçücük Kıbrıs’ı kullandığınız. Bizi Tayvan yapacaksınız, Rum tarafı devlet olarak yoluna devam etsin, milli geliri artsın, doğal kaynakları istediği gibi tek taraflı olarak kullansın, Türkiye de yarın limanlarını açsın, Rumlarla direkt ticaretine de başlasın, zaten Yunanistan üstünden bunu yapıyorsun, biz de burada rehine olalım. Bizi derin donrurucuya koyacaksınız, her ikide bir de “beslemeler” deyip hakaret edeceksiniz. Bu yaşam biçimi kabul edilemez. Bunların hepsi bir senaryodur, bir filmdir. Ne KKTC’nin tanınacağı vardır, ne de tanınma siyaseti vardır, ne de federal bir çözüm istiyorlar. İstedikleri sorunun devam etmesi ve Rum tarafını ofsayta düşürüp puan kazanmaktır. 2004’te bu puan toplandı, bizler de yollara düştük. Özeleştiri yapıp o dönemi sorguladığım zaman onun da bir oyun olduğunu görüyorum. O politika devam ediyor, hem Türk Dışişleri hem de Eroğlu barış meleği kesildi.
· Soru: Kıbrıs sorunu ciddi bir tıkanma süreci yaşıyor, bunun eleştirisini her iki lider için yapar mısınız? Kıbrıslı Türkler Talat dönemini yitirmekle hata mı yaptı?
· İzcan: Talat ve Eroğlu’nu hiçbir zaman aynı kefeye koymadık ama o dönemde de bir çok yanlışlıklar yapılmıştır. Sayın Talat ve sözcüsü Erçakıca aracılığıyla şövenizmi körükleyen, gerginliği artıran pek çok açıklama yapılmıştı. Bu da toplumlararasındaki güveni büyük oranda sarstı. Sayın Talat Cumhurbaşkanı iken, Sayın Hristofyas’la bugünkünden çok daha ileri bir noktada olmaları gerekiyordu. Ne yazık ki bu olmadı. Dönem
Sayın Eroğlu bugün anlaşmanın zeminini bırakmıyor. “Anlaşma isterim” demek anlaşma istemek demek değildir. Bütün vatandaşları federal cumhuriyetin vatandaşı yapacaksanız, hala daha “bu taraf benim, o taraf senin” mantığından hareket edecekseniz, genel sekterer “bütün başlıkları konuşun” dediği halde mülkiyeti konuşmayı reddedeceksiniz, hani anlaşma istiyordunuz? Son toplantıda Rum tarafı bütün verileri ortaya koydu, Güney’de bıraktığımız malları ve durumlarını ortaya koydu ve “işte bunları görüşecek ekibim de budur” dedi. Türk tarafı ne dedi? “Ben bunları uluslararası konferansa sunacağım” dedi, takımım da yok dedi ve görüşme orada bitti. Hani bunları konuşacaktık ve Ocak’ta gittiğimiz zaman kalanları orada çözüp uluslararası konferansa çağıracaktık. Görüşmeler krize girmiştir, uluslararası konferans hatta bu zirve bile tehlikededir.
Maalesef Hristofyas arkasındaki desteği ciddi oranda yitirdi. Talat ve Hristofyas dönemlerinin şans olması gerektiğine inanırdık ama olmadı. Şimdi Hristofas kendi toplumu içinde köşeye sıkıştırılmış durumdadır. Bütün partiler AKEL ve Hristofyas’a karşı cephe almıştır. Talihsiz bir durumla karşı karşıyayız. Ama herşeye rağmen ondan beklentimiz cesur ve kararlı adımlar atmasıdır. Henüz geç değildir. Toplumuna da gerçekleri daha kararlı bir şekilde ortaya koymasıdır, seçim hesabı yapmadan bütün imkanları zorlamasıdır.
