Yani gerçekten de çok enteresan bir durum bu.
Bu toplumun yüzde 60'tan fazla kesiminin desteğini almış Cumhurbaşkanı çıkıp Avrupa Parlamentosu'ndan Kıbrıslı Türklerin hakkı olan 2 sandalyeyi talep ediyor.
Buna Kıbrıslı Rumlar değil, bizim Dışişleri Bakanı karşı çıkıyor!
Oysa yıllardır bu talep Avrupa Parlamentosu'na iletiliyor.
Sadece Akıncı değil, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna daha önce oturan Mehmet Ali Talat da, hatta Derviş Eroğlu da "6 AP sandalyesinin 2'si Kıbrıslı Türklere aittir" demişti.
Tahsin Bey ise "olmaz" diyor.
Nedenmiş?
Eğer bunu talep edersek, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni 'tanımış' olurmuşuz.
Başka?
Kıbrıs Cumhuriyeti'nin AB üyeliğini de kabul etmiş olurmuşuz.
Duyan da biz tanımadık diye 'Kıbrıs Cumhuriyeti yok, AB üyesi de değil' zannedecek.
Ham hayal!..
* * *
Tahsin Ertuğruloğlu'na kalsak işimiz çok zar gerçekten.
Zira bu mantık ile Kıbrıslı Türkler de, Türkiye de elinde olanı da kaybeder.
Buna Kıbrıs Cumhuriyeti'nden aldığımız kimlik kartları ve pasaportlar da dahil.
Ve başka bir şey daha: Türkiye'nin Kıbrıs'taki varlığı ve garantörlüğü de biter.
Nedeni çok basit...
Kıbrıslı Türklerin cebindeki kimliklerin, doğum belgelerinin ve pasaportların da, Türkiye'nin adadaki varlığı ve garantörlüğünün de tek bir hukuki temeli var: Kıbrıs Cumhuriyeti'nin varlığı...
Yani 1959-60 antlaşmaları...
Zürih ve Londra antlaşmaları yoksa, bunlar da yok.
Onlar ortadan kalkarsa, bunlar da kalkar.
Ertuğruloğlu bunu bilmiyor olabilir mi?
* * *
Rahmetli Osman Örek'le meslek hayatımın ilk yıllarında Sarayönü'ndeki avukatlık ofisinde yaptığım bir röportajda, o günlerde Tahsin Bey'in söylediklerine benzer görüşler ileri süren Cumhurbaşkanı Denktaş'ın söylediklerine ters sözler işitmiş ve şaşırmıştım.
Örek de sağ çizgide bir siyaset adamıydı, ama hukukçu yönüyle konuşuyordu.
O röportajın başlığını hiç unutmam:
"Kıbrıs Cumhuriyeti vardır!"
Bunu söylemek kolay değildi, 1990'lı yılların başında...
Ama Örek 'kral çıplak' demişti.
1959 ve 1960'ın uluslararası antlaşmalar olduğunu ve 1964'te TC tarafından bir kez daha teyit edildiğini anımsatmıştı.
Bu uluslararası düzen 1974'te de değişmedi. 1964 Güvenlik Konseyi kararına göre adada tek devlet Kıbrıs Cumhuriyeti'dir.
Bunu bırakın Tahsin beyi, Türkiye'nin en milliyetçisinden en dindarına, en laikinden en liberaline hiçbir iktidar değiştiremedi.
* * *
İyi ki değiştiremediler.
Zira bu değişmiş olsaydı eğer, Kıbrıslı Türkler 2003'ten itibaren elde ettiği seyahat özgürlüğü dahil birçok hakkı kaybetmiş olacaktı.
KKTC tanınmadığına ve tanınacağına dair bir emare olmadığına göre, yeni bir 'açık hava hapishanesi' dönemi başlamış olacaktı.
Kimlikler, pasaportlar iptal olacak, eskisi gibi 'kendi çalıp kendi söyleyen' durumuna düşecektik.
Bunlar 'bireysel' anlamda kaybedeceklerimize örnekler...
Bunun ötesinde Türkiye'nin Kıbrıs'taki konumu da tamamen temelsiz kalacaktı.
Zira Tahsin Bey'in 'yoktur' dediği Kıbrıs Cumhuriyeti'nin temeli olan o iki antlaşma, yani Garanti ve İttifak Antlaşmaları lağvedildiği an itibarıyla Türkiye'nin garantörlük hakkı da sıfırlanmış olur.
Çünkü o antlaşmalar garantör ülkelere 'Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bütününü garanti etme' hak ve yetkisi veriyor.
Durum bu kadar açıktır ama Tahsin Bey Cumhurbaşkanı Akıncı'ya muhalefet edecek diye altımızdaki zemini riske atacak, sonu belirsiz bir siyasetin sözcülüğünü dillendirebiliyor.
Yani Ertuğruloğlu'na kalsak halimiz nice olurdu.
İyi ki kalmıyoruz...