Simge Çerkezoğlu
Lefkoşa’da devam eden Klasik Caz ve Dünya Müzikleri Festivali geçtiğimiz günlerde çok farklı bir konsere ve müzik türüne ev sahipliği yaptı. Hepimizin yakından tanıdığı Kıbrıslı sanatçı Ersen Sururi bu kez farklı bir tarzla sahnede yerini aldı. Aynı olan ise yaptığı her tür müzikte ortaya çıkan kusursuz performansıydı.
ADRES KIBRIS olarak Ersen Sururi ile konserini müziği, sanatı, ülkedeki kültür politikasını konuştuk.
Bu konserde çalınan müzikler sanırım Fransız Çingene müziği…
Evet, doğrudur 1930’larda başlayan akımın öncülerinden gitarist Django Reinhardt ve Stephan Grapelli bu müziği önce Fransa’ya daha sonra da tüm dünyaya benimsetti. Geleneksel müzik olarak başlayan tür daha sonra caz ritmi ve forumlarını benimseyerek ve birleştirerek yeni bir müzik türü yarattı.
Sizin aklınıza bu müzik türü nereden geldi? Özelikle bu konser için mi çalışıldı?
Kıbrıs’ta bu müzik ilk kez çalınıyor. Bu çalışma da ilk olarak bu konsere denk geldi. Daha önce müzisyen arkadaşlarım Kadir ve Cahit’le de caz çalıyorduk, bu da yine cazın başka bir türü. Bu sefer de yine caz olsun ama bu tarz olsun, biraz da değişik olsun istedik. Festivale de çok yakıştı. Tabii ne de olsa her müziğin kendi dili var. Bu müzik tarzının diline de Fransızca dersek; hepimiz elimizden geldiğince bu dili öğrenmeye, çalışmaya ve dinleyicilere aktarmaya çalıştık. Bu konserde yaptığımız müzik inanın dünyada diğer Gipsy Jazz müzisyenlerinin yaptığı düzeydedir.
Kendi bestelerinizden de biraz bahsedelim…
Tabii benim de farklı müzik çalışmalarım var. Bu konserde onlara yer vermedim. Sadece Lefkoşa Belediye Tiyatrosu oyunlarından biri için bestelediğim “Ben” isimli parçama burada yer verdim. O da bu tarzda yapılmış bir müzik. Tüm bunlar yanında Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nda oyunlara müzik yazmaya devam ediyorum. Şimdi hazırlandığım bir çocuk oyunu var. Bunun yanında başka projelerim de var ama onlardan ilerleyen günlerde bahsedeceğim.
Kendi bestelerinizden oluşan bir albüm çıkarmayı düşünüyor musunuz?
İstiyorum ama vakit ve nakit sıkıntım var. Bu sorunları çözebilsem neden olmasın hatta bu müzik tarzını da ayrıca kaydetmek istiyorum. Tabii gönül ister ki kendi ürettiğim müzikleri de bir albümde toplayım. Umarım bir gün gerçek olacaktır.
Oysa albümler kolaylıkla yapılıyor gibi görünüyor…
Her albüm aynı değil. Ritim kutusundan bir melodi çalarak da albüm yapılabilir. Bir altyapı ortaya koyarak hemen üzerine bir ses ayarlaması yaparak da albüm yaratılabilir. Magazin programları da bu albümleri güzelce şişirir dinleyiciler de önemli bir albüm yapıldı sanır. Oysa ortada kalite bile yoktur. En kalitelilerin bile sesleri kötü ancak ülkemiz için konuşacaksak her şeye rağmen cesaret verici adımlar atılmaktadır. Ruhunu müziğe adamış şarkılar yapan, farklı müzik tarzlarında eserler ortaya çıkaran arkadaşlarımız da var. Ancak bunun yanı sıra kolaylıkla CD hazırlayıp bunu bakanlık bakanlık gezip satanlar da var. Gönül ister ki bu bir kayıt endüstrisi haline getirilsin. Oysa KKTC olarak bizim bir müzik endüstrimiz bile yok. Zaten başlı başına telif hakkı denilen bir şeyimiz de yok. Türkiye’de CD çıkarsak burada yine bandrölsüz satılacak. Bu noktada bunun ortadan kalkması ve dünyada müzik marketlerde yer alabilmesi için pazarlama da önemli bir konu. Müzik dünyada sadece sanat değil, artık bir endüstri haline de geldi. Benim kendi adıma tanınmak ya da bir şeyleri tanıtmak gibi kaygılarım yok. Zaten çok para kazanmak için müzik yapmıyorum. Hayata dair çok para kazanmak gibi çabam da yok. Ben müziği her şeyden önce sevdiğim için yapıyorum.