Eroğlu’na gelince, ondan hiçbir beklentimiz yoktur. Biz Eroğlu’nun hiçbir surette federal, birleşik, ortak bir vatan istediğine inanmadık, inanmıyoruz. Anlaşmanın belli bir zemini vardır, orta noktada buluşmanız lazımdır. Eroğlu hangi konuda orta noktaya gelmiştir. Hiçbir başlık tam anlamıyla kapanmamıştır. Eroğlu Talat’ın bıraktığının üstüne ne koydu? Hiçbirşey.
· Soru: Biraz da meclis dışındaki siyasi partilerin durumuna bakalım, yapısal sorunları ne oranda gündeme getirebiliyor ve ülke yönetimine ne kadar etki yapabiliyorsunuz veya yapabiliyor musunuz?
· İzcan: Meclis dışındaki siyasi partilerin çok ciddi sorunları vardır. Böyle bir siyasi yapıda, parlamento içindekiler yüz milyarlarca TL devlet katkısı alıyor ama siz bu baraj sistemini aşamamışsanız hiçbirşey almazsınız. Yani yarış başlamadan biri mercedes sürüyor öteki de at arabası. Siz sürecin dışında tutulmaya çalışılıyorsunuz. Hele de BKP gibi sistem karşıtı, sol bir parti iseniz egemen çevreler sizi yok farzediyor. Örneğin iki defadır Sayın Eroğlu’ndan yazılı olarak randevu talep ettik, şu anda sizinle bu röportajı yaparken bir arkadaşımız Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na üçüncü müracaat mektubunu iletiyor. Hiç yanıt gelmedi, cevap verme nezaketini dahi göstermediler. Ama ne ilginçtir ne zaman Sayın Hristofyas’tan görüşme talep etsek bizi kabul etti. Buradan açıklıyorum, 21 Aralık Çarşamba günü saat 16’da Sayın Hristofyas ile görüşmemiz var. Bunun öncesinde Sayın Eroğlu’ndan randevu talep ettik ama yine vermezse ne yapalım?
BKP olarak bütün yokluğumuza rağmen sanki parlamento içindeymiş gibi faaliyet yürüten bir partiyiz. Biz sorunları gündeme getirmeye çalışıyoruz ama imkanlarımız sınırlıdır. Ülke yönetimine etki yapamıyoruz çünkü dikkate alınmıyoruz. Yapmamız gereken ama yapmadığımız şeyler var mı? Var tabi. Sadece parlamento dışındakiler değil, parlamento içinde çözümden, barıştan yana kesimlerin, sivil toplumun, bireylerin bir cephede buluşması lazım. Herkesin evi kendinin olsun, herkes evinde devam etsin buna bir itirazımız yok. Bu birliktelik için aylardır çalışıyoruz, önemli ilerlemeler de sağlanmıştır. Sesimizi artırabilmek, siyasete yön verebilmek için gücümüzü bileştirmemiz gerekmektedir. Bizim birbirimizle rekabet içinde olmamız ancak karşı tarafın işine gelir, statükoya yarar. Parlamento mücadelesi, demokrasi mücadelesinin, barış mücadelesinin bir parçasıdır ve sokaktaki kavga, emek kavgası ve barış kavgası bir bütündür.
· Soru: Sokaktaki mücadeleden bahsettiniz, ülkede pekçok sorun var, sendikalar da hemen hemen her dönemde sokakta. Yapısal sorunların bazıları statükonun içinde mi? Sizce kaçınılmaz değişimlere karşı bir direnç var mı?
