Simge Çerkezoğlu
Ertem Nalbantoğlu kemancı, eğitimci ve akademisyen. Kıbrıs toplumunda yetişen, ömrünü müziğe ve müzisyen yetiştirmeye adayan önemli bir isim. Çocukluğundan bu yana, halk dansları gruplarında yer alarak, Kıbrıs kültürünün tanınmasına katkı koyan Ertem, kariyerine Yakın Doğu Üniversitesi, Müzik Öğretmenliği Bölüm Başkanı olarak devam ediyor. Onunla müziği, müzik eğitimini ve halk danslarını konuştuk.
“YEDİ YAŞIMDA KEMAN ÇALMAYA BAŞLADIM, HÂLÂ ÇALIYORUM”
“Babam bir İngiltere seyahatine giderken bana ne istediğimi sormuş, çok küçüktüm doğrusu hatırlamıyorum sanırım beş, altı yaşındaydım. Ben de keman istemişim. Neden bunu istediğimi de bilmiyorum ama hemen alıp gelmiş. Babam da müziğe ilgi duyan birisidir ancak savaş ortamında büyüdüğü için bunu geliştirme fırsatı yakalayamadı tabii. Sanırım onun aklında da beni müziğe yönlendirme fikri vardı ki kemanı almasıyla birlikte yedi yaşında ben keman dersi almaya başladım. Böylece müzik hayatıma girdi. O günden bugüne de keman çalmaya devam ediyorum. Tabii daha sonra gitar da çalmaya başladım. Üniversite de zorunlu olarak piyano dersi aldım, piyano da çaldım. Yine de ben bu enstrümanları da çalarım diyemem ancak onları da tanırım diyebilirim.”
Eğitimci yönüyle Ertem Nalbantoğlu’nu daha iyi tanımak adına meslek olarak müziğe yönelme sürecini ve profesyonel müzik hayatına geçişini konuşuyoruz.
“Aslında profesyonel olarak müziği seçmem de bir tesadüf sonucu oldu. Lise eğitimimi Türk Maarif Koleji’nde tamamladım. Tabii bu arada keman derslerine devam ediyor, çeşitli sınavlara da giriyordum ancak aklımda meslek anlamında müzik eğitimi alma fikri yoktu. Öte yandan on yaşından bu yana folklor gruplarında dans ediyor ve müzisyenlik yapıyordum. Lise eğitimimi tamamladığım yaz, folklor ekipleriyle İtalya’dayken üniversiteyi kazanamadığımı öğrendim. İyi de kazanmadım ve böylece üniversitede müzik sınavlarına girdim, kazandım. Böylece Ankara’da başlayan eğitimime, İstanbul Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktorayla devam ettim ve İstanbul’da çalışma hayatına da atıldım.”
“ANADOLU ATEŞİ’YLE UNUTULMAZ DENEYİMLER”
İstanbul’daki çalışma hayatını konuşurken en çok ilgimi çeken, ilk kurulduğu yıllarda izlediğim ve o dönem çok ses getiren, Anadolu Ateşi Grubu ve burada çalışması oldu.
“Anadolu Ateşi Orkestrası’nın ilk kurulduğu yıllarda ben de vardım. Orada dansçılara canlı müzik yapmak üzere çalışıyorduk. Ben batı müziği kısmında çalışıyordum. Bir de doğu müziği ve Osmanlı enstrümanları bölümü vardı. Yüz kişilik bir orkestraydık. Ben de başkemancı olarak görev yapıyordum. Benim için çok iyi bir tecrübe oldu, Mustafa Erdoğan’la çalışıyorduk. Yaklaşık bir yıl Anadolu Ateşi ile birlikte dünyayı gezdim. Zamanla bu orkestra çok maliyetli olduğu için canlı müzikten vazgeçildi. Şimdi ise Anadolu Ateşi beşe bölündü. Ayrı ayrı gruplara ayrıldı. Ancak o zaman orada birlikte çalıştığım müzisyenler bugün Türkiye’de çok iyi yerlere geldiler. Hepsi ayrı ayrı çok büyük işlere imza attılar. Solist olarak örnek verecek olursak Aylin Aslım da bunlardan biri mesela…”
“HALK DANSLARIMIZLA BİRÇOK ÜLKE ARASINDA KENDİMİZE YER BULUYORUZ”
Ertem Nalbantoğlu, çocukluğundan bu yana halk dansları gruplarında dans eden ve enstrüman çalan bir isim… Hala da bu mecralarda aktif olarak çalışmaya devam ediyor. Biraz bu tip grupların kültürümüz için değerini tartışmaya açalım istedim.
“İnsan sevdiği bir şeyi yaparsa, yaparken de işe yaradığını düşünürse aynı zamanda da beğenilirse bunu yapmaya devam eder. Benim halk dansları gruplarındaki varlığım da biraz böyle. Çok seviyorum. Yaşam biçimimin bir parçası. Ayrıca bu gruplarla birlikte dünyayı gezmek de çok keyiflidir. Oradaki maceralardan pek çok yol hikâyesi bile yazılabilir. Ben milliyetçi veya bayrakçı ideolojiye sahip birisi değilim ama bir Kıbrıslı Türk olarak dünyanın farklı ülkelerinde dans etmek, müziğimizi oralarda icra etmek ve o mecralarda var olmak çok ayrı bir gurur. Samimiyetle söylüyorum ki ne Turizm Bakanlığı ne de Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı faaliyetlerle kendimizi dünyaya bu denli tanıtamıyoruz. Dünyada biraz biliniyorsak, bunu halk dansları ekiplerine borçluyuz. Üstelik bu gruplar bu mecralarda var olabilmek için çoğu zaman kendi ceplerinden paralar ödemek zorunda kalıyorlar.”
