1974'te faşistlerin elinden kurtulan Kıbrıslıtürklerin o günden sonra başına kötü şeyler gelmeye devam etti. Belki de hayal bile etmedikleri bir devletleri olmuştu fakat bu uydu devletçik her zaman Türkiye’nin çıkarlarına ve dostlarına hizmet edecekti. Sömürgeci aşığı kompradorların ülkede yaratmaya devam ettiği durum da hep bu oldu.
Türkiye'nin Lozan'da kaybettiği Kıbrıs adası, böl ve yönet ustası İngiliz’in eline geçti. Kıbrıs hızla ikiye bölündü. Sonunda İngiltere kendine 250 km’lik üsleri alıp kenara çekildi. Türkiye üs alamasa da yaklaşık 400 km'lik askeri alanın ‘sahibi oldu’ ve buradaki sivil idare de kendilerinden soruluyor. (Bakmayın siz Erdoğan’ın Lozan’ı sorguladığına.) Bunu değiştirmek isteyenler ise sivil darbeyle görevden gönderiliyor. Aksini iddia etmek mümkün değil. Kıbrıs Cumhuriyeti ise yasal ama topal bir devlet. Yine de bize göre güllük gülistanlık yaşıyorlar.
Misak-ı Milli’nin dışında kalan Kıbrıs'tan Lozan’la çıkan ama bugün ‘ilanihaye çıkmam’ diyen Türkiye, KKTC'yi para ile kendine bağlamaya, nüfus yerleştirmeye, dindarlaştırmaya, burayı 'küçük yeni Türkiye' yapmaya devam ediyor. Bunu öyle bir günde de değil, yavaş yavaş, sistematik şekilde, bıkmadan, usanmadan yapıyor. Bu sıralar ise dozaj iyice arttı. Şimdiki kadro takiye ustası. KKTC Hükümeti ise yok hükmünde. Kimsenin çıtı çıkmıyor. Mare Monte’nin kara çarşaflı cemaatini, okul gezisinde otobüste hurafeler uyduran imamı görmezden gelmemiz de bu yüzden. Tesettür oteli o kadar da dert etmeyişimiz de... Her şeye bir şekilde alışıyoruz, kulp bulup, mazur görüp, ses etmiyoruz. Ama 12 Eylül’den bugüne Türkiye’de yaşananlara bakmak bile yeterli olur bu gidişe bugünden ses çıkartmamız için.
Tarihinde görülmemiş bir boyun eğme... Gidişat yok oluşa doğru... Peki neden?
Batının Türkiye’ye biçtiği ile Kıbrıs’a ya da KKTC’ye biçtiği şeyler de farklı değil aslında. Avrupa mahkemelerinde alt yönetim olduğu kabul edilen KKTC’nin Türkiye’nin kuklası olmasına ses çıkarmayışları, bizi bu haksızlıklar içinde daha da yalnız bırakmaları, her şeyin faturasını bize kesmeleri de bu yüzden. Her şeyi biliyorlar ama susuyorlar. Peki neden?
2010’da İngiltere’de bir İngiliz bana, ‘Erdoğan’ın nesini sevmiyorsun, dünya onu tanıyor, onun sayesinde Türkiye etkili bir ülke oldu, ayrıca Kıbrıs’ta barış içinde yaşıyorsunuz bir Kore değilsiniz’ demişti. Ben de onun bir İngiliz olduğunu unutmadan cevabı vermiştim: “Bir sömürgecinin bunları düşünmesi çok normal!”. Bu da pek hoşuna gitmemişti tabii.
Türkiye’de olduğu gibi uyuşturulmuş, bağımlı, içi boşaltılmış bir toplum yaratma çabaları KKTC’de de sürerken üretimden, kültüründen, kimliğinden koparılan Kıbrıslıtürkler bugün yolunu tamamen kaybetmiş görünüyor. Bu kimlik bunalımını, bu sessizliği, edilgenliği başka türlü açıklamak mümkün değil. UBP-DP yöneticileri, üyeleri ve sempatizanları ise bu işteki en büyük suç ortakları. Bu kardeşlerin ülkede yarattığı düzen, bataklığı kurutabileceğini düşünenleri de tüm kokuşmuşluklarıyla sarıyor, sarmalıyor, yutmaya çalışıyor.
Ama işte her şeyin bir bedeli var, özgürlüğün de... Güzel ve değerli hiçbir şey acı çekmeden, emek sarf etmeden olmaz. Susarak, sinerek olacağını zannedenler her zaman yanıldı. Düzene uyma gayreti, öğretmenin dikkatini çekmemek için kıvranan çocuklar gibi tek derdi anı kurtarmak olanların elini kolunu bağlıyor. ‘İyi çocuklar’ ortaya farklı bir yol, yeni bir düşünce koyamıyor. Kitleler ikna olmuyor. Gerçekçi olmak, gerçekleri söylemek ve onları değiştirmek için cesaretle ortaya çıkmak zorlaşıyor. Çanak yalayıcılar ise her yerde. Tekkeyi bekleyenler çorbayı içiyor. Emek yok, hayaller yok, olanlar da yakın ufukla sınırlı. Bir yığın tembel.
Normalleşme talep edenler bu memlekette marjinal ve komünist sayılıyor. Barış isteyenler imkansızı zorlamakla, ‘Rum’a yama olmayı’ kabul etmekle suçlanıyor. Türkiye’nin post-kolonisinde yaşayanlar kırk yıldır esir tutulduklarının farkında bile değil. Oysa elli yıl önce yapayalnız kaldığında hayatta kalmayı başarabilmiş bu bir avuç halk daha iyi bir geleceği hak ediyor. Ve bu halk barışı kurma konusunda herkesten marifetli olduğunu dünyaya gösterebilecek özelliklere de sahip. Tek ihtiyacı liderlik.
74’te ‘esir düşmenin’ bedelini, ‘kurtarılarak’ kaç kuşaktır ödeyenler için bu esaret ne zaman bitecek? Özgürlüğe kaçış ne zaman? Önceki gün adaya veda eden BM temsilcisi Eide’nin tavsiye ettiği gibi Kıbrıslılar değişiklik için ayağa kalkacak mı? Peki siz, özgürlük ve barış için ‘bedel ödemeye’ hazır mısınız? Kendiniz için değil çocuklarınız için...