· İzcan: Sendikalar siyasal önderler, öncü güçler değildir. Zaman zaman bazı sendikalar kendilerini siyasi partilerin yerine koyuyor. Belli sendikalar da sadece “ver, ver daha fazla ver” diyor ve meselelerin ekonomik yanını öne çıkarıyor, toplumsal yanıyla ilgilenmiyor. Bunu da yaşadık. Ancak sorun sendikalardan çok siyasi partilerdedir, siyasi önderlik eksiktir ve siyasi önderler de partilerdir. Siyasi önderliği yapacak olan partilerin sendika, sivil toplum ve toplumun diğer katmanlarıyla gücünü birleştirmesi, yönlendirmesi ve ortak bir noktada hareket etmesi lazım. Bu ülkede olmayan budur. Sendikalar da siyasi partilerin önderliğini kabul etmek ve beraber hareket etmek zorundadırlar. Bunu kabul etmiyorsanız, ciddi bir sıkıntı var demektir. Şimdi emek güçleriyle, sivil toplumla, partilerimizle hedef birlikteliğini birlikte somutlaştırmak, gideceğimiz yeri beraber belirlemek ve nasıl gideceğimizi, aracımızı da birlikte belirlememiz lazımdır.
· Soru: Siz birlikte hareket etmek için bazı girişimler yaptığınızı söylediniz. Bu girişimler hakkında bilgi verir misiniz?
· İzcan: BKP’ye benzeyen başka bir parti yoktur ve zaman zaman da bu konuda eleştiriler aldık. Ben şahsen de eleştirildim. Gün geldi CTP hükümetlerini parlamentoda karşılıksız destekledik. Gün geldi CTP’ye de “beraber hareket edelim” teklifini götürdük, kabul etmediler. O dönemde TKP de vardı, kabul etselerdi tek başına sol hükümet olacaktı. Ondan sonraki dönemde BKP bu ittifaklar üzerine kuruldu. “İlle de parlamentoya girelim” diye bir inadımız yok, girersek iyi olur, mücadelemizi oraya taşırız ama biz onun esiri değiliz. Şimdi yeni bir durumla karşı karşıyayız, nüfus belli değil, bu hükümet binlerce vatandaşlık verdi, Muhaceret Yasası’nın ardından Vatandaşlık Yasası gelecek. Demografik yapı daha da değişti. BKP olarak geldiğimiz bu noktada “arkadaşlar ister parlamentoda olun, ister dışarıda olun, ister sendika olun, isterseniz birey olun gelin biz de bir araya gelelim” diyoruz. Bu başka ülkelerde oluyor da bizde neden olmasın? Herkes partisini devam ettirsin ama seçime gireceksek bir çatı partisinde bir araya gelelim, bunu sivil toplumun da içinde olabileceği şekilde şekillendirelim, toplumumuzu koruyalım. Eğer bu ülkeye barış gelmeyecekse, çözüm gelmeyecekse biz bittik. Bugün büyük olan partiler de yarın küçük olacak. Bizim içimizdeki bir takım Kıbrıslı Türkler de statükodan besleniyor. Bütün bunların karşısında biz bir cephe kurmazsak ve birlikte hareket etmezsek başarma şansımız yoktur. “Gelen defa başarırım” deme şansımız da yoktur çünkü gelen defa yoktur. Başarmak için biraraya gelmemiz lazım, hiçbir mazeret bunun yerini tutamaz. Bu varoluş kavgasında bir şemsiyenin altında toplanalım. Bunu ne kadar hayata geçirebilirsek o kadarını yapacağız. Rejime, statükoya, militarist yapıya, antidemokratik anayasaya ve ülkede oluşan ayrılıkçı düzene karşı gücümüzü birleştirerek mücadele etmek istiyoruz. Kavganın özü olan barış, çözüm geldikten sonra herkes istediği yola gitsin, ister liberal, ister komünist, ister marksist, ister sosyalist olsun. Ama yok olma noktasında, ateşkes koşullarında yaşarken, her gün biraz daha kimliksizleşip, baskı altında kalırken birlikte hareket etmeliyiz. Birlikte hareket etmezsek istediğimizi elde edemeyeceğiz ve yine bu toplumu ezenler ezmeye devam edecek.
Gelecek hafta, DGP Genel Başkanı Tahsin Ertuğruloğlu...