Sanıyorum dünyada da gipsy jazz çok popüler, siz ne dersiniz?
Elbette pek çok ülkede bunun festivalleri yapılıyor. İnsanlar bu müziği seviyor. Ben de bu çalışmamızla ilgili bir kayıt hazırlayıp bazı ülkelere göndermeyi düşünüyorum. Belki bizler de bir yerden davet alırız. Ama bu işler sadece bizim çabamızla olmuyor, ülkede yaşayan yetkili kişilerin de bunu desteklemesi gerekiyor. Sanatın maddi boyutu da var. Elbette bu paralar çok değil ama bu güne kadar hükümetlerden yardım isteyenler çok büyük meblağlar aldılar. Hak etmedikleri halde örtülü ödenekten ufak bir tanıtım için çok paralar ödendi. Oysa bu işler çok daha az parayla, çok daha doğru yerde ve doğru zamanda hayat bulabilirdi.
**************************
‘Hepimiz yeteneklerimizi daha fazla geliştirebilirdik’
Zaman zaman kendinize “Kıbrıs’ta olmasaydım çok daha farklı bir konumda olabilirim” dediğiniz oluyor mu?
Tabii ki yurt dışındaki imkanlar ve motivasyona sahip değiliz. Sanatı sürekli tüketen veya talep eden insanlarla yaşamıyoruz. Dolayısı ile yurt dışında insan çalışmak için daha istekli olabiliyor. Ben de yeteneksiz biri değilim benim gibi Kıbrıs’ta söyleyebilen ya da çalabilen tüm insanlar için de bu geçerli, hepimiz yeteneklerimizi daha fazla geliştirebilirdik. Böylece sanatın değerini daha çok bilen insanlarla bir arada olabilirdik. On yıl önce eğitime güzel sanatları sevdirecek projeler katmış olsaydık bu gün o çocuklardan sanatçılar ve sanatseverler çıkabilirdi. Yine geç kaldık. Kültür ve sanata Kıbrıs’ta yeterli değer verilmiyor. Sanatı sevdirmeye küçüklükten başlamalı. Biz sanatçılar buradayız ama bizim sanatımızı kullanabilecek doğru yer, doğru zaman ve doğru insanlar yok. Sadece bizde engel yok sanata, pek çok yerde engel var. Ancak bizde engel kendi kendimiz yani bizleriz. Oysa birazcık dokunsak kapılar bizler için ardına kadar açılacak gibi…
Sanatımız ve sanatçılarımız ülke tanıtımı için yeterince kullanılabiliyor mu?
Halen ülke tanıtımı için kültür ataşeleri kullanılıyor. Yeni nesilde bizden kimse bu işler için kullanılmadı. Ben de bir müzisyen olarak hem Fransa’ya gidip ülkemi tanıtmayı hem de oradaki müzisyenlerle tanışmayı veya çalışmayı isterdim. Aslında ülkemizi tanıtmak başta kendimizi tanıtmakla olacak bir şey. Artık tanıtım broşürlerden çok daha öte bir kavram. Ben sanatçıysam birileri beni tanıyorsa benimle birlikte ülkemi de tanıyıp merak edecektir. Tanıtım olayını ben o şekilde düşünüyorum. Bu işler sadece folklor ve onun müzikleri ile olmuyor.