Uzun yıllardır meşruiyet zeminini kaybetmiş olan Suriye Baas rejimi, şiddet kullanma kapasitesinin de ortadan kalkmasıyla devrildi. Herkesin hayret içinde seyrettiği bu hızlı çöküşün bir ayağını Baas rejiminin kendisi yaratmıştı. Çoğulcu yapıdan yoksun olan tüm rejimlerin eninde sonunda başına gelebilecek olan şey, halkın yasa ve kurallara gönüllü itaatini sağlayan meşruiyet zemininin kaybolmasıdır.
Baas rejimi aslında yeterli bir meşruiyete hiç sahip olamadı. Dolayısıyla rejim, meşruiyeti olmaksızın, sadece şiddet kullanma kapasitesine dayanarak devamını sağlamaktaydı. Bu şiddet, önceleri, rejimi sorgulayan kesimler üzerinde uygulandı. Muhalefetin yaygın ve kitlesel hale gelmesiyle birlikte, tüm toplum kesimleri rejimin sınırsız şiddet kullanımı altında darmadağın edildi. Milyonlarca insan ülkenin başka bölgelerine, oradan da ülke dışına göç etmek zorunda kaldı. Onbinlerce insan bu şiddet sonucu yaşamını yitirdi, ülke mezhep ve etnisite temelinde dört parçaya bölündü. Silahlı gruplar dışarıdan da destek alarak, gerek kendileri arasında gerekse rejime karşı yıpratıcı bir savaşa girişti.
Yıllarca süren bu iç savaş sonunda rejimin güç kullanma kapasitesi ciddi derecede geriledi. Dış destekçileri, yani Rusya, İran ve Lübnan Hizbullahı’nın yardımlarıyla neredeyse sadece Şam ve çevresinde ayakta kalabildi. Ama İsrail’in Lübnan ve Suriye topraklarında Hizbullah’ın savaşma yeteneğini ortadan kaldırması ve ABD’yle birlikte İran üzerinde etkin bir caydırıcılık oluşturmasının sonucunda rejimin dış desteği kayboldu. Rusya ise gerek Ukrayna’daki kayıpları, gerekse ABD-İsrail ekseniyle bölgesel bir rekabetin mümkün olmadığını düşünmesi nedeniyle, Suriye rejiminin çöküşünü izlemekten başka bir eylemde bulunamamıştır.
Şimdi Suriye açısından karmakarışık ve belirsizliklerle yüklü bir gelecek kendini dayatmaktadır. Acaba Şam’ı ele geçirerek geçici bir hükümet oluşturan aşırı islamcı HTŞ isimli örgüt istikrarın geliştiği bir Suriye’nin yaratılması yönünde hareket edebilecek midir? Bu aslında sadece HTŞ’nin niyetlerine bakılarak yanıtlanabilecek bir soru değildir. Ayni zamanda, rejimin çöküşünden sonra Suriye’deki mevcut durum üzerinde etkide bulunmaya devam eden ABD, Türkiye ve İsrail gibi devletlerin tutumları da önem taşımaktadır. Bu devletler, tek adam rejiminin dağılması sürecinde koruyup kolladıkları, destek verdikleri, bir nevi ittifak oluşturdukları ya da düşman belledikleri gruplara önümüzdeki dönemde nasıl yaklaşacaktır?
Örneğin ABD, HTŞ’nin ılımlı islamcı bir çizgiye kayarak diğer gruplarla düşmanca ilişkiye son vermesinde ve Batı karşıtı bir dış politika izlemekten kaçınmasında etkili olabilecek midir? Eğer bu mümkün olamayacaksa, HTŞ’nin yeni bir İŞİD’e dönüşmesi kaçınılmazdır.
Ayni şekilde Türkiye, Suriye’deki Kürt siyasal hareketinin anayasal sistem içinde bir konum elde etmesini ve Fırat nehrinin doğusunda otonom bir varlık olarak mevcut olmasını ne ölçüde içine sindirebilecektir? Eğer bu mümkün olmayacaksa, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye destekli sunni Suriye Milli Ordusu ve kuzeydoğusunda ABD destekli, çoğunluğu laik Kürtlerden oluşan Suriye Demokratik Güçleri arasındaki çatışmaları kim engelleyecektir? Böyle bir durumda, Türkiye ve İsrail’in karşı karşıya gelebileceğine dair bazı emareler şimdiden ortaya çıkmaya başlamıştır.
Yukarıda sıralanan gelişmeler sadece Suriye için deği bölgesel istikrar için de önemlidir.
Baas rejiminin devrilmesi hem bölge istikrarı hem de Kıbrıs için dünden daha iyi koşulların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Çünkü Baas rejiminin çöküşü, bir yanda Rusya ve İran, diğer yanda ise ABD ve İsrail’in ana omurgasını oluşturacakları bölgesel bir savaş tehlikesini ortadan kaldırmıştır. Bu durum, Kıbrıs’ta bulunan İngiliz üslerinin de sıcak bir savaşta aktif olarak kullanılması ihtiyacını büyük oranda azalttığı için Kıbrıs’ı rahatlatmıştır.
Suriye rejiminin yıkılması, bölgede önemli bir istikrarsızlık odağı olan İran’ın ve İran’ın denetimindeki silahlı grupların etkinliğini de ciddi derecede azaltmıştır. Artık ‘Kıbrıs’ı da vururuz’ diyebilen Hizbullah’ın eski lideri Nasrallah’ın ve benzerlerinin bölge siyasetinde yeniden kolaylıkla etkin olabileceği söylenemez. Böylece, AB’nin güney doğusunun en ucundaki üyesi olan Kıbrıs’ın askeri gerilimlerden kaynaklanan riskleri azalmıştır.
Esad rejiminin çöküşü aslında Rusya’nın Ortadoğu bölgesindeki varlığını ve etkinliğini de tehlikeye atmıştır. Rusya, Suriye’de sahip olduğu askeri üs ve kolaylıkların bir bölümüne sahip olmaya devam etse bile artık bölgesel dinamikleri etkileme yeteneği önemli ölçüde kırılmıştır.
Bu gelişme iki nedenden ötürü Kıbrıs için de oldukça önemlidir.
Birincisi, Suriye siyasetinden ihraç edilen bir Rusya, Türkiye’yi Batı’dan koparma ve hatta BRICS’e dahil etme çabasında da artık fazla olanağa sahip değildir. Yüzünü Batı’ya döndürebilecek bir Türkiye, Kıbrıs sorununun barışçıl yollardan çözümü için bir şanstır. İkincisi, Kıbrıs sorununda Rusya’yı Batı’ya karşı bir kart olarak kullanmayı öngörerek, BM parametrelerinden sapılmasına alkış tutan veya bu yönde kamuoyu oluşturmaya çalışan kesimlerin etkisi artık eskisi gibi olmayacaktır.