Konu Kıbrıs’ın kuzeyinin tanınmasına gelmişken, Kıbrıs müziğini ve dünyanın müziğimize olan ilgisini de değerlendirmesini istiyorum. Bir eğitimci olmasının da etkisiyle hiç sıkılmadan açıklıyor.
“Özellikle festivallerde gözlemlediğim küçük bir ada ülkesi olarak Brezilya veya Çin gibi büyük ülkelerle aynı şartlarda ve eşit olarak yer alıyor olmamızdır. Bu çok önemli bunun yanında müziğimiz, bazen bu büyük ülkelerden bile çok daha fazla beğeniliyor. Kulağa çok sıcak ve egzotik geliyor. Ben iyi veya kötü değerlendirmesinden çok bunu gözlemliyorum. Biz birçok ülkenin ve rengin arasında bu şekilde yer alabiliyoruz. Elbette bu çok önemli ve çok iyi hak dansları ekiplerimiz var, çok da beğeniliyorlar. Pek çok yarışma birinciliklerimiz var. Bu yaz, iki toplumlu olarak Folk-Der Kontea Kültürel Miras Organizasyonu ile yurt dışındaydık, çok ilgi gördük. Tabii iki toplumlu olduğumuz için de ayrıca ilgileri üzerimize çektik. Bu zaten benim için bir ilk değildi. Hiç unutmam henüz karşılıklı geçişler başlamadan önce, İstanbul’da, Gençlik Merkezi ve Kıbrıslı Rum folklorcularla birlikte bir gösteri yapmış ve çok ilgi görmüştük.”
“KIBRISLI TÜRK VE RUM, BENZERDEN ÖTE AYNIYIZ”
Kıbrıslı Türk ve Rumların kültürel özelliklerini de konuştuğumuz sohbetimizde, iki toplumun dans ve müziklerinin ne denli birbirine benzediğini de Ertem’den dinliyorum.
“Kıbrıslı Türk ve Rum toplumu folklor anlamında benzerden öte tamamen aynı gibi. Kültürümüz çok benziyor. Müziklerimiz benziyor. Zaten Dilllirga ve Feslikan gibi eserler Rum bestecilere ait. Biz onlara Türkçe sözler yazdık, Türkçe manileri bu müziklere uyarladık. Yine de elbette hepsi yaşadığımız coğrafyanın müzikleri. Kıbrıslı Rumlar daha çok Yunanistan’dan etkilenirken, bizler Anadolu’dan ekilendik. Figürlerimiz bu anlamda biraz farklı. Rumlar daha bireysel figürlerle, Türkler sahne tecrübesi ve koreografiyle dans ediyor. Bu açıdan bakıldığında tam olarak birbirini tamamlar özellikteyiz.”
Ülkedeki müzik eğitimi konusunda da değerlendirmeler yapan Ertem, genel olarak eğitim konusunda sınıfta kaldığımızı söylerken, bu konuda ebeveynleri de eleştirmekten çekinmiyor.
“Maalesef müzik konusunda da pek çok konuda olduğu gibi bilinçsizlik söz konusu. Kimse bir şeylerin özünü anlamak için çaba harcamıyor ve ben buna karşıyım. Müziğin özünü kaybettiğiniz anda o müzik olmaktan çıkıyor. O nedenle her konuda olduğu gibi müzikte de bilinçli eğitim çok önemli. Tabii bu noktada gençlere bilinçli eğitim verecek olanların da bilinçli olması gerekiyor. Ben eğitimin genelinde bu bilinci yeterince göremiyorum. Kimse yanlış anlamasın burada eleştiri yapıyorum, kimseyi hor görmüyorum. Zaten şu anda okullarda verilen eğitim camilere, camilerdeki eğitim de okullara kayıyor. Toplumun geneli belki bunun farkında değil ama gelecekte olacak olan budur. Müzik eğitimi konusunda baktığımızda ise çok başarılı müzisyenlerimiz olmakla birlikte müzik bunlardan ibaret değil. Başarı birkaç kişi ile sınırlı olmamalı. Bunu geliştirmek gerekiyor. Tabii hep eğitimcilerden ve öğrencilerden bahsetmemek gerek. Aileler de bazen bilinçsiz olabiliyor. Arkadaşının çocuğu müzik dersi alıyor diye kendi çocuğunu zorla müzik dersine gönderenler var. Bu çocuk müzik dersine gitti ama ne oldu, ne yaptı, ne öğrendi diye hiç ilgilenmiyor ve sorgulamıyorlar. Günün sonunda ise yıllarca müzik dersine giden çocuklarının hiçbir enstrüman çalamadığına şahit oluyorlar. Yine de her şeye rağmen üniversitelerde açılan müzik fakülteleri, sanat eğitimi veren kurumlar veya Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası müzik eğitimi anlamında çok önemli gelişmelerdir. ”